Uluslararası ilişkilere dair meseleleri incelerken, terimin iki bağlamda kullanıldığı görülmektedir. İlk bağlamı, salt politika ile anlamdaş bir bağlamı nitelerken, ikinci kullanımı politika ile beraber hukuk ve iktisadı da kapsayacak şekilde geniş bir yelpazeye yayılmasıdır. Bu anlamıyla terimin ikinci bağlamında kullanması konuya farklı boyutlardan bakmayı ve dolayısıyla konuyu bir bütün olarak ele almayı gerektirmektedir. Böylelikle uluslararası ilişkilerdeki meselelerin önemi daha kolay kavranabilecektir. Bu gibi durumlarda taraflar arasında yaşanan çatışmaların çözümü için pek çok araç kullanılmaktadır. Devletlerin dış politika araçlarını üçe ayırmak gerekmektedir. Bunlardan ilki siyasal etki araçları, ikincisi ekonomik etki araçları ve üçüncüsü ise askeri etki araçlarıdır. Siyasal etki araçlarında diplomasi, propaganda ve lobileşme yoğun olarak kullanılırken, ekonomik etki araçlarında dış ticarete ilişkin önlemler yani boykot, ambargo, abluka, yüksek gümrük vergileri, tarifeler veya yaptırımlar yoğun olarak kullanılmaktadır. Bunlara zorlayıcı önlemler veya baskı unsurları da denmektedir. Devletlerin dış politika aracı olarak kullanımı en maliyetli olabilecek askeri etki araçları ise silahlanma, caydırma veya savaştır.
Bu çalışmada, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin Halk Cumhuriyeti arasındaki ekonomik etki araçlarından bir olan yaptırımlar meselesi “ABD ve Çin’in Seçili Makroekonomik Göstergelerindeki Değişim” bağlamında ortaya koyulmuştur.
ABD ve Çin’in Seçili Makroekonomik Göstergelerindeki Değişim
Bilim ve teknolojideki rekabet alanları – yarı iletkenler, yapay zekâ programları, kuantum bilgisayarlar, otonom araçlar gibi teknolojik üstünlük için küresel mücadele arenasına dönüşmüştür. Çin ve ABD arasında pek çok rekabet alanları olsa da bunların içinde öne çıkan da teknoloji boyutudur. Doğal kaynakların hızlı teknolojik gelişme sonucu sürekli yeni icat edilen malzemeler ve enerjiyle değişmesi, küresel rekabetin bu alan kaymasının nedenlerindendir. Ancak bu durum gerek Çin’in gerekse ABD’nin ekonomik büyümesinin denizaşırı doğal kaynaklara daha az ancak kendi teknolojik icatlarına daha fazla bağlı olacağı anlamına gelmektedir.[1] Bu iki ülkenin rekabetinin merkezinde yer alan teknolojik kabiliyet gücü, siyasal etki araçlarından ekonomik etki araçlarına ve hatta askeri etki araçlarına kadar pek çok alana yayılmış durumdadır. ABD’nin küresel mücadeledeki teknolojik üstünlüğünü koruma çabasını Çin’in kendi yerini almaya niyetli olmasında aramak doğru olacaktır[2]. Bu sebepten olsa gerek ki, ABD 2025’in başından bu yana daha önce hiç görülmemiş bir şekilde agresif hamleler yapmaktadır. Bu agresif tutum sadece Çin’e karşı değildir. Elbette Kanada, Meksika ve hatta Avrupa Birliği’de bu agresif tutumdan nasibini almıştır. Fakat Çin’e karşı ardı arkası kesilmeyen ekonomik önlemler, henüz diğer aktörlerin karşısına bu denli yoğun bir şekilde çıkmamıştır.
1950’lerin başından 1970’lerin sonuna kadar gerek dünya siyasetinde gerekse ekonomik güç anlamında Çin, küresel sayılabilecek bir kabiliyete sahip değildir. 1960’larda kişi başına düşen yıllık gayri safi yurt içi hasılası 80 dolardan az olan bu fakir ülke, küresel ticaretten de önemli oranda izole edilmiş durgun bir ekonomik yapıya sahiptir. Fakat 1980’lerde kendi iç siyasi dinamiklerinin de etkisiyle önemli reformlara imza atmış ve ülke hızlı ve derin bir dönüşüme girmiştir. Bu reformların etkisi 1990’larda ortaya çıkmış ve Çin’de önemli bir dönüşümü beraberinde getirmiştir. Artık “Dünya’nın atölyesi” unvanını alan bu ülke pek çok Çinlinin ekonomik refahını arttırmış ve onun küresel ekonomik sisteme entegrasyonunu kolaylaştırmıştır. Dünya Bankasına göre, “850 milyondan fazla insanın yoksulluktan kurtulduğunu ve ülkenin 2020 yılına kadar mutlak yoksulluğu ortadan kaldırma yolunda ilerlediği”nin projeksiyonları gündeme gelmektedir. Bu iki ülke arasında kızışan küresel rekabetin önemini anlamak için makroekonomik verilerden GSYİH, doğrudan yabancı yatırımlar (DYY), ihracat-ithalat görünümüne ve araştırma-geliştirme harcamalarının GSYİH’ya oranına ve ülkelerin dünya ticaretinden aldıkları paya bakmak gerekmektedir. Elbetteki sadece bu göstergeler Çin’in ABD’nin yerini almaya oldukça yakın olduğunu anlatmaya yetmeyecektir. Fakat bu göstergelerin genel bir görünüm için öncelikler arasında yer almaları doğru olacaktır.
Grafik 1: ABD ve Çin’in GSYİH Yıllık Büyüme Oranı (%, 1980-2024)
Kaynak: “GDP growth (annual %) – China, United States”, The World Bank.
Grafik 1’de Çin ve ABD’nin GSYİH yıllık büyüme oranları gösterilmektedir. 1980’lerde birbirlerine kabaca yakın büyüme oranı sahip bu iki ülkenin durumu 1990’ların başından itibaren değişmiştir. 1990’larda iki ülke arasındaki makas fazlaca açılmıştır. Öyle ki, 2007 yılında Çin’in yüzde 14,2 gibi rekor bir büyüme oranına karşın aynı yıl ABD yalnızca yüzde 2 büyüyebilmiştir. 2008 Küresel Finans Krizi’nden sonra 2009 yılında ABD ekonomisi daralırken, Çin’in aynı dönemde güçlü bir büyüme performansı ile yüzde 9,4 büyüdüğü görülmektedir. Fakat Çin, 2012 yılından sonra büyüme oranları da eski hızını kaybetmiştir. Öyle ki, küresel salgından sonra bile büyüme oranı eski seviyesine ulaşamamıştır. 2021 yılında ise ABD ve Çin’in yıllık büyüme oranlarının birbirlerine oldukça yakın bir ivmede devam ettiği görülmektedir. Ancak şu da unutulmamalıdır ki, Uluslararası Para Fonu istatistiklerinde yer alan 2024 verilerine göre, ABD hâlâ dünyanın en büyük ekonomisidir ve yüzde 26,3 ile küresel GSYİH’nın da dörtte birinde fazlasını üretme kapasitesine sahiptir.
Büyüme rakamlarının yanında piyasaların izlediği bir diğer gösterge işsizlik rakamlarıdır. İşsizlik rakamları yatırımcı iştahını önemli ölçüde etkileyebilme kapasitesine sahiptir. İşsizlikteki ani artışlar potansiyel durgunluğun sebebi olabilmekte ve piyasadaki satış baskısını arttırabilmektedir. Kalıcı işsizlik ise piyasaların belirsizliğine dolayısıyla yatırımcıların piyasadan çıkına neden olabilir. Bundan dolayı ABD ve Çin’in işsizlik oranlarını incelemek doğru olacaktır.
Grafik 2: ABD, Çin ve Dünya Toplam İşsizlik- Toplam İş Gücünün İçinde (%, 1991-2023)
Kaynak: “Unemployment, total (% of total labor force)- United States, China, World”, The World Bank.
Grafik 2’de ABD, Çin ve Dünya’nın toplam işsizlik oranları karşılaştırılmaktadır. İşsizlik oranının 1991den itibaren başlatılmasının nedeni, verilerin Dünya Bankası açık veri kaynaklarında bu şekilde yer almasından dolayıdır. İşsizlik oranının bir gösterge olarak seçilmesinin en önemli sebebi, işsizliğin GSYİH ve enflasyonu önemli ölçüde etkilemesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü işsizlik oranı bir ülkenin refah düzeyini belirleyen önemli bir göstergedir. Bu bağlamda ABD ve Çin karşılaştırmasını Dünya işsizlik oranları üzerinden okumak gerekmektedir. Şöyle ki, ABD’deki işsizlik oranları 1995’ten 2008’e gelene kadar Dünya ortalamasının altında bir orana sahiptir. Benzer durum Çin için de geçerlidir. Fakat 2008 Küresel Finans Krizi’nin ardından 2010’da ABD işsizlik oranları yüzde 9,6 ile rekor seviyeye ulaşmıştır. Yine benzer şekilde Küresel Salgının başladığı 2019’da işsizlik oranı 3,7 iken 2020’de bu oran ani bir yükselişle 8,1 düzeyine çıkmıştır. ABD’nin işsizlik göstergelerindeki bu ani dalgalanmaların aksine Çin’de sert ani iniş ve çıkış görülmemektedir. Bu durum Çin’in işsizlik oranlarında ABD’ye nazaran daha istikrarlı ilerlediğinin bir göstergesidir.
İşsizlik göstergelerinin yanında yatırımcıların ilgilendiği diğer bir gösterge enflasyon oranlarıdır. Enflasyon yatırımların getiri oranını düşürmekte ve yüksek faiz oranlarına yol açabilmektedir. Bu durum yatırımcının iştahını kırmaktadır. Bu bağlamda enflasyon yatırımların değerinin aşınmasına neden olabilir. Gelecekteki yatırımcı iştahını anlayabilmek açısından Çin ve ABD’nin enflasyon oranlarına da bakmak gerekmektedir.
Grafik 3: ABD, Çin ve Dünya Enflasyon Oranları (%, 1987-2023)
Kaynak: “Inflation, consumer prices (annual %) – China, United States, World” – The World Bank.
Grafik 3’te ABD, Çin ve Dünya’nın enflasyon oranları karşılaştırılmaktadır. Enflasyon oranının bir gösterge olarak seçilmesinin iki önemli sebebi vardır. Bunlardan ilki bireylerin satın alma gücünü doğrudan etkilemesinden kaynaklanmaktadır. Çin, 2000 yılından önce oldukça yüksek enflasyon oranlarına sahip olsa da, 2000 yılından sonra göreceli olarak daha istikrarlı bir rota izlemiştir. Örneğin 2004 yılında Çin yüksek büyümenin ve düşük enflasyonun olumlu bileşimini deneyimle fırsatı elde etmiştir. Enflasyon oranının bir gösterge olarak seçilmesinin ikinci önemli sebebi ise yatırımcı açısından bakıştır. Enflasyon oranlarının düşük seyretmesi yatırımcı açısından önemli bir göstergedir. Aksi bir durum yani fiyatların hızla arttığı yüksek enflasyon ortamı ekonomik büyümeyi doğrudan etkilemekle kalmaz yatırımcı iştahını da önemli ölçüde baltalar. Dolayısıyla Çin’in yatırımcı çekme potansiyelinin ardında yalnızca yüksek işçi gücü değil, aynı zamanda yüksek büyüme, düşük işsizlik ve enflasyon oranları da vardır.
Grafik 4: Doğrudan Yabancı Yatırım, Net Akışlar (2000-2022, Milyar $)
Kaynak: “Foreign direct investment, net inflows (BoP, current US$) – China, United States”, The World Bank.
ABD ve Çin ile rekabeti kızıştıran bir diğer unsur doğrudan yabancı yatırımlardır. Doğrudan yabancı yatırımlar doğrudan yatırım sermaye akışlarını ifade etmektedir. Grafik 4’te 2000 yılından 2009 Küresel Finans Krizine kadar Çin’in istikrarlı olarak doğrudan yabancı yatırım net akışlarında artış söz konusudur. Aynı dönem aralığında ABD’nin doğrudan yabancı yatırım net akışının bu denli istikrarlı olmadığı görülmektedir. Çin’in dönem dönem ABD’yi yakalamış olması yabancı yatırımcılar için cazibesinin uzun vadeli olacak şekilde devam ettiğini göstermektedir. ABD ise Çin’in aksine göreceli olarak daha istikrarsız bir tabloya hakimdir. Örneğin 2014 yılında 251 milyar dolar olan DYY net girişi, 2015 yılında yüzde 103 artarak 511 milyar dolara çıkmıştır. Ardından üç yıl gibi kısa bir sürede yüzde 58 gerileyerek 2018’de 214 milyar dolara inmiştir. ABD’de de ki bu sert dalgalanma hareketleri son yıllarda da görülmüştür. Örneğin 2020 yılında 137 milyar olan DYY net girişi sadece bir yıl sonra yüzde 246 gibi rekor bir artış ile 475 milyar dolara yükselmiştir. Çin ise 2009 yılında çektiği 131 milyar dolarlık DYY net girişi ile 2021 çektiği 344 milyar dolarlık DYY net girişi arasında daha istikrarlı bir yatırımcı ilgisi çektiği görülmektedir.
Yabancı yatırımcı için en önemli hususlardan biri de yatırım yapacağı ülkenin ticaret göstergeleridir. Bu yolla yatırım yapılacak ülkenin ticaret partnerleri ve bu partnerler ile yapılan ticaret dengesi durumu uluslararası yatırımcının sıcak paranın akışına yön veren unsurlardandır.
Grafik 5:ABD-Çin Ticaret Dengesi (2001-2022, Milyar$)
Grafik 6: ABD-Çin Ticareti (2001-2022, Milyar $)
Kaynak: “United States-China Exports/Import by country and region” World Integrated Trade Solution, World Bank.
Grafik 5’te ABD-Çin arasındaki ticaret dengesi durumu gösterilirken, Grafik 6’da ise ABD ve Çin arasındaki ithalat-ihracat verileri yer almaktadır. Grafik 5’te ABD-Çin arasındaki ticaret dengesinin gösterilmesinin amacı, ticaret açığı durumunu ortaya koymaktır. Ticaret açığı, ihracattan daha fazla ithalat yapılması anlamına gelmektedir. Bu bağlamda ABD Çin’e ihracatından daha fazla Çin’den ithalat yapmaktadır. ABD’nin Çin’den tükettiği malların Çin’e ihraç ettiğinden giderek daha fazla olması nedeniyle de ticaret açığı da büyümektedir. ABD’nin Çin’den ithalatında ani artışlar söz konusu iken aynı durum ABD’nin Çin’e ihracatında söz konuş değildir. Yani Çin’in ABD ile ticaret dengesi durumunda Çin pozitifte seyrederken, ABD negatif pozisyonda yer almaktadır. 2001 yılından ABD’nin Çin’den ithalatı 102,2 milyar dolarken 2022 yılında bu tutar 575,6 milyar dolara yükselmiştir. Aradan geçen yirmi bir yılda yüzde 464’ ün üzerinde bir artış yaşanmıştır. 2001 yılından bu yana aradaki makasın giderek arttığı dolayısıyla ABD’nin Çin’in kendisine rakip olarak görmekte haklı nedenlerinin olduğu görülmektedir. Bu makroekonomik göstergelerin yanında kalkınma göstergelerinden olan araştırma geliştirme harcamalarının GSYİH’da ne kadar yer işgal ettiğine de bakmak gerekmektedir.
Grafik 7: Araştırma-Geliştirme Harcamalarının GSYİH’ya Oranı (%, 2000-2022)
Kaynak: UNESCO Institute for Statistics, UIS.Stat.
Grafik 5’te 2000 yılından 2022 yılına kadar Çin ve ABD’nin araştırma geliştirme harcamalarının GSYİH’ya oranı gösterilmektedir. Çin’in son yıllarda GSYİH içerisinden araştırma geliştirmeye ayırdığı payın giderek ABD’ye yaklaştığı görülmektedir. ABD Ulusal İstihbarat Direktörlüğünün 2025 yılında yayımladığı rapora göre, “Çin’in, 2030’a kadar ABD’nin yerini alarak dünyanın en etkili yapay zeka gücü olmayı hedefleyen çok yönlü, ulusal düzeyde bir stratejisi olduğu neredeyse kesin.” ifadelilerine yer verilmiştir. Bu 30 sayfalık “2025 ABD İstihbarat Topluluğu Yıllık Tehdit Değerlendirmesi” başlıklı raporda Çin ile beraber Rusya, İran ve Kuzey Kore’ye de yer verilse de en uzun değerlendirmenin Çin ile ilgili yapıldığı görülmektedir. Bu haliyle ABD’nin Çin’in gelecek projeksiyonlarında kendi yerini olabileceği endişelerinin güçlenmesinin haklı gerekçelere dayandığı görülmektedir.
Ekonomik göstergelerden olan ihracat ve ithalat göstergeleri Yatırımcıların gelecekteki eğilimleri analiz etmelerine ve yatırım fırsatlarını gözetlemelerini yardımcı olan iki unsurdur. Bu sebeple ülkelerin dünya ticaretinden aldıkları payı incelemek gerekmektedir.
Grafik 8: Ülkelerin Dünya Ticaretinden Aldıkları Pay (İhracat ve İthalat, %, 2023)
Kaynak: “Share of European Union EU27 (from 2020) in the World Trade” Eurostat.
Grafik 8’de 2023 yılında ülkelerin dünya ticaretinden aldıkları pay gösterilmektedir. Gerek ihracat oranlarında gerekse ithalat oranlarında ABD’nin Çin ve AB’nin gerisinde kaldığı görülmektedir. Bu sebepten bu gösterge ABD yaptırımları sıklıkla bir baskı unsuru olarak kullanmaktadır.
Sonuç olarak, çeşitli ekonomik göstergelerde de görüldüğü üzere ABD ve Çin arasındaki giderek kızışan rekabetin sebebi, yakın gelecekte Çin’in ABD’yi yakalaması ve hatta geçmesi ihtimaline olan inanışın kuvvetlenmesinde yattığı düşünülmektedir. Yıllık büyüme oranlarında Çin’in ABD’nin büyüme oranlarına nazaran daha yüksek büyüme performansı göstermesi, işsizlik ve enflasyon oranlarında Çin’in dünya ortalamasının altında olması ve Çin’ için bu oranın istikrarlı bir seyir izlemesi ve Çin ile ABD arasındaki ticaret dengesi durumunun giderek ABD’nin aleyhine olacak şekilde ilerlemesi ABD’nin baskı unsuru olarak kullandığı yaptırımların sayısının artması ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Çalışmanın diğer yarısında “ABD-Çin İlişkilerinde Yaptırımların Rolü” ele alınacaktır. Böylelikle yaptırımların Çin’in ekonomik yükselişini frenleme çabalarının bir ürünü olduğu ortaya koyulacaktır.
Dipnotlar:
[1] Yan Xuetong, Leadership and the Rise of Great Powers (Princeton, NJ: Princeton University Press, 2019), 92.
[2] Todd Hall, “The Long Game: China’s Grand Strategy to Displace American Order. By Rush Doshi,” International Affairs 97, no. 6 (2021):2023, erişim 20 Nisan 2025.