Giriş
13 Haziran 2025’te İsrail’in İran’daki nükleer tesisler ve askeri hedeflere başlattığı hava saldırıları, ertesi gün İran’ın İsrail’e yüzlerce füze fırlatarak yanıt vermesiyle Orta Doğu’da eşi benzeri görülmemiş doğrudan bir çatışmaya dönüşmüştür. İlk gün İran’da aralarında üst düzey komutanların ve bilim insanlarının bulunduğu onlarca kişi hayatını kaybederken İran’ın misilleme saldırılarında İsrail’de en az üç sivil öldü ve çok sayıda kişi yaralandı. Bu gelişmeler, bölgede yıllardır süren örtülü mücadeleyi açık savaşa taşımış, uluslararası toplumda büyük kaygı yaratmıştır. Bu analizde çatışmanın güncel seyri, askeri boyutu, tarafların stratejik söylem ve hedefleri, küresel ve bölgesel aktörlerin diplomatik tepkileri, enerji güvenliği ile ekonomik yansımaları, caydırıcılık dengesi ve vekil aktörlerin rolü incelenmekte ve çatışmanın bölgesel güvenlik mimarisine etkileri değerlendirilmektedir.
Olayların Güncel Seyri
İsrail Hava Kuvvetleri 13 Haziran 2025 gecesi İran topraklarında geniş kapsamlı bir operasyon başlattı. İsrail jetleri, İran’ın İsfahan yakınındaki Natanz uranyum zenginleştirme tesisi başta olmak üzere nükleer altyapıyı ve askeri tesisleri vurdu. Bu sürpriz saldırıda İran’ın savunma sistemleri hedef alındı ve bazı üst düzey askeri komutanlar ile nükleer programda görevli bilim insanları öldürüldü. İran’ın BM temsilcisi, ilk günkü İsrail bombardımanında 78 kişinin öldüğünü ve 300’den fazla yaralı olduğunu bildirdi.
Ertesi gün İran misilleme olarak İsrail’e doğrudan füze saldırısı başlattı. İran ordusu, Tel Aviv ve çevresine dört dalgada yaklaşık 200 balistik füze fırlattığını açıkladı. İsrail hava savunması bu füzelerin büyük bölümünü imha etse de bazıları Tel Aviv bölgesine isabet ederek binaların yıkılmasına ve yangınlara yol açtı. İran’ın saldırılarında İsrail tarafında en az 3 kişi yaşamını yitirdi, 170’ten fazla kişi yaralandı. Tahran semalarında İsrail saldırıları nedeniyle patlama sesleri duyulmaya devam ederken İran yönetimi hava sahasını sivil uçuşlara kapattı ve stratejik Hürmüz Boğazı’nı gemi trafiğine ikinci bir duyuruya kadar kapattığını ilan etti. İsrail de operasyonun devam edeceğini duyurarak 150’den fazla İran hedefini vurduğunu açıkladı. Çatışma haziran ayı ortasında karşılıklı saldırılarla tırmanırken, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi acil toplantı kararı aldı ve uluslararası toplum taraflara gerilimi düşürme çağrısında bulundu.
Askeri Gelişmeler ve Karşılıklı Saldırılar
İsrail’in askeri operasyonu, kapsam ve hedef seçimi bakımından İran’a karşı benzeri görülmemiş bir hamledir. Tel Aviv hükümeti, hava saldırılarıyla İran’ın nükleer programını sekteye uğratmak ve füze kapasitesini zayıflatmak amacıyla öncelikle İran’ın hava savunmasını ve kritik altyapısını vurmuştur. Natanz ve İsfahan’daki uranyum zenginleştirme tesislerine ağır hasar verildiği, ayrıca İran ordusunun komuta kademesinden isimlerin etkisiz hâle getirildiği bildirilmektedir. Bu saldırılar, İran’ın misilleme kapasitesini sınırlamaya yönelik planlı bir ilk darbe niteliğindeydi.
İran ise askeri karşılık olarak en güçlü kozu olan balistik füze ve insansız hava araçlarını kullandı. Yaklaşık 200 balistik füze ile İsrail’in büyük kentlerini hedef alan Tahran, İsrail topraklarına doğrudan saldırı düzenleyerek tarihinde bu ölçekte bir misilleme yaptı. İsrail’in çok katmanlı savunma sistemi (Demir Kubbe, Arrow vb.) birçok füzeyi havada imha ettiyse de bazı füze ve insansız hava araçları İsrail’e ulaşarak maddi hasar ve can kaybına yol açtı. Tarafların bu eylemleri, karşılıklı caydırıcılığın artık açık çatışma içinde sınandığını ve geleneksel dengenin bozulduğunu göstermektedir.
İsrail ve İran’ın Stratejik Söylemleri ve Hedefleri
Taraflar, çatışmayı meşrulaştırmak ve destek toplamak için güçlü söylemlere başvurmuştur. İsrail, İran’ın nükleer silah elde etme ihtimalini “varoluşsal tehdit” olarak tanımlayarak saldırıyı önleyici meşru müdafaa şeklinde sunmaktadır. Başbakan Benyamin Netanyahu, operasyonun İran’ın nükleer ve balistik füze kapasitesini yok etmeyi hedeflediğini belirtmiş, diplomasi yolunun tükendiğini savunmuştur. Netanyahu ayrıca yayınladığı mesajlarla İran halkına seslenerek “sizi baskı altında tutan İslami rejim zayıfladı, özgürlüğünüz için ayağa kalkın” şeklinde çağrılar yapmış ve İran’da bir rejim değişimini teşvik eden bir retorik kullanmıştır. Bu söylem, İsrail’in uzun vadede sadece İran’ın nükleer programını değil, rejimini de hedef alan bir stratejik amaç güttüğü izlenimini vermektedir.
İran ise söylemini egemenlik ve direniş temaları üzerine kurmuştur. İranlı liderler, İsrail’in saldırısını “yasadışı bir saldırganlık ve uluslararası hukukun ihlali” olarak niteleyip İran’ın meşru müdafaa hakkını kullandığını vurgulamışlardır. Tahran, nükleer programının barışçıl olduğunu tekrar ederken İsrail’in eylemlerinin İran’ı nükleer silah geliştirme seçeneğini düşünmeye itebileceği imasında bulunmuştur. İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, İsrail’i “büyük bir bedel ödeyeceği” konusunda uyararak saldırılara devam edilirse Tahran’ın misillemelerini şiddetlendireceğini açıklamıştır. Ayrıca İran, ABD ve Avrupalı müttefiklerini uyararak İsrail’e askeri destek vermeleri halinde bölgedeki Amerikan üsleri ve gemilerinin hedef alınabileceğini dile getirmiştir. Bu stratejik mesajlarla İran, hem kendi halkına kararlılık gösterisi yapmakta hem de dış aktörleri çatışmadan uzak durmaya caydırmaya çalışmaktadır.
Uluslararası ve Bölgesel Diplomatik Tepkiler
Çatışma, dünya genelinde diplomatik yankılar uyandırmıştır. Amerika Birleşik Devletleri, Başkan Donald Trump liderliğinde İsrail’e tam destek vermiştir. Trump, İsrail’in İran’daki operasyonunu övgüyle karşılayarak Tahran rejimini nükleer programını kısıtlamadığı takdirde “daha kötüsüyle” tehdit etmiş ve İran’a yönelik herhangi bir itidal çağrısında bulunmamıştır. Washington, müttefiki İsrail’in savunmasına doğrudan katkı sunmuş; ABD askeri yetkilileri, İran füzelerinin bir kısmının Amerikan sistemlerince vurulduğunu belirtmiştir. Ayrıca ABD, İran’a “bölgedeki Amerikan unsurlarını hedef alırsanız sonuçları ağır olur” mesajı vererek çatışmanın genişlemesine karşı sert uyarıda bulunmuştur.
Avrupa Birliği ve Avrupa ülkeleri ise endişe ve diplomasi çağrılarıyla tepki göstermiştir. Brüksel, gerilimin tırmanmasından kaygı duyduğunu belirterek taraflara itidal telkin etmiş, krizin diplomatik yollarla çözülmesi gerektiğini vurgulamıştır. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, “İsrail’in güvenliğini destekliyoruz ve İsrail saldırıya uğrarsa, Fransa bunu yapabilecek bir konumda ise İsrail’i savunmak için operasyonlara katılacaktır” diyerek İsrail’e koşullu destek beyan etmiş, ancak Fransa’nın “herhangi bir saldırı operasyonuna” katılmayacağını açıkça belirtmiştir. Ayrıca Macron, İran’ın nükleer ve balistik füze faaliyetlerine karşı her zaman diplomasi yolunu tercih ettiklerini vurgulayarak Fransa’nın bu saldırıyı onaylamadığını ifade etmiştir. Ancak Avrupalılar bu kriz karşısında kendilerini kenara itilmiş buldu; İsrail operasyonunu önceden haber vermediği için Avrupa’nın diplomatik etkisi çok sınırlı kaldı. Rusya ve Çin de çatışmaya tepki gösteren diğer büyük güçlerdir: Rusya, İsrail’in saldırısını “provokatif ve sebepsiz” diyerek kınamıştır. Çin ise taraflara itidal tavsiye ederek enerji güvenliğine vurgu yapmış, diplomatik çözüm çağrısı yapmıştır.
Bölge ülkelerinden gelen tepkiler farklı tonlardadır. Körfez Arap ülkeleri (Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri vb.), İran’ın saldırganlığı konusunda İsrail ile benzer endişeler taşısalar da İsrail’in askerî harekâtını desteklememişlerdir. Bu ülkeler, çatışmanın bölgesel istikrarı tehdit ettiğini belirterek acilen ateşkes çağrısında bulunmuşlardır. Özellikle Hürmüz Boğazı’nın kapanması karşısında Körfez ülkeleri, petrol ihracatlarının riske girmesi nedeniyle uluslararası topluma duruma müdahale etme çağrısında bulunmuştur. Ürdün Kralı II. Abdullah, İsrail’in İran’a saldırılarının “çok ciddi olumsuz yansımaları” olacağını söyleyerek bölge barışına dair kaygısını ifade etmiştir. İran’a yakın müttefikler olan Suriye ve Irak ise İsrail’i şiddetle kınamış, İran’la dayanışma içinde olduklarını açıklamışlardır.
Türkiye, çatışmanın ilk anından itibaren İsrail’i kınayan en sert ülkelerden biri olmuştur. Dışişleri Bakanlığı, İsrail’in İran’a yönelik hava saldırısını “en güçlü şekilde” kınamış ve bunu bölgede stratejik istikrarı bozmayı hedefleyen bir provokasyon olarak nitelemiştir. Türkiye, bu eylemin bölgesel istikrarı bozduğunu belirterek İsrail’i saldırganlığa son vermeye ve uluslararası toplumu çatışmayı durdurmak için harekete geçmeye çağırmıştır.
Caydırıcılık Dengesi ve Vekil Aktörlerin Rolü
Bu kriz, İsrail ile İran arasında yıllardır geçerli olan caydırıcılık dengesini kökten sarsmıştır. Önceden taraflar doğrudan çatışmaktan kaçınarak vekil aktörler üzerinden mücadele etmekteydi ancak Haziran 2025 itibarıyla hem İsrail hem İran, karşı tarafın kırmızı çizgilerini göze alarak doğrudan güç kullanmıştır. Tarafların bu eylemleri, karşılıklı caydırıcılığın artık açık çatışma içinde sınandığını ve geleneksel dengenin bozulduğunu göstermektedir.
Vekil aktörler, bu dengede kritik fakat henüz tam devreye girmemiş unsurlardır. Özellikle Lübnan’daki Hizbullah, elindeki on binlerce roketle çatışmanın seyrini değiştirebilecek kapasitededir. İsrail ordusu, ihtiyatlı davranarak Lübnan sınırında birliklerini güçlendirmiştir. Şu ana dek Hizbullah cepheyi genişletmese de İran’ın baskı altına girmesi durumunda bu gruba İsrail’e saldırma talimatı vermesi olasıdır. Böyle bir ikinci cephe açılması, çatışmayı bölgesel bir savaşa dönüştürebilir. Benzer şekilde, Irak’taki İran yanlısı milis gruplar ve Yemen’deki Husiler de çatışmaya dahil olma potansiyeline sahiptir. Öte yandan İsrail de Suriye ve Gazze gibi cephelerde İran destekli unsurlara karşı tetikte durmaktadır.
Sonuç olarak, çatışmanın tırmanması hâlinde vekil aktörlerin devreye girmesi, mevcut krizin çok cepheli bir bölgesel çatışmaya dönüşmesi riskini barındırıyor. Bu durumda caydırıcılık dengesi tamamen çökecek ve tarafların doğrudan karşı karşıya gelmediği önceki dönem dengesi yerini kontrolü zor bir kaosa bırakacaktır. Taraflar şu aşamada vekil güç kartını büyük ölçüde kullanmayarak çatışmayı sınırlı tutmaya çalışsa da dengede kalıcı bir bozulma yaşanmıştır.
Bölgesel Güvenlik Mimarisi Üzerindeki Etkiler
İsrail-İran çatışması, Orta Doğu’nun güvenlik mimarisini oluşturan dengeleri alt üst etmektedir. Son dönemde bölgede oluşmaya başlayan yumuşama eğilimleri – örneğin bazı Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki normalleşme (Abraham Anlaşmaları) ve Suudi Arabistan-İran arasındaki diplomatik yakınlaşma – bu krizle ciddi darbe almıştır. Bölge yeniden keskin kamplara ayrılma tehlikesiyle karşı karşıyadır: Bir tarafta İsrail ve gayriresmî olarak bazı Sünni Arap müttefikleri, diğer tarafta İran ve onun “direniş ekseni”. İsrail’in İran’a saldırısı, özellikle Körfez ülkelerinin İsrail’le stratejik iş birliğini zor bir duruma sokmuştur; zira bu ülkeler İran’ın zayıflamasını isteseler de açık savaşa ve bunun ekonomik bedellerine hazır olmadıklarını gördüler.
Çatışma, Orta Doğu’da yeni bir silahlanma yarışının fitilini ateşleyebilir. İsrail’in konvansiyonel üstünlüğüne rağmen İran’ı tamamen durduramaması, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi bölgesel güçleri kendi caydırıcılık kapasitelerini (hatta nükleer teknoloji edinme arayışlarını) artırmaya sevk edebilir. İran da saldırılar karşısında uzun vadede gerçekten nükleer silah geliştirmeyi bir güvenlik garantisi olarak görebilir. Bu senaryolar, bölgesel güvenlik mimarisinin daha da istikrarsızlaşacağı anlamına geliyor. Uluslararası sistem açısından bakıldığında ise BM gibi kolektif güvenlik mekanizmalarının bu krizde etkisiz kalması, Orta Doğu’da kalıcı bir barış düzeni kurulmasının uzak bir hedef olduğunu düşündürüyor. Ancak şu an itibarıyla, İsrail-İran çatışması Orta Doğu’da yakın tarihin en tehlikeli güç mücadelesini ortaya koymuş ve var olan güvenlik düzeneklerini ciddi biçimde sarsmıştır.
Politika Önerisi
Mevcut kriz, Birleşmiş Milletler ve küresel aktörlerin Orta Doğu’daki yapısal güvenlik sorunlarına etkin müdahale edemediğini bir kez daha ortaya koymuştur. Bu bağlamda, İran’ın nükleer programına ilişkin şeffaf, denetlenebilir ve geri dönüşü olmayan bir çerçevede diplomatik temaslar yeniden başlatılmalıdır. Bu sürecin, yalnızca Batılı ülkelerle değil, bölgesel aktörlerle birlikte yürütülmesi, çözümün kalıcılığı açısından önem taşımaktadır.
Türkiye ve Umman gibi tarafsız ve güvenilir görülen bölgesel ülkeler, İran ile İsrail arasında dolaylı temaslara aracılık edebilecek potansiyele sahiptir. Bu tür arabuluculuk çabaları, kırmızı çizgilerin netleştirilmesi ve olası yanlış anlamaların önlenmesi açısından hayati bir işlev görebilir.
Ayrıca Körfez ülkelerinin güvenlik ve enerji istikrarına ilişkin kaygıları göz önüne alınarak, Hürmüz Boğazı çevresinde çok taraflı bir deniz güvenliği mekanizması oluşturulmalı; bu mekanizma enerji akışının sürekliliğini sağlarken taraflar arasında güven inşasına katkıda bulunmalıdır.
Son olarak, vekâlet savaşlarının sınırlandırılması amacıyla, İran’ın desteklediği grupların İsrail’e doğrudan saldırılarını durdurması, karşılığında İsrail’in de Suriye ve Lübnan’daki hedeflere yönelik hava operasyonlarını askıya alması yönünde karşılıklı ve gayriresmî bir “çatışmasızlık mutabakatı” sağlanmalıdır. Bu tarz geçici anlaşmalar, geniş çaplı çatışmaların önlenmesinde etkili bir ön adım olabilir.
Sonuç
Haziran 2025’te patlak veren İsrail-İran çatışması, bölgesel güç dengelerini ve uluslararası güvenliği çok yönlü olarak etkilemiştir. İsrail’in önleyici saldırıları İran’ın nükleer programını hedef alırken Tahran’ın misillemeleri İsrail’in savunma sınırlarını zorlamıştır. Bu kriz, her iki ülkenin de ağır bedeller ödeyeceği bir çıkmazı gözler önüne sermektedir. Aynı zamanda, Orta Doğu’daki bir çatışmanın enerji piyasalarından küresel diplomasiye uzanan domino etkisi yaratabileceği teyit edilmiştir.
Kalıcı bir çözüm ise İran’ın nükleer programına ilişkin kapsamlı bir anlaşma ve bölgesel güvenlik düzenlemelerinin kurulmasına bağlıdır; aksi takdirde bu çatışma bölgesel istikrarsızlığın kronikleşmesine yol açabilir. Sonuç olarak, İsrail ile İran arasındaki bu çatışma, taraflara askeri güç kullanımının sınırlarını ve risklerini göstermiş; barış ve diplomasi yolunun ne kadar hayati olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Tarafların ve küresel güçlerin bundan çıkaracağı ders, Orta Doğu’da daha güvenli ve istikrarlı bir geleceğin inşası için kritik önemdedir.

