9 Eylül Salı günü Katar, uzun bir aradan sonra yeniden patlama seslerine ve alışık olmadığı bir kaosa tanıklık etti. Bu kez başrolde İran değil, İsrail vardı. Haziran ayında İran’ın ABD’nin saldırılarına misilleme olarak El Udeid Amerikan Üssü’ne yaptığı sınırlı ve kontrollü, yaygın oranda “göstermelik” görülen saldırının aksine, bu sefer Doha’nın merkezinde sivil yerleşimlerin bulunduğu bölgede patlama sesleri duyuldu, dumanlar yükseldi. Kısa süre sonra İsrail’in Hamas liderliğini hedef alan bir operasyon gerçekleştirdiği anlaşıldı.
İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF), Şin Bet güvenlik servisi ile ortaklaşa düzenlenen bu “nokta atışı” operasyonda Hamas’ın üst düzey yöneticilerinin hedef alındığını açıkladı. Ancak saldırıda planlandığı gibi üst düzey lider kadrosu değil, daha alt kademeden beş Hamas mensubu ile görev başındaki bir Katarlı polis memuru yaşamını yitirdi. ABD, İsrail ve Hamas arasında ateşkes ile esir takası anlaşması için müzakerelerin sürdüğü bir dönemde, bizzat arabulucu ülke olan Katar’a böylesi bir saldırıya maruz kalması vahim bir durum.
İsrail’in, NATO üyesi olmayan ancak ABD’nin “NATO dışı önemli müttefik” statüsü verdiği Katar’a düzenlediği bu benzeri görülmemiş saldırı, Filistin’in yanı sıra İran, Lübnan, Suriye, Tunus ve Yemen’i takiben bölgedeki askeri operasyonlarını genişletmesi anlamına geliyor. Katar’da yaklaşık 11 bin Amerikan askeri personelinin konuşlu olduğu dikkate alındığında, bu gelişme yalnızca Körfez’de değil Orta Doğu genelinde istikrarsızlığı daha da derinleştirme potansiyeli taşıyor.
ABD Güvenlik Şemsiyesinin Sorgulanması
İsrail’in saldırısı pek çok açıdan hem Katar hem de Körfez için bir kırılma noktası niteliğinde. İsrail’in, Hamas konusunda yıllardır arabulucu ülke olarak bizzat devrede olan Katar’ı ilk kez doğrudan hedef alması, bölgede güvenlik algılarını temelden sarsıyor. Akla gelen ilk soru ise şu: Eğer İsrail, istediği zaman istediği yerde saldırı gerçekleştirebiliyorsa ABD tarafından engellenmiyor hatta belki zımni onay alıyorsa, Amerikan güvenlik şemsiyesinin ve topraklarda bulunan ABD üslerinin Körfez ülkelerine ne faydası var?
Washington’un bölgedeki kilit müttefiklerinden biri olan ve Orta Doğu’daki en büyük ABD üssüne ev sahipliği yapan Katar, son olarak mayıs ayında Körfez turuna çıkan ABD Başkanı Donald Trump’ı ağırlamış; kendisine “hediye” edilen Boeing 747 model uçak ise “rüşvet” tartışmalarına yol açmıştı.
Ancak ne ABD ile iyi ilişkiler ne üs ne de pahalı hediyeler İsrail’in saldırısını engelleyemedi. Bir haydut devlet gibi davranan İsrail, her türlü kırmızı çizgiyi aşmaya ve uluslararası hukuku çiğnemeye hazır olduğunu bir kez daha pervasızca tüm dünyaya gösterdi.
Aslında 7 Ekim sonrası süreçte ABD’nin İsrail söz konusu olduğunda hiçbir kırmızı çizgi tanımadığı ve İsrail’in güvenliğini her şeyin önüne koyduğu zaten giderek aşikâr hâle gelmişti. Ancak salı günkü saldırıyla birlikte Körfez ülkelerinin kendilerine zaten sorduğu ve bundan sonraki dönemde daha çok sormak zorunda kalacakları en önemli soru, ABD’nin gerçekten bir güvenlik garantörü mü, yoksa tam tersi, özellikle de İsrail söz konusu olduğunda, artık bir güvensizlik kaynağı mı olduğu.
İsrail Tehdidinin Somutlaşması
Katar’daki saldırı, 7 Ekim’den bu yana değişmekte olan güvenlik ve tehdit algılarını daha kalıcı biçimde değiştirebilecek şu ana kadarki belki de en somut gelişme. Geleneksel olarak İran’ın başlıca tehdit görüldüğü Körfez bölgesinde artık İsrail’in doğrudan ve istediği zaman saldırabilecek, üstelik kimse tarafından da engellenmeyecek bir aktör hâline gelmesi tehdit algılarının bundan sonraki gelişiminde şüphesiz rol oynayacak.
İsrail’in bir Körfez ülkesine doğrudan saldırı yaparak bu denli somut bir tehdit hâline gelmesi, Katar’a yapılan saldırıyı topyekûn kınayan ve Doha ile ilk andan itibaren sıkı bir dayanışma sergileyen diğer Körfez ülkeleri için İsrail’le normalleşme konusunda ciddi bir sınama olacaktır. Daha önce Tel Aviv’le normalleşen Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn gibi ülkelerin İsrail’le normalleşmenin bölgeye sanıldığı gibi barış ve huzur getirmediğine dair sorgulamalar yapması mümkünken, uzun süredir üzerinde normalleşme baskısı olan Suudi Arabistan’ın ise bu dosyayı uzunca bir süreliğine kapatması beklenebilir.
Körfez’in Temellerine Darbe
Saldırı aynı zamanda barış ve refah algısı üzerine kurulu olan Körfez’in kırılganlığını da gözler önüne sermesi bakımından bir milat olabilir. Nitekim bugün Doha’da yaşanan, yarın diğer Körfez başkentlerinde de pekâlâ yaşanabilir. İsrail’in Katar’a saldırısı, bu anlamda tüm Körfez’e yapılmış bir saldırı olarak düşünülmeli. Saldırı yalnızca Katar’ın değil, bütün Körfez’in üzerine inşa edildiği güvenlik ve istikrar zeminini sarstı. Körfez’in kendini tanımladığı ve dünyaya sunduğu zengin, güvenli, istikrarlı bir fanus imajı ciddi bir darbe almış oldu. Batı güvenlik şemsiyesi altındaki o fanusun aslında sanıldığı kadar sağlam olmadığı, aksine son derece kırılgan olduğu görüldü, ki bu durumun, yabancılar ve yatırımlar için hep bir cazibe merkezi olarak görülen bölge açısından demografik ve ekonomik etkileri olacaktır.
Doha’da yaşanan Doha ile sınırlı kalmayacak. İsrail’in 9 Eylül Katar saldırısı, önümüzdeki dönemde Körfez’in güvenlik mimarisini derinden etkileyecek ciddi bir kırılma noktası.
Feyza Gümüşlüoğlu, gazetecidir.