back to top
Pazar, Kasım 16, 2025
Ana SayfaYayınlarAnalizİran İslam Cumhuriyeti’nde Lübnan Algısı

İran İslam Cumhuriyeti’nde Lübnan Algısı

Giriş

İran’da Lübnan’a ilişkin algı, dış politika tercihinin ötesinde ideolojik kimlik, güvenlik doktrini ve iç siyasal rekabetin kesişiminde oluşan çok katmanlı bir olgudur. Tahran’ın stratejik kültüründe Lübnan “direniş ekseni”nin kritik düğüm noktası ve İsrail’e karşı “ileri savunma” hattının vazgeçilmez bileşeni olarak konumlanır. Bu konumlanma, devlet elitleri ile toplumsal tabakalar arasında aynı hedefe yönelen fakat araç, maliyet ve risk algısı bakımından farklılaşan bir algısal çoğulluk üretir. Muhafazakâr blok, Lübnan’ı caydırıcılık mimarisinin uzantısı ve rejim güvenliğinin dış çeperi olarak okur. Reformist ve ılımlı çizgi, ilkesel desteği korurken maliyet–fayda, uluslararası itibar ve iç meşruiyet boyutlarına daha yüksek ağırlık verir. Muhalif ve seküler-milliyetçi söylem, Lübnan dosyasını öncelikle kaynak tahsisi, fırsat maliyeti ve “önce İran” iç meşruiyeti çerçevesinde sorgular.

Aşağıda da detaylandırılacağı üzere algının içeriği cenahlara göre değişse de “Lübnan hattının çökmesi İran’ın caydırıcılık dengesini bozar” fikri müşterektir denilebilir. Muhafazakârlar bu hattı rejim güvenliğinin dış çeperi olarak okumakta ve görünür tahkimi savunmaktadır. Reformist–ılımlı çevreler ilkesel desteği korurken maliyet–fayda, uluslararası itibar ve görünürlük yönetimi başlıklarını öne çıkarmaktadırlar. Teknik–bürokratik akıl ise dosyayı yaptırım, finansal kanal ve sigorta–lojistik riskleriyle birlikte değerlendirmektedir. Buna göre düşük görünürlük–yüksek etkinlik dengesini önerirler. Bu görüşlerden tamamen ayrışan muhalif–seküler söylem “önce İran” önceliğiyle kaynak tahsisini sorgular. Ancak yine de kriz anlarında kamu duyarlılığı kısa süreli kenetlenmeler üretebilmektedir.

2025 yılı Haziran ayındaki sıcak çatışma ve Nasrallah’ın ölümü, bu algıyı sert fay hatları boyunca yeniden biçimlendirmiştir. Kısa vadede “ileri savunma” söylemi meşruiyet kazanmış; ateşkes sonrasında ise dozaj ve yöntem tartışması geri dönmüştür. Lübnan’da “silahların devlet tekelinde toplanması” gibi girişimler Tahran’da tehdit katsayısını yükseltirken aynı anda diplomatik seçicilik ve görünürlük kontrolü ihtiyacı arttı. Liderlik sonrası dönemde Hizbullah’ın kurumsal sürekliliği ve karar çevrimlerinin istikrarı, İran’ın algısında belirleyici stres testleri hâline geldi. Neticede Lübnan, İran için yalnız bir cephe değil; caydırıcılık, kimlik ve iç meşruiyet üçlüsünü aynı anda taşıyan yüksek önem dosyası olmaya devam etmektedir.

Tarihsel ve Stratejik Arka Plan

1982 Sonrası Hat: Hizbullah’ın Teşekkülü ve “İleri Savunma” Doktrini

İran’ın Lübnan okuması, devrimden öncesine kadar gitse de genel olarak 1982 İsrail işgali sonrasında şekillenen güvenlik mantığına dayanmaktadır denebilir. Irak’la yıkıcı bir savaşın içinde olan Tahran, ideolojik saiklerin de etkisiyle İsrail’i varoluşsal tehdit olarak tanımlamış; tehdidi sınır ötesinde karşılamayı “ileri savunma” olarak kurumsallaştırmıştır. Bu mantık, Lübnan’da Şii tabanın siyasallaşmasıyla birlikte örgütsel bir çatı doğurmuş ve İslami Direniş hattı, yerel meşruiyet–bölgesel bağlantı–askerî kapasite üçlüsü üzerine inşa edilmiştir. Operasyonel düzeyde amaç düşmanı İran coğrafyasına girmeden, mümkünse derinlikte bağlamak, caydırmak ve maliyetini artırmaktır. Bunun için kullanılan araç seti ise danışmanlık, eğitim, teçhizat desteği, bilgi ve propaganda altyapısı, finansal kanallarla süreklilik sağlayan hibrit bir model olmuştur.

İran’ın vekâlet stratejisi yüksek esneklik ve düşük görünürlük ilkeleri üzerine inşa edilmiştir. Yüksek esneklik sahadaki dalgalanmalara hızla uyum sağlamayı, yerel aktörlerle simbiyotik ilişkiler kurmayı ve çok seviyeli komuta-kontrol mekanizmaları oluşturmayı içerir. Düşük görünürlük ise inkar edilebilirlik, maliyet dağıtımı ve diplomatik risklerin yönetimi anlamına gelmektedir. Lübnan bağlamında bu strateji, Hizbullah’ın kurumsallaşması, toplumsal hizmet ağları aracılığıyla taban bağının pekiştirilmesi ve asimetrik yeteneklerin (füze stoğu, İHA/SİHA, elektronik harp, psikolojik harekât) kademeli olarak geliştirilmesi şeklinde tezahür etmektedir. Bu çerçevede İran’ın Lübnan politikası, “direniş ekseni”nin ön-arka lojistik hatlarının korunması ve genişletilmesi maksadıyla güvenlik-meşruiyet sentezi üzerinde temellendirilmiştir.

İran’ın Lübnan sahasında vekil bir aktör oluşturma çabası, 1982 Haziran’ında o dönemde Suriye denetimindeki Bekaa Vadisi’ne sevk edilen yaklaşık 1.500 kişilik Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) birliğiyle kurumsal bir çerçeveye oturtulmuştur. Baalbek’teki Şeyh Abdullah Kışlası 1982–1992 döneminde operasyonel karargâh işlevi görmüş; sahadaki koordinasyon Tuğgeneral Hüseyin Dehgan idaresinde yürütülmüştür. İran tarafı, besic mobilizasyon modelini mahalle, gençlik ve cami ekseninde bir örgütlenme şablonu olarak uygulamaya koymuş; siyasi boyut Ali Ekber Muhteşemipur üzerinden, istihbarat ve güvenlik boyutu ise daha sonra Kudüs Gücü’nün ilk komutanı olacak Ahmed Vahidi üzerinden yürütülmüştür. Finansman düzeyi uluslararası tahminlerde yıllık yüzlerce milyon ABD doları bandında seyretmiş; Hasan Nasrallah’ın 2016’daki “Hizbullah’ın bütçesi, yediği içtiği, silahı ve roketi İran’dan gelir” beyanı bu bağı açık biçimde teyit etmiştir. Bu süreç, gizli bir inisiyatiften ziyade, devletin en üst siyasi ve askerî kadrolarınca yönlendirilen açık bir vekâlet kapasitesi inşası olarak tasarlanmıştır.

Tahran’ın başarısı, Lübnan Şiî alanındaki mevcut kurumsal ve dinî altyapıyı sıfırdan ikame etmek yerine konsolide etmeye dayanmıştır. Hüseyin el-Musavi’nin 1982 yazında Emel’den koparak yaklaşık 800 kişilik bir çekirdekle “İslami Emel”e yönelmesi, İran’la eşgüdümün hızlanmasına imkân tanımış ve bu yapı sahada İran devrimci örgütlenme şablonlarına göre dönüştürülmüştür. Tahran’da düzenlenen bir toplantı zeminiyle kurumsallaşan Lübnan Müslüman Ulema Birliği (AMUL), ulema liderliğinde, cami merkezli, kitle yönelimli bir yöntem sunmuş; tarihsel İran–Lübnan ulema ağları (Safevî dönemine uzanan bağlar) üzerinden ideolojik ve örgütsel süreklilik tesis edilmiştir. İran genel hatlarıyla ülkede var olan İsrail işgaline duyulan tepki, mezhepsel ve siyasal marjinalleşme ile iç savaşın parçalayıcı etkisi gibi üç kırılganlığı aynı anda bir araya getirerek faaliyet yürütmüştür. Ekim 1983 Nebatiyye/Aşura hadisesinde yaşanan can kayıpları, Tahran’ın sahadaki danışmanları tarafından hızla seferberlik ve devşirme faaliyetlerine hız kazandırmış ve dağınık milis kümeleri İran devrim muhafızlarının örgütsel iskeletine eklemlenerek Hizbullah çatısı altında yeknesaklaştırılmıştır.

Bu kurumsal konsolidasyonu tamamlayan unsur, 1982–1992 arasında 21 milletten 104 yabancı şahsın sistematik biçimde kaçırılmasına dayalı rehine diplomasisi olmuştur. Operasyonlar, Hizbullah’ın İslami Cihad Örgütü şemsiyesi altında İmad Muğniye’nin operasyonel komutasıyla yürütülmüştür. Bekaa’daki DMO unsurları ile Şam ve Beyrut’taki İran diplomatik misyonları arasında doğrudan koordinasyon tesis edilmiştir. İran–Kontra vakasında rehinelerin kademeli serbest bırakılması karşılığında yaklaşık 30 milyon ABD doları tutarında silah tedariki sağlanabilmiş ve süreçte Haşimi Rafsancani “ılımlı” kanal olarak konumlandırılmıştır. TWA 847 (Haziran 1985) hadisesi, 766 Lübnanlı Şiî tutuklunun serbest kalmasıyla sonuçlanarak bu yöntemin somut çıktı üretebildiğini göstermiştir. İran’ın konvansiyonel yalnızlığı (Irak’a ABD/SSCB/Avrupa/Arap desteği ve 1984’te BM’de kimyasal silah kınamalarının engellenmesi) karşısında geliştirilen bu asimetrik baskı doktrini, 1983’teki Beyrut bombalamalarının ardından ABD ve Fransa’nın çekilişiyle etkinlik kazanmış ve “ileri savunma” yaklaşımı stratejik kültüre yerleşmiştir. Lübnan tecrübesi daha sonra Irak, Suriye, Yemen ve Gazze’de çoğaltılabilir bir şablon olarak yeniden üretilmiştir. Batılı demokrasilerin rehineler ve iç siyasal baskılar karşısındaki kırılganlıklarının kalıcı olduğuna dair Tahran’daki stratejik kanaati güçlendirmiştir.

Fotoğraf 1: İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Ali Laricani’yi Karşılayan Lübnanlılar, Beyrut Refik Hariri Uluslararası Havalimanı’nda

Kaynak: IRNA

2000 Çekilişi ve 2006 Savaşı: Zafer Anlatısı, Caydırıcılık ve Meşruiyet

2000’de İsrail’in Güney Lübnan’dan çekilişi, İran içindeki Lübnan algısında “direniş işe yarar” fikrini güçlendirmiştir. Bu eşik hem caydırıcılık anlatısını hem de kamuoyu düzeyinde “onur–özgüven” duygusunu beslemiştir. 2006 Temmuz Savaşı ise iki etkide bulunmuştur: Birincisi, Hizbullah’ın konvansiyonel olmayan kapasitesinin klasik ordulara karşı da sonuç üretebildiğini gösteren bir vaka seti üretmiş; ikincisi, İran’da Nasrallah kişiliğinde sembolik sermaye biriktirmiştir. Bu sembolizm, yalnızca medyatik bir ikonografi değil, aynı zamanda “bedel ödetme kapasitesi” ve “krizde dayanıklılık” gibi güvenlik göstergelerine iç siyaset dilinde payanda olmuştur. Böylece Lübnan, İran’da rejim yanlısı kesimler için İran’ın güvenliği ve rejim söyleminin “haklılığını” gösteren anlatıların merkezine yerleşmiştir.

Bununla birlikte aynı dönem, reformist ve ılımlı çevrelerde “maliyet–fayda” muhasebesinin daha görünür hâle geldiği yıllardır. Yaptırım sarmalı, büyüme ivmesindeki kırılmalar ve dış politika görünürlüğünün diplomatik maliyeti, Lübnan dosyasının iç kamuoyunda tartışılmasına yol açmıştır. Bu tartışma, ilkesel destek–pragmatik sınırlama ikiliğini doğurmuştur. Şöyle ki Lübnan ve Filistin davasına sempati baki kalsa da yöntemin diplomasiyi önceleyen ve iç öncelikleri gözeten bir çizgiye oturması talep edilmiştir. Dolayısıyla 2000–2006 hattı, muhafazakârlar için doğrulama, reformistler için rasyonelleştirme basamağıdır denilebilir. İki anlatı da Lübnan’ı merkezî bir referans dosyası olarak sistemin içine yerleştirir.

2011 Sonrası Suriye Hattı: Eksen Bütünleşmesi ve Kapasite Mimarisi

Arap Baharı ve Suriye iç savaşı, İran’ın Lübnan yaklaşımını “tek cephe–çok katman” formuna taşımıştır. Suriye’nin rejim kontrolünde tutulması, Lübnan hattının stratejik derinliği ve lojistik sürekliliği için zorunlu görülmüştür. Bu dönemde eksen bütünleşmesi üç sütunda ilerlemiştir:

  1. Lojistik ve tedarik: Kara–hava hatlarının çeşitlendirilmesi, ara depolama ve dağıtım düğümlerinin katmanlandırılması
  2. Komuta–kontrol ve bilgi: Müşterek planlama, sensör–atıcı entegrasyonu, muhabere–istihbarat senkronizasyonu
  3. Algı ve propaganda: Kriz anlarında anlatı üstünlüğü, şehadet ve dayanıklılık söyleminin kurumsal taşıyıcılarla çoğaltılması.

Bu altyapı, Lübnan’daki asimetrik kapasitenin yalnız sayısal değil, nitel sıçramalarla (daha hassas vuruş, daha derin erken uyarı, daha yaygın elektronik karartma) büyümesini hedeflemektedir.

Eksen bütünleşmesi aynı zamanda “risk dışsallaştırma–maliyet içselleştirme” ikilemini keskinleştirir. Risk dışsallaştırma; tehditlerin sınır dışında emilmesini amaçlayan ileri savunma mantığıdır. Maliyet içselleştirme ise yaptırımlar, finansal baskılar ve diplomatik izolasyonun Tahran’a dönüşüdür. Bu nedenle 2011 sonrası dönemde Lübnan dosyası, güvenlik faydası yüksek fakat ekonomik ve diplomatik maliyeti artan bir denge problemine dönüşmüştür. Teknik-bürokratik elitler bu evrede “düşük görünürlük–yüksek etkinlik” önerilerini öne çıkarır; açık askeri profil yerine ikame kapasite, tedarik zinciri esnekliği ve mesaj disiplini tavsiye edilir. Muhalif ve seküler-milliyetçi söylem ise tam ters yönden, iç kaynakların önceliği ve dış operasyonların kısıtlanması argümanlarını yoğunlaştırır.

İran’daki Siyasi Cenahların Lübnan Algısı

Muhafazakâr Cenah

Muhafazakâr cenah, Lübnan’ı yukarıda da genel hatlarıyla detayları verilen İran’ın caydırıcılık mimarisinin dış çeperi ve “ileri savunma” doktrininin ana cephesi olarak okumaktadır. Bu cenah, “direniş ekseni”ni ideolojik meşruiyet ile ulusal güvenlik arasında kurulan bir köprü olarak tanımlar ve Lübnan hattındaki yatırımı beka siyasetiyle ilişkilendirmektedir. Geri çekilmeyi ise rejim güvenliğinde gedik açacak stratejik hata olarak görmektedir. Bu nedenle Hizbullah’ın silahsızlandırılması, Tahran açısından kırmızı çizgidir. Lübnan’da bu yöndeki her girişim, ABD–İsrail dayatmasının uzantısı şeklinde çerçevelenir ve karşı anlatı ile bastırılır. Araç seti görünür caydırıcılık, görünmez lojistik ve sürekli moralizasyon üçlüsüne dayanmaktadır. Sahada tedarik–eğitim–ISTAR (İstihbarat, Gözetleme, Hedef Tespiti ve Keşif) desteği ve söylemde “şehadet/direniş” anlatısı birlikte yürütülmektedir.

2025 Haziran çatışması sonrasında muhafazakâr çizgi, “kenetlenme” ve “direnişin dayanıklılığı” vurgusunu artırmıştır. Savaşın İran içinde yarattığı milli refleks, bu blok tarafından Lübnan hattının stratejik gerekliliğinin kanıtı olarak sunulmaktadır. Nasrallah’ın ölümü, sembolik sermayeyi daha da merkezileştirmiş ve “şehadetle güçlenen dava” söylemi üzerinden iç meşruiyet devşirilmiştir. Elit söylemde “binlerce Nasrallah” metaforu, liderlik kaybı endişesine karşı moralizasyon aracıdır. Politika tercihinde sertleştirme eğilimi, Lübnan devlet kurumlarıyla gerilim riskini göze almaktadır. Buna karşı telafi mekanizması olarak ekonomik ve diplomatik maliyetlerin içerde “milli fedakârlık” çerçevesinde meşrulaştırılması önerilmektedir.

Fotoğraf 2: İran, Lübnan ve Direniş Ekseni Gruplarının Bayraklarını Taşıyan İran Askerleri

Kaynak: Fararu News

Reformist ve Ilımlı/Pragmatik Cenahlar

Reformist ve ılımlı çevreler, Lübnan dosyasında ilkesel dayanışmayı korumakta fakat yöntemi diplomasi, arka kapı kanalları ve görünürlük yönetimi üzerinden yeniden kalibre etmeyi savunmaktadır. Bu çizgi, “Lübnan’ın geleceği Lübnanlılara” ilkesiyle açık müdahil dilin geri teptiğini, Hizbullah’ın meşruiyetini zayıflattığını ve Tahran’a “içişlerine karışma” maliyeti yüklediğini belirtmektedir. Maliyet–fayda analizi, yaptırımların derinliği, ülke içi refah baskıları ve uluslararası itibar maliyetini birlikte tartar. Bu nedenle askeri profilin görünürlüğünü düşüren, diplomatik kalkan sağlayan ve ekonomik yükleri sınırlayan bir çizgi önerilir. Kırmızı çizgi tanımı daha dar tutulur. Hizbullah’ın zorla tasfiyesi ve Lübnan hattının çökertilmesi kabul edilemez görülür fakat gerilim yönetimi adına taktik esneklik meşrudur. Arzu edilen sonuç “silahların siyasal süreçle entegrasyonu” ve “devlet kapasitesinin güçlenmesiyle fiili denge”dir.

2024 ve 2025 yıllarındaki gelişmeler ışığında mevcut yaklaşım, olası tırmanmaların kontrolü ve çatışmaların tekrarını önleme konularına odaklanmaktadır. Savaşın caydırıcılık açısından kısa vadede sağladığı kazanımlar olsa da bu cenah, bu kazanımların orta vadede ekonomik ve diplomatik kayıplarla bertaraf edilebileceği konusunda uyarıda bulunmaktadır. Örneğin, Nasrallah’ın ölümü her ne kadar duygusal dayanışmayı güçlendirmiş olsa da operasyonel süreklilik ve liderlik geçişi kapasitesi konusunda ciddi soru işaretleri ortaya çıkmıştır. Bu durumda önerilen politika, Beyrut ile düşük profilli ancak içerik bakımından yoğun temaslar kurulması, AB-Arap arabuluculuk platformlarında söylemin yumuşatılması ve insani ile ekonomik destek paketleriyle imaj dengelemesi yapılması şeklindedir.

Teknik-Bürokratik ve Güvenlik Elitleri

Teknik-bürokratik aktörler (Dışişleri, Plan-Bütçe, Merkez Bankası, enerji ve ulaştırma bürokrasisi) Lübnan’ı risk ve maliyet yönetimi perspektifinden değerlendirmektedir. Bu yaklaşımda öncelik, yaptırım rejiminin ikincil etkileri, finansal kanal güvenliği, sigorta-navlun maliyetleri ve bankacılık uyum riskleridir. “Düşük görünürlük-yüksek etkinlik” prensibiyle hareket eden bu yaklaşım, askeri profilin medya yansımalarını sınırlamayı, tedarik zincirinde çeşitlenme ve yedekleme kapasitesi oluşturmayı, kritik noktalarda alternatif rotalar geliştirmeyi ve diplomatik koruma sağlamayı savunmaktadır. Belirlenen eşikler “ikincil yaptırım tetiklenmesi”, “Swift/dolar erişiminde ek kısıtlamalar”, “enerji ihracatında türbülans” gibi somut göstergelerle tanımlanmaktadır. Hedeflenen sonuç, caydırıcılığın sürdürülebilir finansmanla desteklenmesi ve dış politika görünürlüğünün piyasa risklerini artırmayacak düzeyde tutulmasıdır.

2025 çatışması bu çevrelerde “stres testi” olarak değerlendirilmekte ve üç temel sonuç çıkarılmaktadır. Birincisi, tırmanma anlarında bilgi karartması ile piyasa paniğinin eş zamanlı yönetilmesi gerekmektedir. İkincisi, Lübnan hattındaki operasyonel sürekliliği sağlamak için sigorta-lojistik yedek hatlarının önceden finansal araçlarla güvence altına alınması zorunludur. Üçüncüsü, Nasrallah sonrası dönemde karar süreçlerinin uzayabileceği öngörüsüyle “bekleme-gözlem” aşamalarında diplomatik kalkan güçlendirilmelidir. İletişim stratejisi açısından iç kamuoyuna maliyet şeffaflığı, dış kanallara ise hukuki ve insani çerçeve vurgusu yapılması önerilmektedir.

Muhalif/Seküler-Milliyetçi Söylem ve Diaspora

Muhalif ve seküler-milliyetçi hat, Lübnan politikasını “fırsat maliyeti” ve “önce İran” ilkesi üzerinden eleştirmektedir. Bu yaklaşımın merkezinde, dış operasyonlara ayrılan kaynakların iç refaha, enflasyonla mücadeleye ve kamu hizmetlerine yönlendirilmesi gerektiği argümanı bulunmaktadır. Bu söylem Hizbullah’ı İran’ın “paralel milis” aracı olarak tanımlamakta ve Lübnan’daki görünürlüğün uluslararası izolasyonu derinleştirdiğini ileri sürmektedir. Sembolik açıdan Nasrallah figürü rejim propagandasının temel unsuru olarak değerlendirilmekte, suikast sonrası yaşanan duygusal mobilizasyon ise “içerideki krizleri perdeleyen” bir araç olarak çerçevelenmektedir. Bu grubun hedeflediği sonuç, Lübnan hattında geri çekilme veya minimum görünürlük sağlanması ve iç ekonomi önceliklerinin güçlendirilmesidir.

2025 çatışması ve Nasrallah’ın ölümü bu hattın söylemini iki yönden güçlendirmektedir. Savaşın ekonomik maliyetleri eleştirel kitlelerde “macera yorgunluğunu” artırırken, cenaze ve yas gösterileri propaganda eleştirilerini yoğunlaştırmaktadır. Diaspora medyası Lübnan dosyasını uluslararası normlar ve terörizm söylemi üzerinden suç unsuru hâline getirmekte, bu durum dış itibar maliyetini artıran bir yankı odağı oluşturmaktadır. Karşı argümanlarla karşılaştığında bu hat, güvenlik-refah dengesini “ölçülebilir sonuç” talebiyle sorgulamaya devam etmekte ve devletin başarı iddialarını sosyoekonomik verilerle test etmeye çalışmaktadır.

Tablo 1: Cenahlara Göre Lübnan/Hizbullah Algısı
  Amaç Araç Kırmızı Çizgi Arzu Edilen Durum
Muhafazakârlar Caydırıcılığı tahkim, ileri savunma hattını koru Görünür caydırıcılık + görünmez lojistik + moralizasyon Hizbullah’ın silahsızlandırılması ve hat kaybı Tahkim edilmiş eksen, artan caydırıcılık
Reformist/Ilımlı Gerilimi yönet, diplomatik görünürlüğü artır, itibar/maliyet dengesini gözet Arka kapı diplomasisi, söylem yumuşatma, insani/ekonomik paketler Zorlayıcı tasfiye ve açık işgal; fakat taktik esneklik mümkün Entegre siyasal süreç, düşük görünürlük, dengeleme
Teknik-Bürokratik Finansal ve lojistik sürdürülebilirlik, ikincil yaptırım riskini minimize et Düşük görünürlük, tedarik çeşitlendirme, finansal teminat İkincil yaptırım tetiklenmesi, enerji/finans şoku Sürdürülebilir finansman, yönetilebilir görünürlük
Muhalif/Seküler İç refah önceliği, dış operasyon maliyetini azalt Kamuoyu baskısı, uluslararası normatif çerçeve, bütçe denetimi talebi İç ekonomik kriz derinleşmesi, demokratik meşruiyet kaybı Geri çekilme/minimum angajman, iç kalkınma odağı

Bu arka plan, 2024-2025 dönemindeki kritik gelişmelerin (Nasrallah’ın suikastı ve 13-24 Haziran 2025 İran-İsrail sıcak çatışması) neden İran’daki Lübnan algısını “kimlik-güvenlik-meşruiyet” üçgeninde yeniden şekillendirdiğini açıklamaktadır. Lübnan artık sadece bir “ileri karakol” işlevi görmekle kalmayıp iç meşruiyet söyleminin test edildiği, dış politika maliyetlerinin hesaplandığı ve caydırıcılık mimarisinin dayanıklılığının sınandığı merkezi bir alan konumuna gelmiştir. Bu nedenle takip eden bölümlerde farklı cenahlardaki algı farklılıkları, 2025 çatışmasının kısa ve orta vadeli sonuçları ile Nasrallah sonrası süreç, bu tarihsel-stratejik zemin üzerinden değerlendirilecektir.

Fotoğraf 3: Tahran’daki İnkılab Meydanı’nda Lübnan, Hizbullah ve İran Bayrakları Önünden Geçen Kadınlar

Kaynak: İRNA

13–24 Haziran 2025 Çatışmasının İran’daki Lübnan Algısına Etkisi

Kısa Vadeli Konsolidasyon: Kenetlenme Etkisi, İleri Savunmanın Meşruiyet Tazelenmesi

Haziran 2025’teki sıcak çatışma İran iç siyasetinde tipik bir “bayrak etrafında kenetlenme” tepkisi yaratmıştır. Saldırı tehdidinin somutlaşması farklı eğilimler arasındaki söylem rekabetini geçici olarak bastırmış, güvenlik aparatının söylemi kamuoyunda merkezi konuma yerleşmiştir. Devlet medyası Lübnan hattını ileri savunma mimarisinin vazgeçilmez bileşeni olarak çerçevelemiş, “tehdidi uzakta karşılama” ve “yüksek maliyeti düşmana yükleme” kavramları daha sık dile getirilmiştir. Bu yaklaşımda Hizbullah’ın İsrail’i çok cepheli baskı altında tutma kapasitesi, yalnızca Lübnan’ın değil İran’ın savunma derinliği açısından da işlevsel bir araç olarak sunulmuştur. Kısa vadede bu anlatı muhafazakâr çizginin Lübnan değerlendirmesini meşruiyet açısından güçlendirmiş ve kamuoyunda “cepheyi geride değil ileride tutma” tercihine daha geniş kabul sağlamıştır.

Ancak bu kenetlenme etkisi bilgi akışının kontrol altında tutulduğu ve doğrulanması güç haberlerin dolaştığı bir ortamda gerçekleşmiştir. Çatışma günlerinde kamuoyunun algısı resmî açıklamalar ve koordineli medya yayınlarıyla şekillenirken bağımsız kaynaklardan sızan parça bilgiler çoğunlukla duygusal tepkileri besleyen malzemeye dönüşmüştür. Bu süreç ileri savunma tezinin kriz anlarında hızla baskın söylem hâline gelebileceğini ortaya koymuş ancak aynı zamanda veriye dayalı maliyet-fayda analizlerinin ertelendiği ve teknik-bürokratik endişelerin duyulmadığı bir gürültü seviyesi yaratmıştır. Çatışmanın sona ermesiyle birlikte söylem alanı yeniden açıldığında, biriken sorular ve hesaplamalar hızla gündeme gelmiştir.

Ateşkes Sonrası Muhasebe: İki Anlatı, İki Risk Hesabı

Ateşkesin ardından İran içindeki değerlendirme yaklaşımı belirgin şekilde iki farklı hatta ayrışmıştır. Muhafazakâr anlatı, çatışmanın caydırıcılık kapasitesini test ederek doğruladığı tezini ön plana çıkarmıştır. Bu perspektif Lübnan hattının stratejik değerini “yerinde doğrulama” süreci olarak yorumlamış, Hizbullah’ın varlığını yalnızca sembolik değil, operasyonel bir güvence olarak yeniden sunmuştur. Bu anlatının temel çıkarımı, mevcut hattın pekiştirilmesi ve görünür desteğin devam ettirilmesi gerekliliğidir. Kırmızı çizgilerde herhangi bir değişiklik olmamış, aksine Lübnan’da silahların devlet tekeline devredilmesi gibi konular Tahran açısından daha yüksek tehdit seviyesiyle değerlendirilmiştir.

Reformist ve ılımlı anlatı ise taktik başarı ile stratejik sürdürülebilirlik arasındaki ayrıma odaklanmıştır. Bu yaklaşıma göre kriz, ileri savunma kapasitesinin etkinliğini göstermekle birlikte ekonomik ve diplomatik maliyetlerin hızla artabileceğini de ortaya koymuştur. Risk hesaplaması üç temel eksende yapılmaktadır: Yaptırımların derinleşmesi ve ikincil etkileri, finansal kanal ile sigorta-lojistik maliyetlerindeki artış ve dış itibarın daha kapsamlı bir izolasyon dinamiğine dönüşmesi. Bu nedenle görünür askeri profilin azaltılması, arka kanal diplomasisinin genişletilmesi ve insani-ekonomik araçlarla söylemin yumuşatılması önerilmektedir. Aynı çerçeve Lübnan iç dengelerinde “Lübnanlı çözüm” ilkesinin vurgulanmasını ve Tahran’ın açık müdahaleci görüntüsünden kaçınmasını savunmaktadır.

Her iki anlatı da ileri savunma mantığını tamamen reddetmemiş, ayrışma dozaj ve görünürlük konularında kristalleşmiştir. Bu ayrışma, iç meşruiyet ile dış itibar arasında denge kurmaya çalışan teknik-bürokratik yaklaşımın söylemini güçlendirmiştir. Böylece Lübnan dosyası ideolojik kimlik meselesi olmaktan çıkarak maliyetleri hesaplanmış bir güvenlik dosyası olarak yeniden çerçevelenmiştir. Bu süreçte duygu yükü yüksek kriz anlatısından hesap verebilirlik ve izlenebilirlik talep eden bir politika muhasebesine doğru kayma gözlemlenmiştir.

Beyrut’ta “Silahların Devlet Tekelinde Toplanması” Tartışması ve Tahran’ın Refleksi

Çatışma sonrasında Beyrut’ta hızlanan silahların devlet tekelinde toplanması tartışması, İran’daki Lübnan algısında gerilim yaratan bir eşik oluşturmuştur. Muhafazakâr hat bu gündemi vekâleti tasfiye etme ve caydırıcılığı çökertme girişimi olarak yorumlamış, Tahran’ın kırmızı çizgilerini daha yüksek sesle ilan etmiştir. Bu söylem Lübnan hükümetini dış baskıların aracı olmakla suçlayan ve Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını bölgesel güç dengesinde tek taraflı silahsızlanma olarak sunan bir çerçeve kurmuştur. Kısa vadede bu yaklaşım iç kamuoyunda “Lübnan düşerse sıradaki biz oluruz” türü tehdit algısıyla karşılık bulmuştur.

Reformist-ılımlı çizgi aynı konuyu diplomatik yönetim sorunu olarak ele almıştır. Bu yaklaşım, açık restleşmenin Beyrut’taki karar süreçlerini sertleştirdiği, Hizbullah’ın manevra alanını daralttığı ve Tahran’a “iç işlere karışma” maliyeti yüklediği değerlendirmesini güçlendirmiştir. Önerilen strateji, görünürlüğü düşük ancak içerik bakımından yoğun arabuluculuk yapılması, kurumsal güven artırıcı önlemler alınması ve insani-ekonomik paketlerle karşılıklı kazanım zemini oluşturulmasıdır. Teknik-bürokratik aktörler bu tartışmayı ikincil yaptırım ve finansal uyum riski perspektifinden değerlendirmiş, dosyanın uluslararasılaşmasının piyasa maliyetlerini hızla artırabileceği konusunda uyarıda bulunmuştur. Muhalif-seküler söylem ise tartışmayı “dış macera-iç refah” ekseninde yeniden çerçeveleyerek geri çekilme veya minimum angajman argümanını güçlendirmiştir.

Sonuçta Tahran’ın tepkisi iki kanaldan şekillenmiştir: Söylem düzeyinde kırmızı çizgilerin teyit edilmesi, uygulama düzeyinde görünürlük yönetimi yapılması. İlki iç tabanın konsolide edilmesine, ikincisi diplomatik ve ekonomik maliyetlerin sınırlandırılmasına hizmet etmiştir. Bu ikili yaklaşım, Lübnan dosyasının önümüzdeki dönemde de sert mesaj-yumuşak temas ikiliği üzerinden yönetileceğini göstermektedir.

Nasrallah’ın Ölümü: Sembolik Kayıp ve Algısal Sarsıntı

Sembolik Anlam ve Kolektif Hafıza

Hasan Nasrallah’ın ölümü İran’daki Lübnan algısında sembolik bir eşik oluşturmuştur. Nasrallah figürü İran kamu söyleminde yalnızca bir örgüt lideri olarak değil, direniş ekseninin sürekliliğini, bedel ödeme iradesini ve İsrail karşıtı caydırıcılığın ahlaki temelini temsil eden bir sembolik sermaye olarak konumlandırılmıştır. Şehadet anlatısı İran’daki dini-siyasal repertuarda güçlü bir çerçeve oluşturmakta ve Nasrallah’ın kaybı bu repertuarı harekete geçirerek duygusal mobilizasyon, birlik vurgusu ve meşruiyet yeniden üretimi için geniş imkanlar sunmuştur. Bu süreçte Lübnan “bir liderin emanetini sürdürme” söylemiyle daha kişiselleşmiş bir politik alana taşınmış, Nasrallah sonrası dönemde yalnızca dış politika dosyası değil, İran’ın kimlik ve dayanıklılık iddiasının test edildiği bir konu olarak sunulmuştur. Sonuç olarak kısa vadede Nasrallah’ın ölümü Lübnan’a yönelik destekleyici duyguları yoğunlaştırmış ve “ileri savunma” mantığının moral-psikolojik boyutunu güçlendirmiştir.

Elit Tepkileri ve Kurumsal Çerçeve

İran’daki elit tepkileri fraksiyonel ayrımlara rağmen dikkat çekici bir yakınsama sergilemiştir. Devrim Rehberi çevresinden hükümet ve parlamento liderliğine, Devrim Muhafızları komuta kademesinden reformist kökenli seçkinlere kadar geniş bir yelpazede taziye, saygı ve kararlılık mesajları üretilmiştir. Bu yakınsama iki temel işlev görmüştür: içeride rejim meşruiyetinin ve toplumsal birleşmenin güçlendirilmesi, dışarıda ise caydırıcılık sinyalinin sürdürülmesi ve Hizbullah’ın kurumsal kapasitesine güven verilmesi. Resmi söylem Nasrallah’ın kişisel karizmasının yeri doldurulamaz yönlerini kabul ederken, örgütün kurumsallaşma düzeyinin lider kaybını telafi edebileceğini vurgulamıştır. Böylece İran, Lübnan algısında kişiye bağlı caydırıcılıktan kurumsal süreklilik vurgusuna geçişi iletişimsel olarak kodlayarak olası meydan okumaları caydırmayı hedeflemiştir.

Operasyonel Süreklilik ve Halefiyet Mimarisi

Algısal düzlemde birleştirici etkisi olan bu şok, operasyonel düzlemde yönetilmesi gereken riskler yaratmıştır. Liderlik kaybının komuta-kontrol süreçlerinde uzama, karar pencerelerinde gecikme ve caydırıcılık mesajlarında belirsizlik yaratan potansiyeli bulunmaktadır. İran bu riski iki eksen üzerinden yönetmeye yönelmiştir. Birincisi, Hizbullah’ın karar yapısında kurumsal yedeklemeyi ve kolektif karar mekanizmalarını öne çıkaran bir halefiyet mimarisinin desteklenmesi. İkincisi, lojistik ve tedarik sürekliliğinde standartlaştırma, esnek rota ve envanter yedeklemesi gibi “operasyonel sigorta” önlemlerinin yoğunlaştırılmasıdır. Bu iki eksen birlikte, lider merkezli caydırıcılık algısındaki zafiyetin süreç ve kapasite merkezli dayanıklılıkla telafi edilmesini amaçlamaktadır. Kısa-orta vadede bu stratejinin başarısı, sahadaki karar sürelerinin istikrarı, iletişim disiplininin korunması ve kritik anlarda vuruş-mesaj uyumunun sağlanmasıyla ölçülecektir.

Toplumsal Duygu, Medya ve Karşı-Anlatılar

Toplumsal düzlemde Nasrallah’ın ölümü geniş bir yas ve dayanışma dalgası yaratmıştır. Medyada kurulan çerçeve Nasrallah’ı “İslam dünyasının izzet ve sebat sembolü” olarak takdim etmiş; anma törenleri, belgesel yayınları ve ortak taziye dili “direnişin kişiden bağımsız sürekliliği” temasını pekiştirmiştir. Bu duygusal yoğunluk kısa vadede kamuoyunda Lübnan’a yönelik olumlu duyarlılığı artırmış ve maliyet katlanabilirliği algısını desteklemiştir. Buna karşılık seküler-milliyetçi ve muhalif çevrelerde duygusal mobilizasyonun iç maliyetleri perdelediği, yas siyasetinin ekonomik gündemi gölgelediği ve Lübnan dosyasının iç refah pahasına büyütüldüğü yönünde eleştiriler güç kazanmıştır. Dolayısıyla Nasrallah sonrası algı iki zıt vektör arasında salınmaktadır. Bir yanda güçlenen sembolik birlik ve meşruiyet, diğer yanda sürdürülebilirlik, maliyet şeffaflığı ve öncelik sıralaması talebi.

Kamuoyu ve Medya: Algının Yönetişimi

Devlet Medyasında Çerçeve ve Mesaj Disiplini

İran Devlet medyası Lübnan dosyasını “direniş-mazlumluk-caydırıcılık” üçlemesi içinde sistematik bir çerçeveye oturtmaktadır. Anlatının temel yapısı tehdidin uzakta karşılanması ve bedelin karşı tarafa bindirilmesi ilkelerine dayanmakta, böylece ileri savunma doktrini hem normatif bir meşruiyet hem de teknik bir zorunluluk olarak sunulmaktadır. Haber akışı kriz anlarında merkezi senkronizasyonla ilerlemekte, başlık dili, görsel seçimi ve spot cümleler aynı temalara bağlanarak duygusal süreklilik sağlanmaktadır. Nasrallah figürü bu çerçevede şehadet ve istikrar sembolü olarak kodlanmakta, kişisel karizmanın kurumsal sürekliliğe devri liderlik boşluğu riskini anlatı düzeyinde absorbe etmenin aracı hâline gelmektedir. Bu bütünlük iç meşruiyet konsolidasyonu sağlamakla birlikte maliyet-fayda tartışmalarını görünürlük eşiğinin altına itmekte ve teknik uyarıların medyatik yankısını daraltmaktadır.

Yarı-Bağımsız ve Reform Eğilimli Mecralarda Temkinli Çoğulluk

Yarı-bağımsız ve reform eğilimli mecralar Lübnan dosyasını ilkesel dayanışmayı reddetmeksizin maliyet, itibar ve tırmanma yönetimi eksenlerine taşıyarak tartışmaktadır. Bu yayınlarda “Lübnanlı çözüm” ilkesi ve açık müdahaleci dilin ters teptiğine ilişkin vurgular öne çıkmakta, söylem görünürlüğü azaltan ve diplomatik ekranlamayı artıran araç setlerini önermektedir. Metinlerde insani maliyet, yaptırım etkileri ve finansal kanalların kırılganlığına dair somut göstergeler talep edilmekte, bu da ileri savunma anlatısını “hesap verebilir güvenlik” çerçevesine çekmeye çalışmaktadır. Nasrallah sonrası dönemde bu mecralar sembolik sermayeyi teslim ederken halefiyet, karar süreçleri ve operasyonel süreklilik konularında ihtiyatlı bir dil kurmaktadır. Böylece kamu tartışmasına normatif destek ile pragmatik sınırların birlikte var olabileceği bir orta yol penceresi açılmaktadır.

Sosyal Medyada Dalga Dinamiği, Karşı-Anlatılar ve Kırılganlıklar

Sosyal medya alanı Lübnan algısında hızlı yoğunlaşma-hızlı çözülme döngüleri üreten bir dalga dinamiği sergilemektedir. Kriz günlerinde etiket kümeleri tek bir anlatıda birleşmekte, yas ve öfke temaları devlet medyasıyla rezonans içinde geniş kitlelere ulaşmaktadır. Ateşkes ve muhasebe dönemlerinde ise kutuplaşma artmakta, önce İran söylemi ve maliyet şeffaflığı talepleri karşı-anlatı olarak güç kazanmaktadır. Diaspora düğümleri ve bölgesel etkileyiciler hem rejim yanlısı hem rejim karşıtı içeriklerin yankılanmasında çarpan etkisi yaratmakta, bu durum bilgi kirliliği ve manipülasyon riskini yükseltmektedir. Erişim kısıtlamaları ve platform düzeyindeki müdahaleler organik duygu akışını kesintiye uğratarak doğrulama süreçlerini zorlaştırmakta ve sahte denge algıları üretebilmektedir.

Sonuç

İran’ın Lübnan’a yönelik algısı monolitik bir karaktere sahip değildir. İdeolojik yaklaşımlar, güvenlik kaygıları ve iç meşruiyet dinamiklerinin kesiştiği noktada çok boyutlu bir perspektif ortaya çıkmaktadır. Muhafazakâr ekolün yaklaşımında Lübnan, “öne çıkarılmış savunma” stratejisinin ön cephe hattı ve caydırıcılık politikasının coğrafi uzantısı olarak konumlandırılmaktadır. Bu çerçevede Hizbullah’ın silahsızlandırılması senaryosu kabul edilemez bir gelişme olarak değerlendirilmekte ve stratejik kırmızı çizgi statüsünde bulunmaktadır. Reformist ve ılımlı kesimler ise ilkesel desteği sürdürmekle birlikte, maliyet-yarar analizini, uluslararası prestij faktörlerini ve iç öncelikleri değerlendirme süzgecinden geçirmektedir. Bu yaklaşım dahilinde “Lübnanlı aktörlerin öncülüğünde çözüm” arayışı ve düşük profilli müdahale stratejisi ön plana çıkmaktadır. Teknik-bürokratik perspektif, konuyu yaptırım rejimi, finansal transfer kanalları ve lojistik riskler bağlamında analiz etmektedir. Muhalif ve seküler çevreler ise “öncelik İran’dadır” yaklaşımı ekseninde, dış kaynak tahsisine yönelik eleştirel duruş sergilemektedir.

13-24 Haziran 2025 çatışması kısa vadeli “kenetlenme” etkisi üretmiş ve ileri savunma anlatısının meşruiyetini arttırmıştır. Ateşkes sonrası süreçte aynı dosya hızla maliyet ve görünürlük tartışmasına geri dönmüştür. Beyrut’ta “silahların devlet tekelinde toplanması” başlığı Tahran’da tehdit katsayısını yükseltmiş ve söylemi sertleştirmiş ancak diplomatik görünürlüğü düşük temas ihtiyacını da artırmıştır. Nasrallah’ın ölümü sembolik sermayeyi genişletmiş ve toplumsal dayanışmayı tetiklemiş; buna karşılık liderlik, karar döngüleri ve operasyonel süreklilik açısından yönetilmesi gereken bir risk kümesi oluşturmuştur. Kamuoyunda duygu dalgaları (yas/öfke) ile “fırsat maliyeti” söylemi arasında dalgalı bir denge bulunmaktadır. Politik değerlendirme açık bir şekilde göstermektedir ki dozaj, görünürlük ve süreç yönetimi belirleyici faktörlerdir.

Oral Toğa, İran Araştırmaları Merkezi (İRAM) araştırmacısıdır.

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments