Giriş
Modern Mısır, coğrafi olarak Afrika, Akdeniz ve Orta Doğu’nun kesişim noktasında yer almasının da etkisiyle farklı etnik, dini ve kültürel toplulukların bir arada yaşadığı çok katmanlı bir toplumsal yapıya sahiptir. Çoğunluğunu Arapların oluşturduğu ülkede; Nubiler, Bedeviler gibi yerli etnik gruplar ile Kıptî Ortodoks Hristiyanlar, Katolikler, Protestanlar ve günümüzde sayıları oldukça azalmış olsa da tarihsel olarak Mizrahi, Sefarad ve Aşkenaz Yahudiler varlık göstermiştir. Bu etnik ve dini çeşitlilik, hem toplumsal uyum hem de çatışma biçimlerinin içe içe geçtiği bir tarihsel arka plan sunmaktadır. Bu çalışmada, Modern Mısır’ın kimlik inşasında politik, ekonomik ve kültürel katkılar sunmuş olan Yahudilerin daha sonra “istenmeyen öteki’’ye dönüşmeleri ve bunun sebepleri ele alınacaktır.
Fotoğraf 1:1950’ler-1960’larda Mısır’ın İskenderiye Şehrinde Bat Mitzvah Alayı Sırasında Yahudi Kız Çocukları
Kaynak: Maison Sépharade
Ayrıca Yahudiler arasında Sefarad, Aşkenaz ve Mizrahi kimlikleri çerçevesinde oluşan cemaat içi ayrımları ve toplumsal sınıflaşma, 1948, 1956 ve 1967 yıllarında milliyetçilik dalgalarının yarattığı kırılmalar, Yahudi şahsiyetlerin ve kurumların kültürel üretimi yoluyla diasporada oluşan bellek, millileştirme politikaları çerçevesinde devlet–Yahudi ilişkileri ele alınacak olup bu bağlamda çalışma yalnızca Mısır Yahudilerinin tarihsel varlığına değil, aynı zamanda modern Mısır tarihinde kimlik, vatandaşlık ve hafıza kavramlarının nasıl çatışmalı biçimde şekillendiğini sorgulamayı da hedeflemektedir.
Mısır Yahudileri, ülkenin modernleşme ve ulusal kimlik inşa sürecinde hem entegrasyonun hem de dışlanmanın konusu olmuştur. Mısır’ın İngiliz hakimiyetindeki yarı-sömürgeleşmiş yapısı ve kozmopolit kent hayatı, bu cemaatin özellikle 19. yüzyıl sonundan itibaren ekonomi, kültür ve entelektüel yaşamda görünür bir rol oynamasını sağlamıştır.
1940’lara gelindiğinde Kahire ve İskenderiye gibi büyük kentlerde farklı dilsel, etnik ve mezhepsel geçmişlere sahip Sefarad, Aşkenaz ve Mizrahi Yahudiler arasında karmaşık bir sosyal tabakalaşma ortaya çıkmış; bu yapı, bir yandan cemaat içi farklılıkları derinleştirirken öte yandan “tek tip Yahudi” kurgusuna karşı güçlü bir çoğulluk üretmiştir.[1] [2]
Ancak bu kozmopolit yapı, bir yanda 1948’de İsrail’in kurulması diğer yanda Mısır milliyetçiliğinin yükselişiyle birlikte kırılgan hâle gelmiş; 1956 ve 1967 yıllarında yaşanan siyasal dönüşümlerle Yahudi cemaatinin vatandaşlık bağı sistemli biçimde çözülmüştür. Bu dönemde Yahudiler yalnızca “dış düşman” olarak değil, içerdeki “yabancı elit” ve “beşinci kol” olarak da konumlandırılmış; kültürel ve ekonomik sermayeleriyle uzun yıllar uyum gösterdikleri devletin dışına itilmişlerdir.[3] [4]
Fotoğraf 2:Yahudi Mısırlı Erkekler İskenderiye Sokaklarında Toplanıyor (1890-1900)
Kaynak: H. C. White Co.
Toplumsal Entegrasyon ve Elitlik Konumu: Sefarad–Aşkenaz–Mizrahi Ayrımı
20. yüzyılın ilk yarısında Mısır’daki Yahudi cemaati, iç yapısı bakımından homojen olmaktan oldukça uzaktı. Mısır’da yaşayan Yahudiler; Arapça konuşan yerli Mizrahiler, Osmanlı döneminde İspanya’dan göç eden Sefaradlar ve Avrupa kökenli Aşkenazlardan oluşan çok katmanlı bir topluluğa sahipti. Bu gruplar yalnızca etnik ve dilsel farklılıklarla değil, aynı zamanda sosyoekonomik konumları, kültürel pratikleri ve devlete karşı konumlanmaları bakımından da ayrışıyorlardı.[5] [6]
Mısır’daki Mizrahiler olarak bilinen Karaim cemaatinin kökenine ilişkin iki ana rivayet öne çıkar. İlkine göre topluluk, İslâm fetihleri sırasında Mısır’a gelmiştir ve Amr b. el-Âs, Basatîn’deki mezarlık arazisini onlara tahsis etmiştir. İkinci anlatı ise Karaimlerin 8. yüzyılda, Talmud merkezli Yahudilik anlayışına itirazlar geliştiren Anan b. Davud’un önderliğinde Bağdat’tan göç edip Mısır’a ulaştığını savunur. Hangi anlatının gerçeğe daha yakın olduğunu tartışmak Karaimlerin Mısır devleti ve halkıyla kurduğu tarihî ve sosyal bağların derinliğini anlamamızın önünde bir engeldir.Zira Mizrahiler Mısır kültürünün önemli bir parçası olmuş, diğer Yahudi cemaatlerinin aksine İbraniceyi sadece ibadetlerde kullanıp eğitim dili olarak Arapçayı benimsemişlerdir. Diğer Yahudi cemaatleri ise eğitim dili olarak Arapça dışındaki dilleri benimsemişlerdir. Bu tercihte Yahudi cemaatlerinin Mısır’a göç ettiği köken ülke belirleyici olmuştur.
20. yüzyıl başlarına kadar Mısır Karaimleri(Mizrahiler) kendilerini esasen “Mısır Karait Yahudileri” kimliğiyle tanımlarken Aşkenaz-Sefarad ayrımı ise anlamlı bir referans çerçevesi oluşturacak kadar görünür değildir. Günümüzdeyse Mısır Yahudi toplumu içinde Sefarad ve Aşkenaz etiketleri, aidiyet ve sınıflandırma için başvurulan önemli bir eksen hâline gelmiş, Arap toplumuyla birlikte yaşamış bütün Yahudiler Sefarad olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Bu tanımlama modern Yahudi kimliğinin inşa edilişinde aidiyetin dönüşümünü göstermesi açısından önemli bir noktadır. Dolayısıyla Mısır Karaitlerinin konumunu yalnızca mezhepsel farklılıklar üzerinden açıklamak yetersiz kalır; zira mesele, sadece dinî uygulamalardaki ayrışmadan ibaret değildir. Karaimler, hem Osmanlı sonrası Mısır toplumundaki hızlı dönüşümler hem de Avrupa’dan gelen Yahudi göçmenlerin beraberinde getirdiği kültürel kodlar karşısında, kendi tarihsel sürekliliklerini koruma refleksiyle hareket etmişlerdir. Bu refleks, onları ne tam anlamıyla Sefarad topluluğuna ne de Aşkenaz gelenek çizgisine dahil etmiştir. Dolayısıyla, Karait kimliği, hem dışlayıcı kategorizasyonlara karşı bir savunma alanı hem de Mısır Yahudi toplumunun içindeki sessiz ama dirençli bir pozisyon alış biçimi olarak okunabilir.
Mısır’daki bir diğer Yahudi cemaati Sefaradlar, 19. yüzyıl sonrasında özellikle Osmanlı vilayetlerinden gelen, ticaret ve zanaat alanlarında etkin olan gruplardır. Ticari bağlantıları sebebiyle Fransızca, İtalyanca ve Ladino gibi diller konuşan bu grup, Mısır’daki Fransız etkisiyle uyumlu bir kültürel kimlik geliştirmiştir. Mısır’a en son göç etmiş Yahudi grup olan Aşkenazlar ise Doğu Avrupa’dan gelen, özellikle bankacılık, mühendislik ve ithalat-ihracat gibi modern sektörlerde yoğunlaşan bir elit kesimden oluşmaktadır. Diğer Yahudi gruplardan farklı olarak Aşkenazlar arasında daha “Avrupai” bir Yahudi kimliği geliştirme arzusu belirgindir çünkü bu şekilde Batı’da Yahudi karşıtlığının daha kolay aşılabileceğini düşünmektedirler.[7] Mısır’da da yerel halkla entegrasyona direnç gösteren Aşkenazlar İsrail Devleti’ni kuran ilk Siyonistlerin omurgasını oluşturmaktadır. Buna karşın, Mizrahi Yahudiler yerel halkla iç içe yaşayan, Arapça konuşan, sınıfsal olarak daha alt düzeyde konumlanan gruptur. Bu iç farklılıklar, hem cemaat içinde bir tür dikey sosyal hiyerarşi oluşturmuş hem de Mısır devleti ve Müslüman halkla kurulan ilişkilerin niteliğini şekillendirmiştir. Örneğin Sefarad ve Aşkenazlar, Avrupalı konsoloslukların koruması altındayken Mizrahiler çoğunlukla yerel yasa ve vergilere tabiydiler.[8]
Entelektüel ve ekonomik elit konumları Mısır Yahudilerinin kamusal alandaki en görünür yönlerinin başında gelmektedir. Özellikle Kahire ve İskenderiye’de Yahudi aileler ticaret, bankacılık ve basın gibi alanlarda belirleyici roller üstlenmişlerdir. Örneğin Cicurel ailesi, yalnızca Mısır’ın değil, tüm Orta Doğu’nun en büyük lüks mağaza zincirlerinden birinin sahibidir. Mosseri ailesi ise bankacılıkta öncü olmuş, hatta Mısır Merkez Bankası’nın kuruluşunda yer almıştır.[9]
Eğitim alanında ise Alliance Israélite Universelle gibi Fransız destekli okullar, Yahudi çocuklarının hem yüksek kaliteli bir eğitim almasını hem de Batılı kimlik kodlarıyla bütünleşmesini sağlamıştır. Bu durum, Yahudilerin “modernleşmiş Mısırlılar” olarak algılanmasına yol açarken aynı zamanda onları kültürel açıdan Müslüman çoğunluktan farklılaştırmıştır.[10] Mısır Yahudilerinin kendi içerisindeki farklılıklarının tarihi ve kültürel sebeplerini bilmeden, parçası oldukları Mısır kültürü ile uyum ve ayrışmalarını anlamak mümkün olmayacaktır.
Görünüşte Entegrasyon, Gerçekte Yabancılaşma
Yahudiler, ekonomik ve kültürel alanlarda Mısır toplumuna entegre olmuş gibi görünseler de vatandaşlık bağının zayıflığı sebebiyle bu entegrasyon kırılgandır. Birçok Yahudi, yabancı konsolosluklara kayıtlıydı ve bu durum ulus-devletleşen Mısır’da onları potansiyel “yabancı” olarak konumlandırıyordu. 1937 Nüfus Sayımına göre Mısır’da yaşayan 80 bin Yahudinin neredeyse yarısı Fransız, İtalyan veya İngiliz vatandaşıyd.[11] Dolayısıyla, ekonomik olarak ülkeye entegre olsalar da siyasal anlamda “dışsal” bir unsur olarak görülmekteydiler. Bu ikircikli durum sadece ekonomik roller üzerinden anlaşılmayacak kadar kompleks bir haldeydi.
Fotoğraf 3:Kahire’deki Şaar Haşamayim Sinagogu’nun Dışında Bir Bar-Mitzvah Kutlaması Yapan Mısırlı Yahudiler
Kaynak: National Library of Israel.
Devlet ve Yahudi cemaatlerinin kesiştiği mekânlar olan banka salonları, tramvay hatları, ticaret mahkemeleri adeta Mısır’ın modernleşme vitrinine dönüşmüştü. Cicurel Mağazaları’nda Fransızca tabelelar ile Arapça sokak simgeleri yan yana duruyor; Alliance Israélite okullarından mezun Yahudi gençler, Kral Fârûk’un bürokrasisinde tercümanlık yapıyordu. Ancak bu “birlikte-varlık” görüntüsü içten içe sınıf, dil ve konsolosluk koruması gibi çizgilerle bölünmüş; Sefarad/Aşkenaz elit diplomatik imtiyazlarla “yarı-yabancı” kalmıştı.[12]
Ella Shohat’ın da işaret ettiği gibi Mısırlı Yahudiler, bir yandan Arap Yahudi kimliğini taşıyan yerli aktörlerken diğer yandan sömürge sonrası ulusal söylemlerde “içerideki Batılı” olarak temsil edilen özneler hâline gelmişlerdir. Aidiyete ilişkin bu gri alan entegrasyonun aslında toplumsal kabul değil, koşullu bir tahammül ilişkisi olduğunu göstermektedir.
Milliyetçilik ve Dışlanma: 1948–1956–1967 Kırılmaları
1948, hem Arap dünyası hem de Mısır Yahudileri açısından keskin bir kırılmayı temsil eder. İsrail devletinin kurulması, Mısır’daki Yahudilerin kolektif olarak “düşmanla özdeşleştirilmesine” neden olmuş; bireysel tutumları göz ardı edilerek topluca şüpheyle karşılanmalarına zemin hazırlamıştır. Oysa Mısır Yahudi cemaatinin Mizharilerden oluşan önemli bir kısmı dönemi itibarıyla siyonizme mesafeli, hatta Arap kimliğiyle özdeşleşmiş bireylerden oluşmaktadır. Örneğin, 1940’larda Kahire’deki Yahudi cemaatinin önemli bir kesimi, Filistin’deki siyonist faaliyetlere karşı çıkmış ve bu duruşlarını açıkça beyan etmiştir.[13] Mizrahilerin Mısırlılığı benimsemiş olmalarına dair bir işaret olarak görülebilecek bu tutuma rağmen Arap tarihçi Hanan Kharami, bu dönemde “Yahudiliğin dini kimlikten politik tehdit düzeyine indirgenerek Mısır’daki Yahudilerin ekonomik ve siyasi olarak etkisizleştirildiğini” savunmaktadır. Kharami’ye göre, milliyetçi akımların yükselişiyle birlikte Yahudiler, sadece İsrail’e değil, bağları ve ilişkileri sebebiyle Batı’ya ve emperyalizme karşı mücadelenin sembolik hedefi hâline gelmiştir.[14] Mısır’a göç etmiş Sefarad ve Aşkenaz Yahudilerinin Mısırlı olarak kabullenilmeyişinin doğrudan bir etkisi olarak Mizrahiler de modern Mısır kimliğinin ötekisi konumuna evrilmiştir.
1956 Süveyş Krizi, Mısır Yahudilerinin tarihindeki en kitlesel sınır dışı operasyonlardan birine sahne olmuştur. Mısır devlet arşivlerine göre, bu dönemde 2.500’den fazla Yahudi vatandaşlıktan çıkarılmış, binlercesi sınır dışı edilmiş ve mülklerine el konulmuştur.[15] Modern Mısır devletinin Yahudilere karşı bu tutumunun, sadece güvenlik gerekçesiyle değil, aynı zamanda milliyetçi ve sosyalist iktidarın “Mısır ekonomisini millileştirme” hedefiyle de ilişkili olduğu iddia edilebilir. Zira Yahudiler ticaret ve özellikle de bankacılık sistemini ellerinde tutarak sermayenin Yahudiler aracılığıyla Batı’ya gitmesine sebep olmaktadırlar.
Bu süreçte El-Ahram gibi gazetelerde çıkan yazılar, Yahudileri “içimizdeki kapitalist sömürücüler” ve “emperyalizmin iş birlikçileri” olarak tanıtmış, böylece toplum nezdinde kitlesel tasfiye meşrulaştırılmıştır. Batılı araştırmacılar 1956’daki Yahudi karşıtı söylemlerin anti-siyonist retorikle maskelendiğini ancak bu maskenin arkasında derin bir antisemitizmin yattığını” vurgularlar fakat özellikle Aşkenaz Yahudileri arasında yükselen Mısır karşıtlığı ve terör eylemlerinin bu Yahudi karşıtlığının patlak vermesindeki rolünü göz ardı ederler.[16] Fahmi yaygın kabul gören antisemitik tezleri yerel dinamiklerle yanlışlamakta, neden sonuç ilişkisindeki silsilenin çarpıtılmasına dikkat çekmektedir.
Bununla birlikte, aidiyet hususunda Mısır toplumla içe içe geçmiş Mizrahi Yahudilerinden de zorla götürüldükleri havaalanlarında belgelerinin yırtıldığını, mülksüzleştirildiklerini ve yalnızca bir bavul izinle ülkeyi terk etmek zorunda bırakıldıkları da kayıtlara geçmiştir.[17] Bu pratikler, vatandaşlığın koşullu olduğunu ve kimliğin milliyetle bağının kesilebileceğini gösteren somut örneklerdir.
1967 Altı Gün Savaşı ise Mısır Yahudilerinin varlığına dair son kırılma noktasıdır. Arap-İsrail Savaşı sonrasında, Mısır’da kalan 2.000 civarındaki Yahudi gözaltına alınmış, sorgulanmış ve casuslukla suçlanmıştır. Bu süreç, kolektif cezalandırmanın doruk noktasıdır.
1967 sonrası yayınlarında Mısır medyası Yahudi karşıtı içerikleri sistemli biçimde artırmış, Yahudiler sinagoglara girerken dahi gözaltına alınmıştır. Henan Eşrawi gibi Filistinli entelektüeller bile bu süreci eleştirerek, “siyonizm karşıtlığının, Mısır’daki Yahudi cemaatinin kolektif yok sayılmasına dönüşmemesi gerektiğini” vurgulamıştır. Yine siyonizm üzerine yaptığı çalışmalarla Arap dünyasında adından çokça söz ettiren Abdulvehab El Messiri de Yahudilerin tamamının homojen bir grup olarak ele alınması ve hepsinin İsrail ile özdeş olarak görülüp devlet politikası olarak tektipleştirilmesinin etik ve siyasi açıdan sorunlu olduğunu ifade etmektedir.[18] El Messiri ayrıca Yahudilerin homojen olarak sunulmasında ve algılanmasında siyonizmin rolüne dikkat çekerek siyonizmin Yahudi kimliğini politikleştiren ve tek tipleştiren bir modern proje olduğunu iddia etmektedir.[19]
Bu dönemin hem Mısırlı hem diaspora Yahudilerinde bıraktığı iz, sadece fiziksel sürgün değil, aynı zamanda “tarihsel vatandaşlıktan çıkarılma” duygusudur. Joel Beinin, bu hissi şu şekilde özetler: “Mısırlı Yahudiler, ne İsrailli olabildiler ne de Mısırlı kalabildiler. Arada kalmış bu durum, sürgünün ötesinde bir kimlik yitimi yaratmıştır.”[20] Yahudiler kendilerine yönelik ötekileştirme ve sürülme sürecini sürgün ile ifade ederken Müslüman ve Hristiyan Mısırlılar ise İsrail’in kurulması ve sonrasındaki süreçte Yahudilerin genel tutumunu “sırtından bıçaklanma” hissi üzerinden tasvir etmektedir. 67 Savaşı ile İsrail ve Mısır’ın karşı karşıya gelmesi taraflar arasındaki ayrışmayı daha da artırmış ve ilişkiyi nefrete dönüştürmüştür.
Mısır Yahudileri, entelektüel ve kültürel üretim alanında sadece varlık göstermediler; aynı zamanda kamuoyunu yönlendirmeye yönelik eserlere imza attılar. Yahudi cemaatinin medya alanında faaliyetleri, 19. yüzyıl ortalarından itibaren kendini göstermeye başlamıştır. Fransızca “La Gazette d’Égypte” ya da Yahudi cemaatine ait “Israël” gibi süreli yayınlar, sadece Yahudi kimliğini değil kozmopolit olma iddiasıyla modern Mısır kimliğini de temsil etme iddiasındadır. Ancak bu Arap motifleriyle bezeli Yahudi kimliği, özellikle İsrail karşıtlığıyla paralel olarak yükselen milliyetçiliğin de etkisiyle medyada “sorunlu ırk” olarak yeniden tanımlanmıştır. Arap eleştirmen Fahmi, Yahudi medya kuruluşlarının siyonizme mesafe koymuş olsalar bile “millî aidiyet bağlamında bazı kesimlerce hâlâ Batı ile özdeşleştirildiği”ni vurgular.[21]
Fotoğraf 4:Şarkıcı ve Oyuncu Leyla Murad (1918-1995)
Kaynak: Wakid, A.
Bu bağlamda kültür ve sanat dünyasında görünür olan Yahudi ve Yahudi asıllı figürlere yönelik sevginin-hayranlığın yerini suçlama ve ithamlar almıştır. Mısırlı Yahudi kadın oyuncu Raqīya Ibrahim, siyonizme dolaylı ya da doğrudan destek verdiği iddialarıyla anılan başlıca figürlerden biridir. 1940’larda Mısır sinemasındaki başarısıyla tanınan Raqīya, özellikle 1948 Arap-İsrail Savaşı sonrası dönemde, İsrail’e para gönderdiği veya İsrail’in kurulmasına destek verdiği yönündeki iddialarla gündeme gelmiştir.
Mısır’ın en ünlü ve sevilen ses sanatçılarından ve aktrislerinden biri olan Layla Murad da yine bu dönemde benzer ithamlarla karşı karşıya kalmıştır. Yahudi bir aileden gelen Layla, Müslümanlığa geçtiğini açıklamasına rağmen özellikle 1948 Arap–İsrail Savaşı sonrasında İsrail’e maddi bağış yaptığı iddiasıyla hedef hâline gelmiştir. En çok ses getiren iddia, 1949 yılında bazı Arap gazetelerinde, onun Tel Aviv’deki İsrail ordusuna 50.000 Mısır lirası bağış yaptığı yönünde çıkan haberlerdir. Bu söylentiler başta Suriye olmak üzere birçok Arap ülkesinde büyük tepki yaratmış, Suriye’de Layla Murad’ın şarkıları yasaklanmıştır. Ancak bu iddialar daha sonra Mısır makamları tarafından araştırılmış ve doğrulanmamıştır.
Deborah Starr, Togo Mizrahi üzerine yaptığı çalışma ile Mısır Yahudilerinin sinema endüstrisine katkılarını yeniden gündeme taşımıştır. Mizrahi, 1930–1946 arasında 30 Arapça, 4 Yunanca uzun metraj film çekmiş, Hollywood komedilerinin etkisiyle “Levantine sinema üslubu” ve kimlik geçişliliği gibi modern temaları işlerken Mısır kimliğiyle kurduğu bağla “ulusal sinema” tartışmalarını başlatmıştır. Yahudi sinema profesyonellerinin 1950’lere kadar dağıtım ve stüdyo sektöründe % 9–10’luk hâkimiyet kurduğunu bildiriyor; özellikle dağıtım ağları üzerinde etkiliydiler.
Mısırlı Yahudilerin Diaspora Anlatıları
Mısır Yahudilerinin büyük kısmı 1956 Süveyş Krizi sonrası ya sınır dışı edilmiş ya da baskı koşullarında ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Bu toplu göçün ardından Yahudi cemaatinin kültürel ve tarihsel hafızası, diaspora toplulukları tarafından şekillendirilen bir “kaybedilmiş yurt” anlatısına dönüşmüştür. Fransa, İtalya, İsrail, ABD gibi ülkelere dağılan Mısırlı Yahudiler, hem bireysel hem de kurumsal düzeyde geçmişe dair karmaşık anlatılar üretmişlerdir. Mısırlı Yahudilerin çoğunluğu göç sonrası hayatlarında Mısır’ı nostaljik bir yurt olarak hatırlamaya devam etmiş; Kahire ve İskenderiye gibi şehirler “kozmopolit bir altın çağ” olarak yeniden inşa edilmiştir. Bu hafızanın önemli örneklerinden biri Lucette Lagnado’nun The Man in the White Sharkskin Suit (2007) adlı otobiyografisidir. Lagnado, babasının Kahire’deki yaşantısını romantize ederken sürgünün travmasını da sessizlikle örtmektedir. Ella Shohat gibi akademisyenler ise bu tür anlatıları post-kolonyal bir bakışla değerlendirerek “nostaljik Mısır anlatılarının”, Yahudilerin Arap toplumundaki karmaşık rollerini örttüğünü ve bazen “kendini Batılılaştırma” eğilimini yeniden ürettiğini ileri sürer.[22]
Arap dünyasında bu hafıza pratiğine dönük yaklaşımlar daha eleştirel ve mesafeli olmuştur. Hanan Qarami’ye göre, Arap siyasi yazınında Yahudilerle ilgili belleğin “devlet temelli travmalar” etrafında şekillendiği ve bireysel Yahudi anlatılarına sınırlı alan açıldığı görülmektedir.[23]
Buna karşın, bazı çağdaş Arap romancılar ve gazeteciler, Yahudi geçmişine dönük daha karmaşık anlatılar geliştirmiştir. Örneğin Kamāl Raḥīm, Mısır edebiyatında “Yahudilerin Arap toplumuna aidiyet hissiyle var olduklarını ancak siyasallaşmış hafıza tarafından silindiklerini” ifade eder.[24]
Diasporada hafızanın taşındığı başlıca kurumsal yapılar arasında Fransa’daki AJME – Association des Juifs d’Égypte, ABD merkezli JIMENA – Jews Indigenous to the Middle East and North Africa ve İsrail’deki Egyptian Jewish Heritage Center yer almaktadır. Bu kurumlar hem bellek aktarımı hem de kültürel arşivleme işlevi görmektedir.
Özellikle AJME, Fransa’da kurduğu dijital platformlarla sinagog belgeleri, fotoğraflar ve kişisel anlatıları arşivlemektedir. Bu yapıların yayınlarında “Mısırlılık” hâlâ bir aidiyet biçimi olarak korunmaktadır. Örneğin yayımlanan bir anlatıda şöyle denilmektedir: “Kahire’den çıktım ama kalbim dondurulmuş bir zamanda sıkıştı kaldı…”[25]
Fransa’daki AJME arşivleri “Kahireli Yahudiler”le ilgili 10 binden fazla fotoğraf saklarken Kahire Ulusal Arşivi 1956 kararlarında “tasfiye edilen mülkler” başlığını kullanmaktadır. Sürgün anıları “kaybedilmiş kozmopolitlik” temasını işler; Mısır içindeki resmi hafıza ise Yahudi meselesini 1980’lere kadar neredeyse “sessizlik politikasıyla” yönetir. Diasporada Yahudiler arasında Mısırlılık nostaljik bir hatırlama haliyle, Mısır’da ise Yahudilerin geçmiş varlığı pragmatik unutuşla karşılanmaktadır.
Mısır Yahudilerinin yüzyılın ortasında yaşadığı tasfiye, yalnızca azınlık tarihinin bir perdesi değil; Mısır devletinin kendini tanımlama çabalarının kritik noktalarını belirginleştiren bir süreçtir. İsrail’in kuruluşu öncesinde kozmopolitlik üzerinden bir arada yaşam anlatısı, daha sonra bölgesel gelişmelere bağlı olarak içe kapanmayı temsil eden milliyetçiliğin yükselişi ve son olarak İsrail-Mısır hattındaki ateşin içeriye sıçramasının sonucu olarak Yahudilerin “tehlikeli yabancılığa” dönüştürülmesinin tarihidir. Böylece Yahudiler, Mısır’ın modern kimlik üretiminde hem gerekli “öteki” referansı hem de İsrail öncesi görece huzurlu kozmopolit atmosferin bir delili olmaktadır . Bu ikili rol, bugün bile Kahire sokak isimlerinde, restore edilen sinagog cephelerinde ve diaspora anlatılarında yankısını sürdürmektedir.
Fotoğraf 5:Kahire’deki Mısır Yahudi Cemaati Başkanı Magda Harun, Kahire Şehir Merkezindeki Şaar Haşamayim Sinagogu’nda Fotoğraf Çektiriyor
Kaynak: Magid, P.
Sonuç
Yirminci yüzyılın ortalarında on binleri bulan Mısır Yahudi cemaati mensuplarının sayısı, özellikle 1948, 1956 ve 1967 savaşları sonrası kitlesel göçlerle büyük ölçüde azalmıştır. Günümüzde Mısır’da yaşayan Yahudilerin sayısının 10’un altında olduğu tahmin edilmektedir.[26] Kahire’deki Haret el-Yahud (Yahudiler Mahallesi) ve İskenderiye’deki birkaç sinagog fiziksel olarak varlığını sürdürse de aktif cemaat hayatı büyük ölçüde sona ermiştir. 2010’lu yıllardan itibaren Mısır devleti, kültürel miras politikaları kapsamında bazı sinagogları restore ettirmiştir. Örneğin, Kahire’deki 14. yüzyıldan kalma Eliyahu Hanavi Sinagogu 2020 yılında devlet destekli olarak yeniden açılmış ve bu adım kamuoyuna “hoşgörü mesajı” şeklinde sunulmuştur. Bununla birlikte, bu restorasyonlar çoğunlukla sembolik düzeyde kalmakta; Yahudi dini pratiklerinin kamusal ve gündelik hayata dönüşü söz konusu olmamaktadır. Mısırlı Yahudilerin torunları günümüzde daha çok Fransa, ABD ve İsrail’de yaşamakta; Mısır’la olan ilişkileri nostaljik hafıza, kültürel miras ve aidiyet ikilemi çerçevesinde şekillenmektedir.[27] Bu nedenle, günümüz Mısır’ında Yahudi varlığı daha çok arşivsel, turistik ve sembolik bir düzlemde mevcudiyetini sürdürmektedir.
Zeynep Karataş, bağımsız araştırmacıdır.
[1] Joel Beinin, The Dispersion of Egyptian Jewry: Culture, Politics, and the Formation of a Modern Diaspora, (Berkeley: University of California Press, 1998), 31-37.
[2] Deborah A. Starr, Togo Mizrahi and the Making of Egyptian Cinema, (Oakland: University of California Press, 2020)
[3] Gudrun Krämer, The Jews in Modern Egypt, 1914–1952, (Seattle: University of Washington Press, 1989), 198-203.
[4] Fahmī Amal, al-Yahūd fī al-Iʿlām al-Miṣrī: 1948–1967, (al-Qāhira: Dār al-Fikr al-ʿArabī, 2015), 123-129.
[5] Beinin, The Dispersion of Egyptian Jewry, 31-37.
[6] Gudrun Krämer, The Jews in Modern Egypt, 15-17 ve 32-35.
[7] Deborah A. Starr, Togo Mizrahi and the Making of Egyptian Cinema, (Oakland: University of California Press, 2020), 202-205
[8] Gudrun Krämer, The Jews in Modern Egypt, 30-31
[9] Joel Beinin, The Dispersion of Egyptian Jewry, 24-25
[10] Starr, Deborah A. Togo Mizrahi and the Making of Egyptian Cinema. Oakland: University of California Press, 2020.
[11] Kraemer, J. L. (2015). The last Jews of Egypt. Jewish Quarterly Review, 105(3), 387–405. https://doi.org/10.1353/jqr.2015.0025
[12] Ella Shohat, Taboo Memories, Diasporic Voices, (Durham: Duke University Press, 2006), 218-221
[13] Joel Beinin, The Dispersion of Egyptian Jewry, 45-49
[14] Ḥanān Qarāmī, al-Muwāṭana wa al-Huwiyyāt al-Dīniyya fī al-Waṭan al-ʿArabī. (Bayrūt: Markaz Dirāsāt al-Waḥda al-ʿArabiyya, 2017), 345-347
[15] Gudrun Krämer, The Jews in Modern Egypt, 140-144
[16] Amal Fahmī, al-Yahūd fī al-Iʿlām al-Miṣrī: 1948–1967, (al-Qāhira: Dār al-Fikr al-ʿArabī, 2015), 132-136
[17] Lucette Lagnado, The Man in the White Sharkskin Suit: A Jewish Family’s Exodus from Old Cairo to the New World, (New York: Ecco, 2007), 6-8
[18] A. W. Messiri, Al-Yahud fi Misr: Bayna al-tarikh wa al-dhakira [The Jews in Egypt: Between History and Memory], (Cairo: Dar al-Shuruq, 1997), 45
[19] A. W. Messiri, Al-Yahud fi Misr: Bayna al-tarikh wa al-dhakira, 212
[20] Joel Beinin, The Dispersion of Egyptian Jewry, 197-200
[21] Amal Fahmī, al-Yahūd fī al-Iʿlām al-Miṣrī: 144-147
[22] Ella Shohat, Taboo Memories, Diasporic Voices, (Durham: Duke University Press, 2006), 215-223
[23] Ḥanān Qarāmī, al-Muwāṭana wa al-Huwiyyāt al-Dīniyya fī al-Waṭan al-ʿArabī. (Bayrūt: Markaz Dirāsāt al-Waḥda al-ʿArabiyya, 2017), 333-335
[24] Raḥīm, Kamāl. “al-Yahūd fī al-Adab al-Miṣrī al-Rāhin… Ḥuḍūr Qawī wa Taʿāṭuf Yaʿlūhu al-Khajal!” (al-Jarīda, 2010), 112-115
[25] Joel Beinin, The Dispersion of Egyptian Jewry, 6
[26] J. Beinin, The dispersion of Egyptian Jewry: Culture, politics, and the formation of a modern diaspora. (University of California Press, 2005), 4-6
[27] J. L. Kraemer, (2015). The last Jews of Egypt. Jewish Quarterly Review, 105(3), 387–405. https://doi.org/10.1353/jqr.2015.0025, 295-299