Cuma, Eylül 19, 2025

Sâmirîler

Kudüs’ün Kutsallığını Reddeden Bir Yahudi Topluluğu

Sâmirîler, İsrailoğulları’na ait kadim geleneğini sürdürdüklerini belirterek tarih boyunca kimliklerini kutsal mekân anlayışı üzerinden inşa etmişlerdir. Onlara göre Gerizim Dağı, Tanrı’nın seçtiği tek kutsal yer olup bütün ibadetlerin merkezinde yer almaktadır. Bu dini yaklaşım, toplumsal hafızanın ve kimlik bütünlüğünün de bir unsuru hâline gelmiştir. Kudüs’ün reddedilmesi, Sâmirî kimliğini Yahudi geleneğinden kesin biçimde ayırmış ve bu farklılık onları tarih boyunca dini, siyasi ve kültürel anlamda ayrı bir yol takip etmeye yöneltmiştir. Yine kutsal metinlerin yorumunda ortaya çıkan Gerizim merkezli okuma, Sâmirî geleneğinin en dikkat çekici yönlerinden birini oluşturmaktadır. Bu tutumları, Yahudi merkezli tarih yazımına karşı alternatif bir teolojik ve tarihsel hafıza üretmelerine imkân tanımıştır. Böylelikle Sâmirîler, küçük bir topluluk olmalarına rağmen kendilerine özgü bir dini kimlik geliştirmiş ve bunu günümüze kadar taşıyabilmiştir. Modern dönemde Sâmirîlerin varlığını sürdürebilmesi hem İsrail hem de Filistin bağlamında hassas bir denge siyasetine dayanmaktadır. Holon ve Kiryat Luza’daki cemaatler, farklı siyasi otoritelerle ilişki kurmak zorunda kalsalar da Gerizim merkezli kimliklerini koruyabilmek için kapalı ve dayanışmacı bir toplumsal yapı sürdürmüşlerdir. Bu yapı, asimilasyon baskılarına ve demografik küçülmeye rağmen topluluğun ayakta kalmasına katkı sağlamaktadır.

Sâmirîler

Sâmirîler, Musa Peygamber’in yasasını asli şekliyle devam ettiren topluluğun kendileri olduğunu vurgulayan ve günümüze dek varlığını sürdüren küçük bir etnik-dini topluluktur. Kökenlerine dair anlatılar Sâmirî ve Yahudi geleneklerinde tamamen zıt yöndedir. Yahudi geleneğine ait metinlerde, M.Ö. 722’de Asur İmparatorluğu’nun İsrail Krallığı’nı yıkmasının ardından bölge halkının büyük kısmının sürüldüğü ve yerine Babil, Kuta, Hamat gibi bölgelerden yabancı halkların iskan edildiği anlatılmaktadır. Bu anlatı, Sâmirîye bölgesinde putperest unsurlarla karışmış melez bir toplum oluştuğunu iddia etmektedir. Bu doğrultuda Yahudi geleneği Sâmirîleri Kutim (Kutalılar) olarak adlandırarak onların aslında İsrailoğullarına mensup olmadıklarını vurgulamaktadır. Sâmirîler ise kendi kökenlerine dair bambaşka bir tarih anlatısına sahiptir. Kutsal metinlerinde ve kroniklerinde kendilerini “Yasa’nın koruyucuları” anlamında Şamerim olarak tanımlayan Sâmirî toplumu, aslında M.Ö. 13. yüzyılda Kenan diyarına giren İbranî kabilelerin bir parçası olduklarını ileri sürer. Sâmirî geleneğine göre kuzeydeki Efrayim ve Menaşe kabilelerinin soyundan gelmektedirler. Sâmirîler kendi tarih başlangıçlarını, Yeşu önderliğinde Kenan topraklarının ele geçirilmesi ve hemen akabinde Ahit Sandığı’nın Gerizim Dağı’na yerleştirilmesine kadar geri götürürler. Bu anlatıya göre Yeşu, İsrailoğullarının Kenan’a girişinin ikinci yılında Gerizim Dağı’nda bir tapınak inşa etmiş ve Musa’dan beri onlarla birlikte taşınan Buluşma Çadırı’nı da buraya yerleştirmiştir. Böylece Kudüs’te Süleyman tarafından Tapınak yapılmadan yüzyıllar önce Gerizim Dağı’nda ibadet merkezi kurulmuştur. Sâmirîlere göre Eli adında bir kohen, Gerizim’deki en yüksek dini otoriteye haksız yere talip olmuş, başarılı olamayınca çevresindekilerle birlikte Şilo’ya giderek orada ayrı bir kutsal mekân tesis etmiştir. Bu olay, İsrailoğulları içinde bölünmeye yol açmış ve zamanla Şilo’dan Kudüs’e uzanan Yahudi geleneği ile Gerizim’de kalmaya devam eden Sâmirî geleneği birbirine düşman iki ayrı toplumsal yapı hâline gelmiştir. Sâmirî anlatımı Yahudileri, Tanrı’nın emrine karşı gelerek Gerizim’i terk eden ve Eli’nin öncülüğünde sapkınlığı sürdüren bir topluluk olarak nitelerken Yahudi geleneği, Sâmirîleri aslen İsrailli olmayan yabancı unsurlarla karışmış heretik bir grup olarak betimlemiştir.

Sâmirîlik İsrailoğullarının kadim inanç esaslarına dayanmakla birlikte Yahudi geleneğinden belirgin ayrışmalar içermektedir. Sâmirîlere göre Yahve tek Tanrı olarak kabul edilmektedir. Musa en büyük ve son peygamber olarak görülmüştür. Kutsal metinler ise sadece Musa Peygamber’e vahyedildiğine inanılanlarla sınırlı tutulmuştur. Ayrıca Gerizim Dağı’nın Tanrı tarafından kutsal kılınmış tek mekân olduğu ifade edilmiştir. Yine ahiret ve kıyamet gününde Tanrı’nın insanları yargılayacağına dair inanca da sahip olmuşlardır. Bu ilkelerden de görüldüğü üzere Sâmirîler, Yahudi geleneğine ait peygamberlerin büyük kısmını ve sonradan yazılan dini metinleri reddeder. Onlara göre Musa’nın beş kitabı (Tora) dışında kalan Nevi’im (Peygamberler) ve Ketuvim (Yazılar) bölümleri bağlayıcı değildir ve kutsal metin olarak kabul edilmez. Benzer şekilde Yahudiliğin temeli olan sözlü yasa ve Talmud geleneği de Sâmirîlikte reddedilir. Sâmirîlerin kutsal kitabı, Yahudilerin elindeki Tora metnine büyük ölçüde benzeyen ancak bazı önemli farklılıklar içeren Sâmirî Tevratı’dır. Sâmirî Tevratı ile Yahudilerin kullandığı Tevrat metni arasında 6000 civarında farklılık saptanmıştır. Bunların bir kısmı küçük imla ve dil farklılıkları olsa da bazıları inanç ve ibadet açısından kritik öneme sahiptir. Örneğin Sâmirî Tevratı’nda On Emir’in sonuncusu, Yahudi Masoretik metninden farklı olarak Gerizim Dağı’nın kutsallığıyla ilgilidir. Sâmirî metninde bulunan bu emir, İsrailoğullarına Şeria Nehri’ni geçtikten sonra Gerizim Dağı’nda bir sunak kurmalarını, orada Rab’be kurbanlar sunup sevinç duymalarını emreder. Masoretik metinde yer almayan bu ilave emir, Sâmirî inancında Gerizim Dağı’nın önemini açıkça ortaya koyar.

Sâmirîlikte Musa sonrasında bir peygamberlik ya da Tora dışında bir vahiy kitabı kabul edilmediğinden Yahudilikte önemli yer tutan Davut, Süleyman, Yeşeya, Yeremya gibi isimler Sâmirî literatüründe otorite sahibi değillerdir. Hatta Sâmirî kronikleri, bu isimleri olumsuz biçimde tasvir etmektedir. Örneğin Yahudilere göre büyük peygamber olan Samuel, Sâmirî geleneğinde kral Saul’ü meshederek İsrailoğullarının birliğini bozan kişi olarak eleştirilir. Keza Kral Davut ve oğlu Süleyman, Sâmirî metinlerinde eleştiri ve suçlamalarla anılır. Bu tür anlatılar, Sâmirîlerin Yahudi tarihine bakışının ne denli ayrışık olduğunu göstermesi bakımından çarpıcıdır. Yine Sâmirîler, Davut soyundan beklenen Mesih kavramını da reddederler. Onun yerine Levi veya Yusuf soyundan gelip Musa’nın şeriatını ihya edeceğine inandıkları bir kurtarıcı-peygamber (Taheb) beklentisi taşırlar.

Sâmirîlerin ibadet uygulamaları Tevrat merkezli bir şekilde sürdürülür ve yalnızca Tevrat’ta emredilen bayramlar kutlanır. Bu bayramların içeriği Yahudi geleneğiyle benzerlik gösterse de Pesah kurbanının fiilen uygulanması gibi bazı önemli farklılıklar bulunmaktadır. Dolayısıyla dünya üzerinde kurban ibadetini sürdüren ender Yahudi gruplarından biri Sâmirîlerdir. Her yıl Pesah akşamı tüm Sâmirî cemaati Gerizim Dağı’nda toplanarak, Tevrat’ın Çıkış kitabında emredildiği şekliyle bir kuzu kurban etmektedir. Sâmirîler kurban dışında da Musa şeriatının gereklerini harfiyen yerine getirmeye gayret ederler. Sâmirî din adamları, nesilden nesle görevi devralan kohenlerdir. En yaşlı kohenin Rabban olarak görev yaptığı bu hiyerarşi, günümüzde de devam etmektedir. 2013 yılından bu yana görev yapan Rabban Aabed-El ben Aşer, topluluğun dinî önderi olarak Gerizim Dağı’nda ikamet etmektedir.

Kutsal Mekân Anlayışı

Sâmirî geleneğinde kutsal mekân kavramı, diğer tüm öğretilerin merkezinde yer alır ve Sâmirî kimliğinin en ayırt edici unsurudur. Bu anlayışın odak noktası, Sâmirîye bölgesindeki Gerizim Dağı ve kadim Şekem (Nablus) şehridir. Sâmirîlere göre Gerizim, “Tanrı’nın dünyada seçip kutsal kıldığı tek yer”dir. Topluluk, bu dağa atfettikleri kutsiyeti hem kendi kutsal metinlerinden hem de ortak İbrani mirasının ilk dönemlerinden gelen referanslardan alır. Tevrat’ta Gerizim Dağı ve civarının defalarca anılması Sâmirîler için tesadüf değildir. Örneğin Tekvin kitabında, ataları İbrahim ve Yakup’un Kenan diyarına girer girmez Şekem civarına geldikleri, orada Tanrı’ya sunaklar yaptıkları belirtilir. Yine Yusuf Peygamber’in naaşının Mısır’dan çıkış sonrası Şekem’e getirilip burada defnedildiği anlatılır. Bu ve benzeri “ata anlatıları”, Gerizim çevresinin kutsallığıyla ilişkilendirilmiştir.

Gerizim Dağı’nı doğrudan zikreden en önemli metin ise Tevrat’ın Tesniye kitabıdır. Burada “Rab sizi mülk edinmek için götürdüğü diyara kavuşturduğunda Gerizim Dağı’nda bereketi, Eval Dağı’nda laneti duyuracaksınız” ifadesi yer alır. Ardından Tesniye 27. bölümde İsrailoğullarına Şeria Nehri’ni aştıktan sonra altı kabilenin Gerizim Dağı üzerinde durup halkı kutsaması emredilir. Gerizim Dağı’nın Sâmirî teolojisindeki yerini sağlamlaştıran bir diğer unsur da Tevrat’ta geçen çeşitli özel terimlere yüklenen yorumlardır. Sâmirîler Tevrat’ta Gerizim’i nitelendiren farklı ifadelerin bulunduğunu belirtirler. Bunların içinde en meşhuru Bet-El (Tanrı’nın evi) kelimesidir. Yakup’un Bet-El adını verdiği yerin aslında Şekem ve Gerizim bölgesi olduğu Sâmirî yorumlarda sıkça vurgulanır. Yine Tekvin’de İbrahim Peygamber’in İshak’ı kurban etmek üzere götürüldüğü Moriya diyarının da aslında Kudüs’teki Moriya Tepesi değil Gerizim olduğu iddia edilir. Sâmirîler, Yahudi yorumcuların Moriya’yı Kudüs ile özdeşleştirmesini sonradan uydurma sayar ve Tanrı’nın İbrahim’e işaret ettiği dağın Gerizim olduğunu savunurlar. Yine Tevrat’ta sık geçen ha-Makom (o yer) teriminin pek çok yerde doğrudan Gerizim Dağı’nı ima ettiği düşünülür. Örneğin Çıkış 23:20’de Tanrı, “Sizi hazırladığım yere götürmesi için önünüzden bir melek göndereceğim” dediğinde Sâmirî geleneği bu “hazırlanmış yer”in Gerizim olduğuna inanır. Bu örnekler, Sâmirîlerin kutsal metin okumalarında sürekli olarak Gerizim merkezli bir anlayış geliştirdiklerini ve böylelikle kendi inançlarını Tevrat içinde temellendirdiklerini gösterir.

Gerizim Dağı’nın kutsallığını inanç esaslarının dördüncü maddesi olarak benimseyen Sâmirîler, Kudüs konusunda olumsuz ve reddedici bir tavır sergilemektedir. Yahudi geleneğindeki Kudüs’ün kutsallığı iddiasını, insan eliyle ortaya çıkmış Tevrat dışı bir yenilik sayarlar. Tora metinlerinde Kudüs, Şalem adıyla yalnızca bir kez, Melkisedek kıssasında geçer (Tekvin 14:18) ve orada da herhangi bir kutsiyet atfedilmez. Bu yüzden Sâmirîler, Kudüs merkezli din anlayışını tarihsel bir sapma olarak nitelerler. Sâmirî kutsal metinlerinde Kudüs’e atfen kullanılan tabirler de bu olumsuz tutumu yansıtır. Örneğin Sâmirîler, “Mukaddes Mabet” olarak isimlendirilen Bet ha-Mikdaş’ı, “utanç evi” manasındaki Bet Maktaş kelimesiyle aşağılamışlardır. Yine Kudüs (Yeruşalayim) için de “lanetli şehir” anlamına gelen Arure Şalem ifadesini kullanmışlardır. Bu tür ifadeler, Sâmirîlerin Kudüs’ü ilahi lütuf değil tam tersine ilahi gazapla ilişkilendirdiklerini ima eder.

Sâmirîler kendi tarih perspektiflerinden baktıklarında, Kudüs merkezli Yahudi geleneğini Musa’nın yasasından bir kopuş olarak değerlendirirler. 2015 yılında Anadolu Ajansı’na konuşan bir Sâmirî din adamı Hosni el-Sâmirî “Yahudiler aslında asli inançtan kopan bir topluluktur ve Kudüs’ü yeni kutsal yerleri yapmışlardır. Tevrat’ta ‘Yahudi’ diye bir kavram yoktur. Sadece İsrailoğulları ifadesi vardır.” şeklinde bir açıklama yapmıştır. Bu sözler, Sâmirî bakış açısına göre İsrailoğullarının yegâne devamı olarak kendilerini gördüklerini, Yahudilerin ise sonradan ortaya çıkan görüşleri doğrultusunda sapkın bir grup olarak saydıklarını gösterir. Aynı din adamı, “Kadim Tevrat ile Yahudilerin elindeki metin arasında binlerce fark var. Onlar İbraniceyi bile değiştirdiler.” diyerek Yahudi kutsal metin geleneğinin de güvenilir olmadığını öne sürmüştür.

Günümüz Sâmirîleri

Günümüzde toplam nüfusları 900 civarında olan Samirler, biri Holon şehrinde diğeri ise Batı Şeria’da Nablus yakınındaki Kiryat Luza köyünde olmak üzere iki ana yerleşim biriminde yaşamaktadır. Sâmirîler bugün itibarıyla dünya üzerindeki en küçük etnik-dini topluluklardan biri olarak varlıklarını sürdürmektedir. Holon’daki Sâmirî mahallesinde yaklaşık 400-450 kişi yaşarken, Kiryat Luza ve civarında yine benzer sayıda Sâmirî bulunmaktadır. Farkı bölgelerde yaşasalar da her iki cemaat de belli dönemlerde bir araya gelmekte ve sürekli irtibat halinde bulunmaktadır.

Sâmirîlerin büyük çoğunluğu hem İsrail vatandaşlığına hem de Filistin kimliğine sahiptir. İsrail yasaları, Sâmirîleri ayrı bir dinî cemaat olarak tanımakta ve nüfus sayımlarında “Sâmirî” kategorisi altında sınıflandırmaktadır. İsrail vatandaşı Sâmirîler, diğer vatandaşlarla aynı medeni haklara sahip olmakla birlikte Yahudi dinine mensup kabul edilmedikleri için nikâh işlemleri veya bazı aile hukuku konularında devlet nezdinde farklı muamele görürler. 1950’de yürürlüğe giren Geri Dönüş Yasası, Yahudi soydan gelen herkese İsrail’e göç hakkı tanısa da Sâmirîler bu yasa kapsamında doğrudan “Yahudi” sayılmadıklarından istisnai düzenlemelere muhatap olmuşlardır. İsrail, Nablus’taki Sâmirîlerin talebi üzerine Holon’a yerleşmek isteyenlere vatandaşlık vermiş ve zamanla iki cemaat de belli ölçüde resmî statüye kavuşmuştur. Ancak 1990’ların başında Ultra-Ortodoks partilerin etkisiyle Sâmirîlerin statüsü tartışılmaya başlamış ve onlara yönelik siyasi baskılar ortaya çıkmıştır. Bu süreçte İsrail makamları tüm Sâmirîlere yalnızca İsrail vatandaşlığı teklif ettiğinde, topluluk buna karşı çıkarak Filistin vatandaşlığından vazgeçmemiştir. Bugün Batı Şeria’daki Sâmirîler Holon cemaatiyle iletişim için İsrail kimlik kartı taşısalar da kendilerini Filistin toplumunun bir parçası saymaktadırlar.

Sâmirî toplumu, küçük ve kapalı bir cemaat olmanın getirdiği sıkı sosyal bağlara sahiptir. Toplumsal yapı, geleneksel olarak büyük aileler etrafında örgütlenmiştir. Günümüzde Sâmirîlerin Tsedaka, Kohen, Danfi, Marhib gibi ailelerden oluştuğu ve Efrayim, Menaşe veya Levi gibi eski İsrail kabilelerine dayandırıldığı bilinmektedir. Günlük hayatta Holon’daki Sâmirîler İbraniceyi, Kiryat Luza’dakiler ise Arapçayı kullanmaktadır. İsrail’de Sâmirîlerin çoğu kamu işlerinde değil, kendi cemaat içerisinde çalışmayı tercih etmekte ya da ticaretle uğraşmaktadır. Sâmirîlerin ibadet mekânları, Gerizim Dağı eteğindeki bir ana sinagog ve Holon’daki Sâmirî sinagogundan oluşmaktadır. Bu sinagogların yönü ise Gerizim Dağı’na bakmaktadır. İbadet sırasında cemaat Gerizim’e yönelir ve secdenin de yer aldığı çeşitli uygulamalar gerçekleştirir. Kadınlar erkeklerden ayrı bir bölümde ibadeti takip eder. Erkekler beyaz bir kıyafet giyer ve başlarına çoğunlukla kırmızı fes ya da beyaz sarık takarak dini uygulamalarını gerçekleştirir.

Sâmirîler, günümüzde Filistin toplumuyla yakın ilişkiler geliştirmiş ve kendilerini İsrail’e bağlı bir azınlık olarak değil, Filistin’deki kadim halklardan biri olarak tanımlamışlardır. Özellikle Nablus yakınlarındaki Kiryat Luza köyünde yaşayan Sâmirîler, Filistin kimliğini resmen taşımakta ve bölgeye uyum sağlamaktadır. Filistin Yönetimi ise Sâmirîleri bölge mirasının bir parçası olarak tanımaktadır. Filistin medyasında Sâmirî gazetecilerin aktif rol alması, onların Filistin toplumu içinde kabul gören bir unsur olduklarını da göstermektedir. Bu bağlamda Sâmirîler, tarih boyunca yaşadıkları dini farklılığa rağmen Filistinlilerle iyi bir ilişki geliştirmeyi başarabilmiştir. Fakat İsrail konusu daha karmaşık bir hâl almaktadır. Sâmirîler İsrail devleti tarafından tanınmakta ve vatandaşlık hakkına sahip olmakla birlikte Yahudilikten ayrı bir dini grup olarak görüldüklerinden hukuki statülerinde belirsizlikler yaşanmıştır. Özellikle dindar Yahudi gruplar, Sâmirîlere yönelik baskıcı bir tutum geliştirmiş ve onların çeşitli bürokratik engellerle karşılaşmalarına neden olmuştur.  Yine Holon’daki Sâmirîlerin de kendi kimliklerini muhafaza etme konusunda farklı sorunlarla karşılaştıkları ifade edilmektedir.

Sâmirîlerin kimliklerini Gerizim Dağı merkezli olarak inşa etmeleri, kutsal mekânın toplumsal aidiyet üzerindeki belirleyici etkisini göstermektedir. Kudüs’ün kutsallığını reddederek alternatif bir teolojik hafıza üreten Sâmirîler, bu yolla hem Yahudi geleneğinden ayrışmış hem de kendilerine özgü bir kimlik oluşturmuştur. Böylece Gerizim Dağı toplumsal yapıyı şekillendiren bir unsur hâline gelmiştir. Ayrıca Kudüs’ün Yahudilikle ilişkili tüm gruplar tarafından kutsal kabul edilen bir alan olmadığını da göstermektedir. Sâmirîlerin nüfuslarının azlığı ve tarih boyunca Yahudi geleneğiyle yaşadığı gerilimler, onları kapalı bir toplum olmaya zorlamıştır. Aile yapılarının ve soy anlatılarının merkezi bir unsur olarak korunması, toplumsal sürekliliği güvence altına almıştır. Günümüzde Sâmirîler hem İsrail hem de Filistin kimliğini taşıyarak özgün bir “ikili aidiyet”e sahip olmuşlardır. İsrail’de vatandaşlık haklarına sahip olmalarına rağmen Yahudi kimliği dışında tutulmaları, hukuki statülerinde belirsizlikler yaratmaktadır. Buna karşın Filistin toplumu ile yakın ilişkileri, toplumsal kabul açısından bir güvenlik alanı sunmaktadır. Sâmirîler, modernleşme ve küreselleşme yoluyla oluşabilecek asimilasyon baskısına karşı ritüel ve mekân merkezli bir direnç göstererek toplumsal yapı ve kimliği muhafaza etmeye çalışmaktadır.

Doç. Dr. Abdullah Altuncu, Türkiye Araştırmaları Vakfı araştırmacısıdır.

 

Abdullah Altuncu
Abdullah Altuncu

Abdullah ALTUNCU, 1986 yılında Manisa ili Gördes ilçesinde doğdu. 2008 yılında Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 2011 yılında “Sümerlerin Dini Tarihi” başlıklı teziyle yüksek lisansını, 2019 yılında ise “Yahudilikte Gelenek ve Haskala İlişkisi” başlıklı teziyle doktorasını tamamladı. Doktora sürecinde on iki ay boyunca Hayfa Üniversitesi Yahudi Tarihi Bölümünde çeşitli araştırinalar gerçekleştirdi. İngilizce ve İbranice bilen Altuncu, 2014-2024 yılları arasında Kilis 7 Aralık Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölümünde Dinler Tarihi alanında görev yapmıştır. 2023 yılında doçent olan Altuncu, 2024 yılından itibaren Aydın Adnan Menderes Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde görevine devam etmektedir. Yahudi Aydınlanması, reform hareketi, Orta Çağ Yahudi tarihi, İbrani matbuatı, Yahudi dini metinleri, Yahudi-Hıristiyan ilişkileri, Kudüs ve Kudüs Tarihi, Orta Doğu’da etnik yapı ve çatışmalar gibi konularda çalışmaları bulunmaktadır.

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments