Yaygın medyanın yapı taşlarından biri olan gazeteler, yalnızca haber aktaran araçlar olmanın ötesinde, kendi ideolojik bakış açılarını yansıtma ve toplumsal algıyı şekillendirme noktasında da belirleyici rol üstlenmektedir. Kullanılan haber dili, başlıklar ve anlatı biçimleri aracılığıyla oluşturulan çerçeveler, kamuoyunun yönlendirilmesine hizmet etmektedir. Müslüman kadının Batı medyasındaki temsili de bu çerçeveye paralel biçimde inşa edilmiştir. Batı medyası, Müslüman kadını ele alırken onu yalnızca bir haber öznesi olarak değil, belirli ideolojik ve politik çıkarlar doğrultusunda şekillendirerek sunmaktadır. Batılı ötekileştirme, genelde İslam’a, spesifik olarak Müslüman kimliğine yönelik oryantalist bakış açısını sürdüren güç politikasının parçası olup medya aracılığıyla bu stratejiyi pekiştirmektedir.
Bu makalenin amacı Batı medyasında Müslüman kadının tahrif edilen imajını ele alarak medyanın İslamofobik söylemleri nasıl ürettiğini ve bu söylemlerin Müslüman kadının kimliği üzerindeki etkilerini örneklerle analiz etmektir.
Batı Medyasında Müslüman Kadının Kurgulanan İmajı
Avrupa’da İslam karşıtı ayrımcılığın tarihsel kökenleri, 11. yüzyılda Haçlı Seferleri sırasında seküler Avrupa’ya karşı kodlanan “düşman Müslüman” imajı üzerinden şekillenmiş ve bu dönemde Müslüman kimliği dini ve siyasi bir rakip olarak konumlandırılmıştır. 19. yüzyılda oryantalizm çalışmalarının yaygınlaşmasıyla Batı’nın “öteki” olarak tanımladığı Müslüman algısına yönelik tavır alış daha da derinleşmiştir. 20. yüzyılın ortalarından itibaren ise siyasi istikrarsızlık ve iş gücü ihtiyacı nedeniyle Avrupa’ya göç eden Müslüman nüfusun artışı, İslamofobik söylemlerin “göçmen Müslüman” kimliği üzerinden yeniden inşa edilmesine yol açmıştır. Avrupa’daki Müslüman göçmen varlığı, yalnızca dini bir farklılık olarak değil, aynı zamanda sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel olarak da derin bir ayrım ortaya koymuştur. Özellikle 11 Eylül 2001’deki İkiz Kule saldırıları, küresel düzeyde bu ayrımı pekiştirip Müslümanları terörle ilişkilendiren olumsuz söylemlerin yaygınlaşmasına zemin hazırlamıştır. Batı hâlihazırda ihtiyaç duyduğu “öteki” kimliğini bu süreçte İslam üzerinden inşa etme fırsatı bulmuş ve böylece “yeni öteki” İslam olmuştur.
Tüm bu tarihsel süreçlerin ardından, Avrupa’daki basın ve yayın kuruluşları Batılı ve Batılı olmayanlar arasında keskin bir “ben” ve “öteki” algısı kurgulamıştır. Bu algıdan Müslüman kadın betimlemesi de payını almıştır. Batı medyasında Müslüman kadın figürü iki temel anlatı üzerine inşa edilmiştir: Birinci anlatı, onu edilgen, baskı altında ve özgürlükten yoksun bir mağdur olarak tasvir eden yaklaşımdır; ikincisi ise Müslüman kadını aktif fakat radikal ve tehditkâr bir figür olarak sunan söylemdir. İlk temsil biçiminde, Müslüman kadın, bir “kurban-kurtarıcı” portresinde sunulur ve buradaki kurtarıcı figürün kim olarak tasarlandığı aşikârdır.
Batı’da Eşitlik Anlayışı Gerçekten Evrensel Bir Değer mi?
Batı’nın savunduğu evrensel değerler ile pratikte sergilediği tutum arasındaki çelişkileri daha yakından ele almak gerekmektedir. Özellikle insan hakları, demokrasi ve özgürlük gibi kavramlar Batı söyleminde merkezi bir yer tutarken bu değerlerin ne denli tarafsız olduğu tartışılmalıdır. Müslüman kadınların medya ve kamusal alandaki temsili, Batı’nın kendi ideallerine ne kadar sadık kaldığını sorgulatmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14. maddesi, cinsiyet, ırk, din gibi temellerde ayrım gözetilmeden tüm bireylerin hak ve özgürlüklerden eşit şekilde yararlanmasını öngörmektedir. Sözleşmeye taraf 46 üye ülke bulunmasına rağmen birçok Avrupa ülkesi uluslararası taahhütlerine aykırı bir şekilde, özellikle medya organlarında Müslüman kadınlara yönelik ayrımcı tutumlar sergilemektedir. Bu durum, eşitlik ilkelerinin ne denli tarafsız olduğunu tartışmaya açmaktadır. Özellikle Fransa, başörtüsü ve diğer dini semboller üzerinden sıklıkla tartışmalara gündem olurken hükümetin 2004 yılında ilk ve orta okullarda başörtü yasağını getiren yasası, toplumda bölünmeye yol açıp 2010 yılında kamu alanlarında peçe veya burka gibi kıyafetlerin giyilmesinin yasaklanması daha da kritik sonuçlar doğurmuştur. Yalnızca medyanın değil hükümetin de sergilediği kutuplaştırıcı tutum, Müslüman kadınların dini kimliklerini özgürce yaşama noktasında zorlu mücadelelerini artırmaktadır.
Örneğin; Le Monde gazetesinin 2010 yılında yayımladığı “Burka: Fransız Kimliğine Yönelik Bir Saldırı mı?” başlıklı haberi bu bağlamda dikkat çekicidir. Başlık, burkayı Fransız ulusal kimliğiyle çatışan bir unsur olarak yansıtmakta, başörtülü kadınları toplumdan ayrıştıran yaklaşımı pekiştirmektedir.
Fransa’nın ideolojik temellerinden biri olan “Liberté, Égalité, Fraternité” (Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik) ilkesi, her bireyin özgürlük ve eşitlik haklarını güvence altına almayı taahhüt ederken Müslüman kimliğine sahip kadınları dışlayıcı bir başlıkla ele almaktan çekinmemektedir. Müslüman kadınları dışlayan bu yaklaşım, Avrupa’nın kadın hakları söyleminin şartlı bir savunudan ibaret olduğunu gösterir.
Nitekim benzer bir yaklaşım, 2019 yılında İtalya’da La Repubblica gazetesinin “Başörtülü Kadınlar ve Avrupa’nın Kültürel Çöküşü” başlıklı haberinde de gözlemlenebilir. Başlıktaki haber dili İslamofobik söylemleri güçlendiren bir araç işlevi görmektedir.
Müslüman Kadına Yönelik Önyargılar ve Ayrımcı Söylemler
Fransa’nın haber dergilerinden Le Point, 30 Ekim 2012 tarihli sayısının kapağında peçeli bir kadının polise karşı elini kaldırdığı fotoğrafı, “Cet İslam sans gêne” (Bu utanmaz İslam) başlığı ile sunmuştur. Kapağın alt kısmında ise “Hastaneler, kantinler, yüzme havuzları, okul programları…” ifadeleri yer almış ve Müslüman kadının kamusal alanda görünür olduğu alanlar vurgulanmıştır. Le Point’in hedef gösterici kapağı, yalnızca Müslüman kadına yönelik bir saldırı değil, aynı zamanda İslam’ın kamusal alandaki varlığını da sindirmeye çalışan bilinçli bir medya manipülasyonudur.
Müslüman kadına yönelik benzer yaklaşımları Avrupa medyasının çeşitli örneklerinde de gözlemlemek mümkündür. Örneğin, İspanya’da El Pais tarafından yayımlanan “La importancia de un trozo de tela” (Bir bez parçasının önemi) başlıklı köşe yazısı, başörtüsünü dini bir emir olmaktan ziyade ataerkil normların bir dayatması olarak ele almaktadır. Yazıda, İslam ile ilişkili kavramlar bağlamından uzaklaştırılarak Müslüman kadının başörtüsü tercihinin bir baskı sonucu mu yoksa bireysel bir seçim mi olduğu tartışılmakta, beraberinde şaşırtıcı olmayacak şekilde başörtülü kadının sözde “özgürleşme” vurgusu ön plana çıkarılmaktadır. Oysa Müslüman kadın için asıl baskı, Batı medyasının onu kendi dar, ideolojik çerçevesine hapsettiği önyargılarla inşa edilmiştir.
Eşitsizlikten Radikalleşmeye Toplumsal Sonuçlar
Batı medyasındaki bu temsil ve algılardaki sorunlu yaklaşım yalnızca Müslüman kadının maruz kaldığı eşitsizlikleri artırmakla kalmayıp aynı zamanda bir arada yaşama kültürünü ve toplumsal birlikteliği de zedelemektedir. Bu çarpık temsiller sosyal dışlanmanın yanı sıra şiddete varan sonuçlara yol açmaktadır. Avrupa genelinde İslamofobi ve ayrımcılıkla mücadele eden ENAR’ın (European Network Against Racism) 2021 Avrupa İslamofobi Raporu’nda, başörtüsü takan kadınların Müslümanları görünür şekilde temsil ettiklerinden ötürü fiziksel ve sözlü saldırılara daha sık maruz kaldıklarını belirtmiştir. Bu şiddetin sonucunda başörtülü kadınlar iş yerlerinde, sosyal ortamlarda ve kamusal alanlarda dışlanıp marjinalleştirilmektedir.
Bu durumda Avrupa medyası, Müslüman kadın üzerinden sunduğu tasviri yeniden gözden geçirmeli, dini farklılıkları bir tehdit değil, kimlik çeşitliliği olarak değerlendirmelidir. Aksi takdirde son yıllarda artan İslamofobik stereotiplerin güçlenmesi, özgürlük ve eşitlik gibi kavramların yalnızca Batı’nın idealize ettiği kadın figürü üzerinden inşasını engelleyemeyecektir. Bu durumda, Batı medyasının üzerine düşen, çifte standartlı bir anlayış benimsemek yerine şiddet ve ayrımcılığı körükleyen temsillerin toplumsal sonuçlarıyla yüzleşerek Müslüman kadının kimliğini objektif ve dengeli bir şekilde yansıtmayı hedeflemektir.

