back to top
Pazar, Kasım 16, 2025
Ana SayfaFokusFOKUS | Avrupa Kendini Yok Ediyor

FOKUS | Avrupa Kendini Yok Ediyor

SPD (Sosyal Demokrat Parti) üyesi Thilo Sarrazin 2010 yılında “Deutschland schafft sich ab” (“Almanya Kendini Yok Ediyor”) adlı bir kitap yayınladı. Irkçı söylemleri nedeniyle büyük tartışmalara yaratan Sarrazin’in bu kitabı Almanya’da o dönem en çok satan kitaplardan biri olmuştur. Kitap, 2010 ve 2011 yıllarında toplam 21 hafta boyunca Der Spiegel dergisinin en çok satanlar listesinde birinci sırada yer almış ve 1,5 milyondan fazla kopya satmıştır. Sarrazin bu kitapta, Almanya’daki göç politikalarının ülkenin ekonomik ve kültürel geleceğini tehdit ettiğini iddia etmektedir.

Sarrazin, Türk ve Arap göçmenlerin ortalama IQ seviyelerinin Almanlardan daha düşük olduğunu ve bunun genetik faktörlerle de bağlantılı olduğunu iddia etmiştir. Ona göre, Almanya’da düşük IQ’lu göçmenlerin yüksek doğum oranları nedeniyle genel zekâ seviyesi düşmektedir. Özellikle Türk ve Arap göçmenlerin entegrasyonunun başarısız olduğunu, düşük eğitim seviyeleri ve yüksek doğum oranları nedeniyle Alman toplumunun demografik olarak dönüşeceğini ve zayıflayacağını savunur. Ayrıca İslam’ın Avrupa değerleriyle uyumsuz olduğunu öne sürer. Kitap, göçmenler ve çok kültürlülük politikaları hakkında bilimsel dayanağı tartışmalı ırkçı birçok iddia içerdiği için yoğun eleştirilere maruz kalmış, ancak Almanya’da büyük bir tartışma yaratmıştır.

Almanya kendini yok ediyor, ancak Thilo Sarrazin’in iddia ettiği gibi değil. Almanya, daha fazla göçmen ve mülteci kabul ettiği ya da daha fazla Müslüman barındırdığı için değil, aşırı sağcılığın ve ırkçılığın tuzağına yeniden düşmek üzere olduğu için kendini yok ediyor. Peki, sadece Almanya mı? Hayır. Bugün Avrupa ve genel olarak Batı, Batı’yı Batı yapan birçok değeri reddeden bir siyasetin pençesinde kıvranıyor ve kendi kendini yok ediyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında inşa edilen uluslararası hukuk, insan hakları, mülteci hukuku, uluslararası kuruluşlar, çok taraflı siyaset ve kolektif güvenlik ittifakı çöküş sürecinde. Bu durum en net bir şekilde Gazze’de İsrail’in yürüttüğü soykırım karşısında Batı’nın sessizliğinde ortaya çıktı. Daha sonrasında Trump’ın Ukrayna ile ilgili aldığı pozisyon ise İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan uluslararası düzenin çöküşünü adeta ilan etti. Gazze’de susan Avrupalıların meselenin sadece Gazze’den ibaret olmadığını ancak Ukrayna’da anladılar. Ama artık iş işten geçmişti.

Bu gelişmelerin arka planında, özellikle Soğuk Savaş sonrası dönemde aşırı sağın adım adım normalleştirilmesi ve siyasetin merkezine taşınması yatıyor. Aşırı sağın ana akımlaşması, en temelde İslam karşıtlığı ve İslam korkusu kullanılarak gerçekleştirildi. Avrupa’da ve Batı’da kitlelerin önüne “Müslüman tehdidi” atılarak; medya, elitler, akademi ve siyaset dünyası her gün Müslümanları tartışarak, problematize ederek ve güvenlikleştirerek aşırı sağın güçlenmesine katkıda bulundu.

Bugün Almanya’da aşırı sağcı ve ırkçı AfD partisinin %20,8 oy alması artık normalleşmiş durumda ve kimse bu durumu garipsemiyor. Benzer şekilde, Hollanda’da İslam’ı yasaklamak isteyen Geert Wilders’in partisinin birinci parti olması, Fransa’da Marine Le Pen’in yükselişi, Avusturya’da aşırı sağcıların yüksek oy oranlarına ulaşması, Avrupa’nın yeni normali hâline geldi.

Ancak bundan daha önemli bir gelişme, Batı’nın hegemonik gücü ve Batı ittifakının temel taşı olan ABD’nin, beyaz üstünlüğünü savunan ırkçı bir lider olan Donald Trump tarafından yönetiliyor olmasıdır. Bu gelişmeler kendiliğinden gerçekleşmedi; burada esas sorumluluk Batı’daki elitlere ait.

Göçmen Karşıtlığının Gerçeklerle Çelişkisi

ABD’nin Trump yönetiminde aldığı yeni pozisyon ve Ukrayna Savaşı’nın ortaya çıkardığı güvenlik krizi, Avrupa’nın en temel sorununun Müslümanlar, göçmenler veya mülteciler olmadığını açıkça gösterdi. Araştırmalar, Almanya’nın göçmen emeğine bağımlı olduğunu ve ekonomisini ayakta tutabilmek için göçmenlere ihtiyaç duyduğunu ortaya koyuyor.

Ancak popülist siyaset asla rasyonaliteye seslenmez, duygulara hitap eder. Bu nedenle, popülist liderler seçmenlerin korkularını manipüle ederek gerçek dışı söylemleri topluma zerk ettiler. Avrupa’daki ana akım medya, entelektüeller ve siyasetçilerin en büyük hatası, aşırı sağın gündemini tartışarak ve normalleştirerek aşırı sağın değirmenine su taşımak oldu. Aşırı sağı durdurmak için onun söylemlerini benimsemeleri de bu süreci hızlandırdı.

Almanya da aynı yolu izliyor. Seçimlerden önce Friedrich Merz’in göçmenlerle ilgili yasa tasarısı girişimi, böyle bir sürecin parçasıydı. Önümüzdeki dönemde Almanya’da göçmenler, mülteciler ve Müslümanlar için oldukça zorlu bir süreç yaşanacak. Araştırmalar ve istatistikler, Almanya’da ırkçılığın ve İslam karşıtlığının hızla yükseldiğini açıkça gösteriyor.

2023 yılında Almanya’da Müslümanlara ve onların kurumlarına yönelik saldırılar büyük ölçüde arttı. Resmi polis istatistiklerine göre, 1.464 İslamofobik suç kaydedildi. Bu, bir önceki yıla kıyasla %140’lık bir artış anlamına gelmekle birlikte, 2017’den bu yana en yüksek seviyeye ulaşıldığını gösteriyor.

Benzer şekilde, Yahudilere ve diğer marjinal gruplara yönelik saldırıları da içeren toplam siyasi motivasyonlu suçlar 2023 yılında rekor seviyeye ulaştı. 60.028 vakayla, siyasi nedenlerle işlenen suçlar, 2001’den bu yana en yüksek seviyesine çıktı.

Alman toplumundaki İslamofobik tutumlar da yüksek seviyelerde seyretmeye devam ediyor. Din Monitörü 2023 raporuna göre, Almanların %52’si İslam’ı bir tehdit olarak algılıyor. Alman Entegrasyon ve Göç Araştırmaları Merkezi (DeZIM) tarafından yayımlanan Irkçılık Monitörü, Almanya’da en fazla ırkçılığa maruz kalan grupların Siyahiler ve Müslümanlar olduğunu ortaya koyuyor.

Berlin Monitörü verilerine göre, katılımcıların %42’si Almanya’da çok fazla Müslüman olduğunu düşünüyor; bu oran 2019’da %29 seviyesindeydi. Çoğu İslamofobik olay kamuoyunda büyük yankı uyandırmasa da, 7 Mayıs’ta yaşanan bir olay ülke genelinde büyük tepki çekti: Okul gezisine katılan Müslüman öğrenciler ırkçı hakaretlere uğradı ve fiziksel saldırıya maruz kaldı. Olayın ardından öğrencilerin güvenli bir şekilde eve dönebilmesi için polis korumasına ihtiyaç duyuldu.

Avrupa’nın Geleceği

Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı (FRA), “AB’de Müslüman Olmak – Müslümanların Deneyimleri” başlıklı raporunu yayımladı. Rapora göre, Avrupa’da Müslümanların neredeyse yarısı (%47) ırk ayrımcılığına maruz kalıyor. Bu oran 2016’da %39’du. Almanya, Avrupa’da Müslüman karşıtı ırkçılığın en yüksek olduğu ikinci ülke konumunda.

Ancak Avrupa’nın en büyük sorunu ne Müslümanlar, ne mülteciler ne de göçmenler. Avrupa’nın en büyük sorunu, Ukrayna Savaşı’ndan güçlenerek çıkması beklenen Rusya olacak. ABD’nin güvenlik garantilerinin olmadığı bir denklemde, Avrupa’nın hızla silahlanması gerekecek ve askeri harcamalar artacaktır. Bu durum, halk için ayrılan sosyal kaynakların askeriyeye kaydırılmasına neden olacak ve aşırı sağın daha da güçlenmesini sağlayacaktır.

Almanya’da aşırı sağ ile ittifak kurulmaması için oluşturulan Brandmauer (yangın duvarı) stratejisi, ne kadar sürdürülebilir, ciddi bir soru işareti olarak duruyor. AfD’nin oylarını artırarak birinci parti konumuna gelmesi durumunda, demokratik sistemin dışında tutulup tutulamayacağı belirsizliğini koruyor.

Peki bu gidişatı tersine çevirmek mümkün mü? Bu ancak ciddi bir zihniyet değişimiyle mümkün olabilir. Avrupa’daki ana akım medyanın, entelektüellerin ve siyasetçilerin ezberlerini bozarak Müslümanları, göçmenleri ve mültecileri şeytanlaştırma politikalarından vazgeçmesi gerekmektedir.

Ancak köklü bir zihniyet ve politika değişimiyle Avrupa’da ve Batı’da aşırı sağın yükselişi durdurulabilir. Aksi takdirde, aşırı sağın söylemlerini benimsemek ya da kopyalamak, onları meşrulaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Avrupa için bu süreç, adeta köprüden önceki son çıkış niteliğinde görünüyor.

Prof. Dr. Enes Bayraklı, Türkiye Araştırmaları Vakfı başkan yardımcısıdır.
Enes Bayraklı
Enes Bayraklı

Prof. Dr. Enes Bayraklı, Türk-Alman Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm başkanıdır. Lisans eğitimini Viyana Üniversitesi’nde tamamladı. Yine aynı üniversiteden 2006’da yüksek lisans ve 2012’de doktora derecelerini aldı. Çalışma alanları arasında İslamofobi, Türkiye-AB ilişkileri, Almanya dış politikası, Avrupa’da aşırı sağ hareketler, terör örgütleri ve dış politika analizi bulunmaktadır. 2015 yılından beri yıllık olarak yayımlanan Avrupa İslamofobi Raporu’nun editörlüğünü yapmaktadır. Bayraklı Türkiye Araştırmaları Vakfı Başkan Yardımcısıdır.

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments