Salı, Eylül 23, 2025
Ana SayfaYayınlarAnalizHindistan’da Hristiyanlık

Hindistan’da Hristiyanlık

Giriş

Hindistan, dini ve kültürel çeşitliliği ile öne çıkan bir ülkedir. Tarih boyunca birçok farklı inanç ve gelenek burada kök salmış ve şekillenmiştir. Günümüzde bir buçuk milyara yaklaşan Hindistan nüfusunun kahir ekseriyeti Hinduizm dinine mensup olmakla birlikte ülkede iki yüz elli milyonu aşkın Müslüman nüfus da dikkat çekmektedir. Hinduizm ve İslam’dan sonra en fazla yaygın olan dini gelenek ise Hristiyanlık’tır. Günümüzde Hristiyanlar, Hindistan nüfusunun yaklaşık %2,3’ünü oluşturmaktadır. Yoğunluklu olarak ise Hindistan’ın Kerala, Tamil Nadu, Goa gibi güney eyaletlerinde ve Nagaland, Mizoram, Meghalaya gibi kuzeydoğu eyaletlerinde bulunmaktadır.  Hindistan’da Katolik ve Protestan kiliseler etkili olmakla birlikte Ortodoks gelenekleri sürdürenler de mevcuttur. Hristiyanlığı benimseyenler arasında alt kasta mensup olan Hintlilerin oranı görece fazladır. Bununla birlikte sosyal statü olarak üst sınıflardan gelenler de bulunmaktadır. Hindistan’da Hristiyanlık, köklü bir geçmişe sahip olması, yerel kültüre ait bazı unsurları taşıması, mezhepsel ve geleneksel yönden çeşitlilik arz etmesi ve eğitimden politikaya ülke içi dinamiklerde etkili olmasıyla dikkat çekmektedir.

Hristiyanlığın Hindistan’a Girişi

Hristiyanlığın Hindistan’a ilk defa ne zaman ve nasıl ulaştığı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Geleneksel anlatılara göre Hristiyanlık Hindistan’a ilk defa M.S. 52 civarında gelmiştir. Hristiyanlığın ilk misyonerlerinden biri olan Aziz Thomas, Hindistan’a seyahat ederek Malabar Sahili’ne (bugünkü Kerala) yerleşmiş ve burada Hristiyanlığı yaymıştır. Böylece o, Hindistan’da ilk Hristiyan topluluğunun temellerini atmıştır. Bu şekilde oluşan Kerala Hristiyanlığı, Batı Avrupa’dan ziyade Batı Asya ile ilişki içerisinde olmuştur. Takip ettikleri geleneksel uygulamalar nedeniyle Kerala Hristiyanları, “Süryani” ya da “Tomas Hristiyanları” olarak da anılmıştır.[1]

Kerala Hristiyanları, yerel yöneticiler altında uzun süre ayrıcalıklı bir prestije sahip olmuşlardır. Yüzyıllar boyunca deniz ticareti ve zanaatla meşgul olmuş, aynı zamanda yerel yöneticilerin himayesinde mültezimlik görevleri de üstlenmişlerdir. Özellikle Malabar bölgesinde biber ticareti aracılığıyla elde ettikleri ekonomik güç ve yerel yöneticilerden kazandıkları payeler sayesinde Hint toplum yapısı içerisinde refah düzeyi yüksek bir grup hâline gelmişlerdir.[2] İdarecilerle ittifak kurarak ve Hindu toplumunun saflık-kirlilik kodlarına riayet ederek statülerini muhafaza etmeye çalışmışlardır. Böylece Hristiyan topluluklar Malabar bölgesine en geç beşinci veya altıncı yüzyılda sağlam bir şekilde yerleşmiştir. Bunlar daha çok Doğu Kilisesi’ne mensup olan ve Doğu Süryani ibadet ayinini takip eden Nesturilerden veya Doğu Hristiyanlardan oluşmuştur.[3]

Fotoğraf 1: Aziz Thomas Süryani-Malabar Kilisesi, Palayur, Kerela

Kaynak: Flickr

 

Harita 1:Hindistan’ın Dini Haritası

Kaynak: Le Monde Diplomatique

Portekiz Kolonisi ve Hristiyanlığın Yayılması

Hindistan’ın Hristiyanlıkla bir sonraki büyük karşılaşması 16. yüzyılda Portekizlilerin Katolikliği getirmesiyle olmuştur. Portekizliler sadece yeni yerleri işgal etme ve ticaret ağlarını genişletme değil, aynı zamanda Hint sahil kesiminde yaşayan halkı Hristiyanlaştırma amacı da gütmüşlerdir. Bu dönemde Portekiz kralı ve yöneticileri, Papalıkla iş birliği içinde Padroado adı verilen yetki düzeni içinde hareket etmiş, özellikle pagan topraklarda faaliyet alanını artırmıştır. Portekiz, Asya ticaret yollarını denetim altına alabilmek için Hindistan’ın Goa kenti gibi kilit noktaları almayı hedeflemiştir. 1510’da ele geçirilen Goa, Portekiz’in Asya’daki faaliyetlerinin merkezi hâline gelmiştir. Goa’da siyasi ve askeri egemenlik tesis edilmiş, bunun yanı sıra kıyı boyunca daha küçük ticaret üsleri de kurulmuştur.  Ancak bu bölgelerde tutunabilmek için yerel halkın desteğine ihtiyaç duyulmuştur. Bunun için Portekizliler misyonerlik faaliyetleriyle Mukkuvarlar ve Paravalar gibi balıkçılık ve denizcilikle uğraşan yerel halk arasında Katolikliği yaymak için çok yönlü çaba sarf etmiştir.[4] Özellikle Portekizli kaşifler ve sömürgeciler, Hindistan’da Hristiyanlığın yayılmasında önemli bir rol oynamıştır. 1498’de Vasco da Gama’nın Hindistan’a gelmesiyle birlikte Katolik misyoner ve papazlar, Hristiyanlığın Hindistan’daki etkinliğini artırmışlardır. Bu dönemde, en bilinen misyonerlerden biri olan Aziz Francis Xavier, Hindistan’ın güney kıyılarında Cizvit merkezli Hristiyanlık öğretisini yaymak için büyük çaba sarf etmiştir.[5]

Konuyla ilgili çalışmalardan anlaşıldığına göre Portekizliler bölge halkını Hristiyanlaştırma politikası güderken siyasi, askeri ve ekonomik güç kullanmaktan geri durmamışlardır. Misyonerlik faaliyetlerine direnç gösterenler çeşitli yollarla bastırılmış veya cezalandırılmıştır. Öyle ki kimi zaman yerel halkın geleneksel inançlarına ve kültürüne dahi zarar verilmiştir. Dolayısıyla bölgede yaşayan halkın bir kısmı farklı saiklerle dönüşümü kabul etmek durumunda kalmıştır. Örneğin üst kasta mensup olup Hristiyanlığa geçenler, Hristiyan yöneticilerle uyum içinde hareket etmeyi ve böylece sosyal ve ekonomik ayrıcalıklarını korunmayı düşünmüşlerdir. Alt kastlardan gelen Hindular ise Hristiyanlığa intisap ederek yeni idarenin vaatleriyle mevcut statülerinden kurtulma umudunu taşımışlardır. Ancak yaşanan gelişmeler, bu sürecin beklenen şekilde pek ilerlemediğini göstermiştir. Zira kırsal kesimlerde, önce topluma yön veren liderler Hristiyanlaştırılmış, ardından onlara bağlı kast grupları da aynı yolu izlemiştir. Kitlesel dönüşümlerle kast yapısının etkisi sürdürülmüştür. Alt kastların beklentilerine rağmen kilise, toplumda mevcut olan sosyal hiyerarşik yapıları radikal biçimde değiştirme yoluna pek gitmemiştir.[6] Portekizli misyonerlerin tek hedefi Hindistan’ın güneybatı kıyı kesimlerinde yaşayan yerel halk arasında Hristiyanlığı yaymak olmamıştır. Onlar aynı zamanda Kerala’daki Aziz Thomas Hristiyanlarıyla temas kurarak farklı mezhepsel geleneği takip eden Hristiyanlar arasında Katolikliği aşılamaya da çalışmışlardır.

Portekizlilerin Hindistan’a gelişini takip eden yüzyıllarda misyonerlik faaliyetleri kıyı bölgeleriyle sınırlı kalmamıştır. Cizvitler ve diğer tarikatlara mensup misyonerler Hindistan’ın iç bölgelerine doğru ilerlemişlerdir. Örneğin, Tamil Nadu eyaletinde Cizvit rahibi Roberto de Nobili tarafından dikkat çeken bir strateji yürütülmüştür. Nobili, yerel bir sannyasin[7] gibi davranmış, Hindu geleneğindekine benzer şekilde perhiz ve yaşam tarzı benimsemiştir. Tamilce ve Sanskritçe kutsal metinleri incelemiş ve Brahminlerle dini tartışmalara girmiştir.[8] Yerel inanç ve kültüre uyum sağlayarak daha fazla insanı etkilemeye çalışmıştır.

Fotoğraf 2: Fransisken Tarikatına Mensup Bir Misyonerin Hindistan’ın Mylapore Bölgesindeki Faaliyeti

Kaynak: gettyimages

İngiliz Sömürge Dönemi ve Misyonerlerin Faaliyetleri

Misyonerlik faaliyetleri bağlamında Portekizlilerin ardında Hindistan’da İngiliz etkisi kendini göstermiştir. İngilizler, on sekizinci yüzyıldan itibaren Doğu Hindistan Şirketi kanalıyla Hindistan’ın belli stratejik yerlerinde ticari ve ekonomik üstünlük sağlamışlardır. Ardından Babürlü Devleti’nin merkezi otoriteyi kaybetmeye başlamasıyla birlikte siyasi ve askeri gücü ele geçirmişlerdir. İngilizler, Hindistan’da özellikle misyonerlik faaliyetleri ve eğitim kurumları yoluyla Hristiyanlığı yaymışlardır. İngiliz yönetimi, eğitim çalışmalarına kaynak aktararak bu misyonları desteklemiş, kilise inşaatlarına da valilik desteği sağlanmasının önünü açmıştır.

Kuzeydoğu Hindistan’da Hristiyanlığa geçişler Britanyalıların bölgeyi ticari alan olmaktan çıkarıp doğrudan yönetmeye başladıkları dönemde hız kazanmıştır. On sekizinci yüzyıldan itibaren Protestan misyonerler Hindistan genelinde çalışmaya başlamıştır. Bu durum doğal olarak Hint topraklarında farklı Hristiyan toplulukların yerleşmesine ve büyümesine yol açmıştır. Bölgedeki misyonerler arasında Presbiteryenler ve Baptistler başat rol oynamış olmakla birlikte Metodistler, Katolikler ve Anglikanlar da etkili olmuşlardır.[9] Örneğin İngiliz Baptist Rahibi William Carey (ö. 1834), on sekizinci yüzyılın sonuna doğru Hindistan’a misyoner olarak gelmiştir. Eğitim ve kültür alanında yaptığı faaliyetlerle adından söz ettirmiştir.

Mütercim, sosyal reformcu ve kültürel antropolog olan Carey, ilk olarak yoksul çocuklara okuma, yazma, muhasebe ve Hristiyanlık eğitimi veren okullar açmakla meşgul oldu. Serampore Koleji’ni ve Hristiyan teolojisi üzerine bina edilen Serampore Üniversitesi’ni kurdu. Hint toplumunda dul kadınların yarayan kanası olan sati uygulamasının sona erdirilmesi için kampanyalar yürüttü. Ramayana gibi Hinduların klasik metinlerinden bazılarını İngilizceye kazandırdı. Yine İncil’i Bengali, Pencabi, Marathi ve Hindi gibi bölge dillerine çevirdi. Yaptığı katkılar nedeniyle çeşitli ödüllere layık görülen Carey, bir reformcu ve seçkin bir Hristiyan misyoneri olarak tanındı.[10]

İngiliz yönetimiyle birlikte Hindistan’a ulaşan misyonerlerden bazıları sadece mensup oldukları mezhebi görüşü savunmakla kalmamış, farklı geleneksel uygulamaları takip eden kiliseler arasında ortak bir zemin kurma çabası da gütmüşlerdir. Bu bağlamda Doğu Hindistan Şirketi papazı Rahip Claudius Buchanan, 1806 yılında Malabar bölgesinde yaşayan ve Roma Katolik geleneğe bağlı olmayan Hristiyanları ziyaret etmiş, güney kesimlerde bulunan birçok Süryani Kilisesini gezmiştir. Bu sırada farklı din adamlarıyla ve Süryani Metropoliti Mar Thoma VI ile görüşmeler gerçekleştirmiştir. Buchanan, bu ziyaretlerine dair gözlemlerini Christian Researches in Asia (Asya’da Hristiyan Araştırmaları) adlı eserinde yayımlamıştır. Eserde, Süryani kiliselerini belli yönden takdir ettiğini, Anglikan Kilisesi ile Süryani Kilisesi arasında bazı benzerlikler gördüğünü ifade etmiştir. Süryani Kilisesi hakkında “Her ne kadar kilisenin genel yapısı şekilci ve cansız görünse de doğruluğa duyarlı olan ve saflıklarıyla diğerlerinden ayrılan bireyler de mevcuttur.” şeklinde değerlendirmede bulunmuştur.[11] Buchanan,Metropolit Mar Dionysius I’in yardımıyla Dört İncil’i Malayalam diline çevirmiş ve bu çeviri 1811 yılında Bombay’da basılmıştır. Buchanan, Anglikan ve Süryani kiliseleri arasında daha yakın bir ilişki kurulmasını arzulamış olsa da yaşanan hadiseler böyle bir yakınlaşmanın çok gerçekleşmediğini ve kiliseler arasındaki ayrışmanın sürdüğünü göstermektedir.

Babürlü Devlet Adamlarıyla ve Müslümanlarla İlişkiler

Hristiyanlığın yayılmaya başladığı dönemde Hindistan’da Müslüman Türkler yönetimde bulunuyorlardı. Bu dönemde Babürlü devlet adamları ile Hristiyan yöneticiler ve din adamları zaman zaman temas kurmuşlardır. Bu bağlamda dikkat çeken önemli temaslardan biri Ekber Şah döneminde vuku bulmuştur. Ekber Şah gerek Hristiyan misyonerlerin faaliyetlerinden haberdar olmak gerek bir takım dini suallere cevap bulmak amacıyla Bengal ve Gao bölgesinde bulunan bazı Hristiyan liderlere elçiler göndererek onları sarayına davet etmiştir. Buna mukabil Antonio Cabral, Portekiz valisinin elçisi olarak davete icabet etmiştir. Yine Anthony de Montserrat, Rodolfo Acquaviva ve Francisco Hemruquez gibi Cizvit papazların içinde yer aldığı bir başka heyet de 1580 yılında başkent Fetihpur Sihri’ye gelenler arasındadır. Hıristiyan din adamları Ekber Şah’a çeşitli hediyeler getirmiş, bunlar arasında nadir baskısı olan İncil nüshası dikkat çekmiştir.[12]

Yaşanan hadiselere tanıklık eden Hristiyan din adamlarının aktarımına göre Babür hükümdarı, Hristiyan papazların inançlarını sürdürmelerine, ibadet ve ritüellerini icra etmelerine izin vermiştir. Özellikle Ekber Şah’ın, Hint kıtasında varlık gösteren farklı dini geleneklerin bir arada yaşaması hususunda gösterdiği gayret Hristiyan din adamlarının dikkatini çekmiştir.[13] Cizvit papazlar, Ekber Şah’ın öncülüğünde kurulan ibadethane toplantılarına da zaman zaman iştirak ederek dini tartışmalara katılmışlardır. Hristiyanlığın temel teolojik konularının yanı sıra İsa Mesih ile Yahudi hahamlar arasında yaşanan hadiselerin muhtevasına ilişkin sorulara cevaplar vermişlerdir.[14] Dolayısıyla Ekber Şah, entelektüel merakının ve hakikat arayışının bir sonucu olarak diğer dini gruplara mensup önderlerle bir araya gelip ilmi müzakere yapmaktan kaçınmamıştır.

Hint kıtasında Hristiyan-Müslüman ilişkileri bağlamında dikkat çeken bir diğer husus Hristiyan misyonerlerle Müslüman alimler arasında zaman zaman vuku bulan reddiye türü yazışmalar ve belirli mekanlarda halka açık olarak yüz yüze gerçekleştirilen dini tartışmalardır. Bu meseleye örneklik teşkil etmesi açısından iki hadise üzerinde durulabilir. Bunlardan biri Rahmetullah el-Hindi (ö. 1891) ile Hristiyan papaz Karl Gottlieb Phander (ö. 1865) arasında nesih, İncil’in tahrifi, Îsâ’nın ulûhiyyeti, teslîs, Hz. Muhammed’in peygamberliği ve Kur’an’ın kaynağı gibi meselelere dair yaşanan ilmi münazaradır. Rahmetullah el-Hindi, bu münazarada teslîs inancının aklî bakımdan tutarsızlığını ve mevcut İncil’in ilâhî bir kitap olma vasfını kaybettiğini delillerle ortaya koyarak rakibini susturmuştur. Phander’in misyonerlik faaliyetinin bir sonucu olarak ortaya koyduğu İzâletü’l-evhâm adlı eserine cevap olarak Rahmetulah el-Hindi İẓhârü’l-ḥaḳ adlı reddiye kaleme almıştır. İngilizlerin desteğiyle Protestanlığı yaymaya çalışan ve İslam karşıtı söylemlerde bulunan Phander’in etkisi böylece kırılmıştır.[15]

Üzerinde durulabilecek bir diğer örnek ise Diyûbend Dârülulûm kurucularından Muhammed Kasım Nanevtevî (ö. 1880) ile Hristiyan misyonerler arasında cereyan eden dini tartışmalar ve yazışmalardır. 1877’de Chandpurda denilen yerde düzenlenen ve Mela khudaşanasi olarak anılan münazarada Müslüman cenahı temsilen Muhammed Kasım Nanevtevî ve Seyyid Abdul Mansur yer almış, Hristiyanları temsilen ise TG Scott, Noble ve John Thomson hazır bulunmuştur. Mubahise Şahcihanpur adlı eserde söz konusu münazara esnasında Kasım Nanevtevî’nin hem Hristiyan hem de Hindu din adamlarının iddialarına makul yollarla cevaplar verdiği görülür.[16]

Hindistan Hristiyanlarının Günümüzdeki Sosyo-Kültürel Durumları

Hindistan’daki Hristiyanlar, tarihsel süreçte Müslüman ve Hindu din adamları ve idarecilerle farklı alanlarda temas kurmuşlardır. Diğer din mensuplarıyla sağlanan bu tür dini ve siyasi ilişkiler konjonktüre göre kimi zaman olumlu yönde seyretmiş kimi zaman da aralarındaki tansiyon yükselmiştir. Geçmişten günümüze yaşanan gelişmeler Hristiyanların bölgedeki dini, kültürel ve siyasi hadiselerde etkin rol aldıklarını göstermektedir. Yakın tarihte bu durumun somut yansımalarından biri Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesi esnasında yaşanmıştır. Hintli Hristiyanlar bu sürece destek vermiş ve tesis edilen komisyonlarda bazıları etkin olarak yer almıştır. Bunun yanı sıra yerli üretimi teşvik edip dışa bağımlılığı azaltmayı hedefleyen ve öz yönetimi savunan swaraj düşüncesine de destek vermişlerdir. Böylece Hindistan’ın bölünmesine karşı çıkarak Hindistan bağımsızlık hareketinde belli bir politik duruş sergilemişlerdir.[17]

Yakın dönemdeki durumları bağlamında ise Hindistan’da farklı dini ve etnik gruplar üzerine yapılan istatistiki çalışmalar Hristiyanların eğitim, sağlık, işgücü piyasası ve yaşam standartları bakımından ülke ortalamasının üzerinde bir yerde konumlandıklarını göstermektedir. Yine Hristiyanlar arasındaki okuryazarlık oranı ile yükseköğrenim görmüş kişilerin oranı ulusal ortalamanın üstündedir. Bunun en önemli nedeni, misyonerlerin ve kiliselerin uzun süredir sürdürdüğü eğitim faaliyetleridir. Hristiyan kiliseleri, misyoner çalışmalarının bir parçası olarak okullar, kolejler, hastaneler ve yardım kurumları kurmuş; bunlar yalnızca Hristiyan topluluklara değil, misyon anlayışının bir sonucu olarak daha geniş toplum kesimlerine de hizmet sunmuştur.  Hristiyan okulları ve kolejleri, Hindistan’ın birçok bölgesinde modern eğitimin öncülerinden olmuştur. İngiliz sömürge döneminde, misyoner okulları aracılığıyla Batı tarzı eğitim yaygınlaştırılmıştır.[18] Günümüzde bu tür eğitim kurumları yalnızca Hristiyanlara değil, farklı din ve kastlardan öğrencilere de kapılarını açmaktadır. Eğitim kalitesinden dolayı Hristiyan olmayan aileler de zaman zaman çocuklarını bu tür okullara göndermektedir. Ancak eğitim ücreti yüksek olduğundan maddi durumu yüksek olan sınırlı aileler için bu mümkün olabilmektedir. Bu kurumlar sayesinde Hristiyan topluluklar eğitimli bireyler yetiştirmiş ve bu isimler üzerinden ülkenin siyasi, politik ve kültürel gelişmelerinde söz sahibi olmuştur.

Bilimsel veriler; Hristiyanların ortalama yaşam süresi, bebek ve çocuk ölüm oranları ile doğurganlık oranlarının Hindistan’ın genel ortalamasından daha iyi olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim Hristiyan toplulukların büyük bir kısmı kiliselerin kurduğu ve işlettiği sağlık kurumlarından yararlanabilmektedir. Hristiyanlar arasındaki istihdam oranı da genel ortalamaya göre iyidir. Kentsel bölgelerde yaşayan Hristiyanların önemli bir kısmı öğretmenlik, hemşirelik, kamu hizmetleri gibi eğitimli mesleklerde yoğunlaşmıştır. Yoksulluk oranı, diğer dini gruplara nazaran görece daha düşüktür. Sözü edilen yaşam standartları, Hindistan’da yaşayan bütün Hristiyanlar için geçerli değildir. Zira kast gibi bazı sosyo-kültürel etmenlere bağlı olarak Hristiyanlar topluluklar arasında eşitsizlikler ve ötekileştirmeler kendini göstermektedir. Örneğin Kerala Hristiyanları, eğitim ve ekonomik olarak en güçlü gruplardan biridir. Buna mukabil Dalit kökenli Hristiyanlar ise sosyal ve ekonomik açıdan daha dezavantajlıdır. Kentsel bölgelere kıyasla kırsal kesimlerde yaşayan Hristiyan gruplar arasında yoksulluk oranı yüksektir.[19] Dolayısıyla Hristiyanlar, tek tip bir topluluk değildir. Etnik köken, kast aidiyeti ve mezhepsel farklılıklar Hristiyanların eğitim, sağlık ve ekonomik göstergelerinde belirgin farklılıklar yaratmaktadır.

Fotoğraf 3: Tamil Nadu Bölgesindeki Bir Kilisede İbadet Eden Hintli Hristiyanlar

Kaynak: iStock

Kasta Dayalı Sosyal Farklılaşma ve Dalit Hristiyanları

Hindistan’daki Hristiyanların önemli bir kısmı kast sisteminden kurtulmak amacıyla bu dine dönmüş olsa da kast ilişkileri Hristiyan toplulukların sosyal yapısında hâlâ varlığını sürdürmektedir. Hristiyanlığa geçiş, kast yapısının tamamen ortadan kalkmasını sağlamamış; aksine, kast temelli ayrımlar yeni dinî çerçevede yeniden üretilmiştir. Hindistan’daki Hristiyanlığın farklı kolları, kast sistemiyle ilgili toplumsal uygulamaları hâlâ sürdürmektedir. Roma Katolik Kilisesi, kast sistemini Hindistan’ın sosyal yapısının bir parçası olarak değerlendirmiş ve tarihinin büyük bir kısmında mevcut sosyal düzen içinde faaliyet göstermeyi tercih etmiştir. Süryani Ortodoks Kiliseleri de benzer şekilde bu yapıya uyum sağlamıştır. Protestan Hristiyanlık ise ülkenin kuzeyine kıyasla güney bölgelerinde kast sistemini sürdürme eğiliminde olmuştur.[20]

Hristiyan kiliselerinde, özellikle Katolik ve Ortodoks geleneklerde, üst kasttan gelenler kilise içi hiyerarşik yapılarda oldukça güçlü pozisyonda yer almışlardır. Alt kastlardan veya Dalit kökenlilerden gelen Hristiyanlar ise çoğu zaman kilisenin alt kademelerinde bulunmuş ve karar mekanizmalarına sınırlı ölçüde katılabilmiştir. Bu durum, kiliselerin kast eşitsizliklerini ortadan kaldırmakta başarısız olduklarını göstermektedir. Evlilik pratiklerinde dahi kast kuralları etkisini açıkça göstermektedir. Aynı kasttan evliliğe önem veren, etnik kökeni üst kasta dayanan Hristiyanlar, alt kast ya da Dalit Hristiyanlarla evlilik yapmaktan kaçınmaktadır. Aynı şekilde cemaat içindeki sosyal etkileşimlerde ve ibadet mekânlarının kullanımında da kast temelli bazı sınırlamalar yer yer sürmektedir.[21] Bu toplumsal ve sosyolojik yapılaşmanın bir sonucu olarak Süryani Hristiyanlar, tarihsel olarak yüksek kast statülerini korumuş, bu konumlarını kilise örgütlenmesi aracılığıyla pekiştirmiştir. Buna karşın, Dalit Hristiyanlar marjinalleşmiş ve ayrı kiliselere yönelmek zorunda kalmıştır. Tamil Nadu ve Andhra Pradesh bölgelerinde yoğunlaşan Dalit Hristiyan topluluklar bu dine intisap etme yoluyla kast baskısından kurtulmayı ummuş ancak yeni dinî çerçevede de ayrımcılığa maruz kalmışlardır. Bu nedenle 20. yüzyılda Dalit Hristiyan hareketleri gelişmiş ve eşitlik talepleri daha güçlü şekilde dile getirilmiştir.

Hindistan’daki Hristiyan toplulukların en tartışmalı meselelerinden biri Dalit Hristiyanların konumudur. Dalitler, kast sisteminin en alt basamağında yer alan, “dokunulmaz” olarak tanımlanmış gruplardır. Hindistan Anayasası, Belirlenmiş kastlara mensup olanlara eğitimde ve kamu istihdamında ayrılmış kontenjanlar (rezervasyon) tanımaktadır. Ancak bu hak, yalnızca Hindu, Budist ve Sih Dalitlere tanınmış; Müslüman ve Hristiyan Dalitler bu kapsamın dışında bırakılmıştır. Dolayısıyla Hristiyan Dalitler, anayasal pozitif ayrımcılık mekanizmalarından yeterince yararlanamamıştır. Dalit Hristiyanlar, rezervasyon haklarından yararlanabilmek için sürekli olarak hukukî ve siyasi girişimlerde bulunmaktadır. Dalit Hristiyanların eşitlik mücadelesi, sosyolojik tabanın yanı sıra teolojik bir boyut da kazanmıştır. 20. yüzyılın sonlarından itibaren, Dalit Teolojisi adı verilen bir düşünce akımı ortaya çıkmıştır. Bu teoloji İncil’i, Dalitlerin acıları ve kurtuluş mücadelesi bağlamında yorumlamaktadır. Dalit İsa imgesi, “acı çeken ve ezilenlerle özdeşleşen Mesih” anlayışıyla öne çıkarılmıştır. Dalit Teolojisi yalnızca dini bir söylem değil, aynı zamanda siyasi ve toplumsal bir araçtır. Bu araç Dalit Hristiyanların eşit yurttaşlık ve kilise içindeki
adalet taleplerine teorik bir temel sunmaktadır.[22]

Kaynak: Dalit Christian Digest

Son asırda yoğunlaşan Dalit Hristiyanların mücadelesi bir taraftan kendi kilise içi yapısal sorunları aşmaya yönelik çabaları içerirken diğer taraftan da devlet nezdinde birtakım haklar elde etme ekseninde devam etmektedir. Ancak bu tür talepler, sıklıkla Hindu milliyetçi hareketlerin direnciyle karşılaşmaktadır. Çünkü Hindu milliyetçileri, Hristiyan Dalitlerin hak kazanmasının “Hristiyanlığa geçişleri hızlandıracağını ve teşvik edeceğini” ileri sürmektedir. Ülkedeki Hindu nüfusunu kaybetmek istemeyen aşırı Hindu milliyetçi örgütlenmeler diğer dini grupların bu tür taleplerine çok sıcak bakmamaktadır. Öyle ki Hindu bireyleri Hristiyanlığa döndürmek için yapılan faaliyetler, Hindistan siyasetinde en tartışmalı konulardan biridir. Sözü edilen yerel örgütlenmeler, Hristiyan misyonerleri zorla veya vaat yoluyla yerel halka başka bir dini empoze etmekle suçlamakta; bu gerekçeyle çeşitli eyaletlerde din değiştirme karşıtı yasalar çıkartılması yönünde girişimlerde bulunmaktadır.[23]

Sonuç

Hindistan’daki Hristiyanlık tarihsel olarak köklü, sosyal tabakalaşma yönünden çok katmanlı ve politik açıdan hassas bir yapı arz etmektedir. Bölgeye ulaşan misyonerlerin tabi oldukları mezhepsel yapılara bağlı olarak Hindistan’da Hristiyanlık varlık bulmuş; bu durum hem kültürel hem de pratik açıdan farklılık arz eden kilise yapılanmalarını beraberinde getirmiştir. Kadim Süryani adetlerini takip edenlerden Protestanlığın alt mezheplerine bağlı olanlara kadar çeşitli Hristiyan gruplar bölgede asırlardır varlık göstermektedir. Hristiyan önderler bölgenin sosyal dokusunun bir sonucu olarak zaman zaman Hindu ve Müslüman alimlerle dini münakaşalara girişmişler, idareyi elinde tutan yöneticilerle temas hâlinde olmuşlardır. Dini ve siyasi sahada kurdukları ilişkilere ilave olarak eğitimden ticarete, iç politikadan Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesine kadar farklı alanlarda yıllar boyunca etkili olmuşlardır. Hintli Hristiyanların tek tip bir azınlık olarak tanımlanması, topluluk içindeki farklılıkların gözden kaçırılması anlamına gelir. Yüksek kasttan gelen Hristiyanlar ile Dalit kökenli Hristiyanlar arasındaki kültürel ve ekonomik eşitsizlikler dikkat çekici boyuttadır. Kiliseler, Hint kökenli Hristiyanlara eğitim ve sağlık hizmetleriyle önemli katkılar sağlamış fakat kast ayrımcılığını bütünüyle ortadan kaldıramamıştır. Dalit Hristiyanları başta olmak üzere türlü haksızlıklara uğradıklarını iddia eden grupların eşitlik mücadelesi hem kilise içinde hem de devlet karşısında devam etmektedir.

Prof. Dr. Cemil Kutlutürk, Ankara Üniversitesi’nde öğretim üyesidir.

[1] Istvan Perczel, “Some New Documents on the Struggle of the Saint Thomas Christians to Maintain the Chaldaean Rite and Jurisdiction”, in Orientalia Christiana, Peter Bruns, Heinz Otto Luthe (eds.), Wiesbaden: Harrassowitz, 2013, s. 416.

[2] Susan Bayly, Saints, Goddesses and Kings, Muslims and Christians in South Indian society 1700-1900, Cambridge: Cambridge University Press, 1989, ss. 244-245.

[3] P. Gregorios & G. Roberson, “Syrian Orthodox Churches in India”, in The Encyclopedia of Christianity, E. Fahlbusch vd. (eds.), Grand Rapids, MI: Wm. B. Eerdmans Publishing, 2008, 5/285-86.

[4] C. R. Boxer, The Portuguese Seaborne Empire 1415-1825, London: Hutchinson, 1969, s. 40; Rowena Robinson, Christian Communities of India: A Social and Historical Overview, New Delhi 2010 , s. 5.

[5] Susan Bayly, Saints, Goddesses and Kings, s. 328.

[6] Rowena Robinson, Christian Communities of India, ss. 6-7.

[7] Sannyasin Hindu dini geleneğinde ruhi tekamülünü gerçekleştirmek için hayatının son evresinde ailesi de dahil  her şey ile irtibatını kopararak münzevi yaşamı tercih eden kimseye denir.

[8] Stephen Neill, A History of Christianity in India: The Beginnings to AD 1707, Cambridge: Cambridge University Press, 1984, s. 280.

[9] Rowena Robinson, Christian Communities of India, s. 9.

[10] Stephen Neill, A History of Christianity in India, s. 146, 190.

[11] Claudius Buchanan, Christian Researches in Asia: With Notices of the Translation of the Scriptures into the Oriental Languages, London: G. Sidney, 1812,  s. 106 vd.

[12] John Correia-Afonso, Letters from the Mughal Court: The First Jesuit Mission to Akbar (1580– 1583), St. Louis: The Institute of Jesuit Sources, 1981, ss. 1-3.

[13] Pierre Du Jarric, Akbar and the Jesuits: An Account of the Jesuit Missions to the Court of Akbar, trans. C. H. Payne, London: Routledge, 2004, s. 15 ; Kuczkiewicz-Fraś , “Akbar the Great (1542–1605) and Christianity”, s. 82.

[14] Geniş bilgi için bkz. Cemil Kutlutürk, “Tarihi ve Tarihi Şahsiyetleri Ötekinin Gözünden Okumak: Hindu ve Hıristiyan Din Adamları Nazarında Babür Hükümdarı Ekber Şah”, içinde Din, İnanç ve Ritüel, Ekrem Sarıkçıoğlu’na Armağan, Ş. Gündüz, M. Aydın (Ed), İstanbul: Milel Nihal Yay., 2022, ss. 255-268.

[15] R. Rizwanullah, “19. Yüzyılda Hindistan’da Müslümanlar ve Hıristiyanlar Arasındaki Dini Tartışmalar (İzharü’l-hak Örneği)”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi SBE, 2017, ss. 32-35.

[16] K. Nanevtevî, Mubahise Şahcihanpur, Delhi: Matbaa-i Müjteba , 1904, s. 51 vd.

[17] Geoffrey A.  Oddie, “Indian Christians and National Identity 1870–1947”, The Journal of Religious History, 25/3, (2001): 346-366.

[18] Rowena Robinson, Christian Communities of India, ss. 11-12.

[19] Rowena Robinson, Christian Communities of India, s. 11.

[20] A. Jayakumar , History of Christianity in India, Kolkata, 2013, s. 104.

[21] A. Jayakumar, History of Christianity in India, ss. 99-100.

[22] C. Mallapalli, “Dalit Christian Reservations: Colonial Moorings of a Live Debate”, International Journal of Asian Christianity, 1 (2018): 25-44.

[23] A. Jayakumar, History of Christianity in India, ss. 254-255; Y. Rajeshwar, R. C. Amore, “Coming Home (Ghar Wapsi) and Going Away: Politics and the Mass Conversion Controversy in India”, Religions, 10/5, (2019): 313.

Cemil Kutlutürk
Cemil Kutlutürk

Prof. Dr. Cemil KUTLUTÜRK, ilk yüksek lisansını Ankara Üniversitesi’nde Dinler Tarihi alanında yaptı. Alanıyla ilgili araştırmalarda bulunmak üzere Hindistan Dış İşleri Bakanlığı’nın desteğiyle 2011-2013 yılları arasında Hindistan’da bulundu. Bu süre zarfında Benares Hindu Üniversitesi Hint Dinleri ve Felsefesi bölümünde (Hindu Dharma aur Dharşan) ikinci yüksek lisansını tamamladı. 2014 yılında bitirdiği teziyle “Bilim Doktoru” unvanı aldı. 2015-2016 eğitim-öğretim yılında Tübitak projesi kapsamında ABD Columbia Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırmalarda bulundu. Hint Düşüncesinde İslam Algısı adlı çalışmasıyla 2019 yılında Doçentlik unvanı aldı. Aynı yıl Hindistan hükümetinin açtığı ITEC programını kazanarak Haydarabad kentinde bulundu ve Dürrüşehvar Sultan’ın Hint toplumuna katkılarına dair saha araştırması yaptı. Bu konuyla ilgili çalışması, Dürrüşehvar Sultan ve Hint-Osmanlı İlişkileri adıyla Türk Tarih Kurumu tarafından 2023 yılında yayımlandı. 2024-205 eğitim-öğretim yılında Yunus Emre Enstitüsü Türkoloji projesi kapsamında Hindistan Maulana Azad National Urdu Üniversitesi’ne misafir öğretim üyesi olarak görev yaptı. Burada hem alanıyla ilgili dersler verdi hem de Hintçe ve Urduca diploma programlarını başarıyla tamamladı. 2025 yılında Ankara Üniversitesi’nde profesör kadrosuna atanan Kutlutürk, Hint inanç ve kültür tarihi, Hint düşüncesinde Müslüman ve Türk algısı, Hindu-Budist-Müslüman ilişkileri, İslam tasavvufu ile Hint mistisizminin etkileşimi ve Hint-Osmanlı ilişkileri üzerine çalışmalarda bulunmaktadır

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments