Suriye iç savaşının başlangıç noktasını ülke içi dinamiklerle açıklamak mümkün olsa da bu savaşın 13 yılı aşkın süre devam etmiş olması büyük ölçüde küresel ve bölgesel güçlerin Suriye üzerinde tahakküm kurma girişimleri ile açıklanabilir. Rusya ve İran gibi savaşa doğrudan müdahil olan güçlerin yanı sıra ABD’nin de yerel müttefik olarak nitelendirdiği PKK/YPG üzerinden savaşa taraf olması, Suriye’de yüzbinlerce insanın ölümü, milyonlarcasının da yerinden edilmesi ile sonuçlanmıştır. ABD’nin Suriye politikası, ABD eski Başkanı Barack Obama döneminden itibaren gelen yeni yönetimlerle bazı değişikliklere uğrasa da en temelde PKK/YPG ile müttefiklik, DEAŞ’a karşı mücadele, Rusya ile İran’ı sınırlandırma ve İsrail’in bölgedeki çıkarlarını koruma bağlamının dışına çıkmamıştır. Bununla birlikte, ABD’nin bölgedeki varlığı özellikle de Başkan Donald Trump tarafından defalarca sorgulanmış ve Trump ilk dönemi de dahil olmak üzere bölgeden çekilme veya askeri varlığını azaltma sinyalleri vermiştir.
ABD’nin bölgedeki askeri varlığını azaltma stratejisi sadece Suriye özelinde şekillenmemiş bu plan Orta Doğu’daki ABD varlığını içine alacak şekilde genişletilmiştir. Nitekim bazı somut adımlar atılmış ve Afganistan’dan çekilmenin yanı sıra Irak’taki operasyonel birlikler de geri çekilmiştir. Körfez ülkelerine ise maliyetleri karşılamamaları durumunda ABD’nin güvenlik şemsiyesinden mahrum kalacakları mesajı iletilmiştir.
Suriye, Trump’ın en baştan itibaren ABD varlığını azaltmak istediği öncelikli bölgelerden biri olmuştur. Bugüne kadar asker sayısının azaltmaya gidilmesi ve kontrol alanlarının bazı stratejik noktalarla sınırlandırılması gibi gelişmeler yaşansa da ABD’nin Suriye’den tamamen çekilmesi söz konusu olmamıştır. Diğer bir ifadeyle, Suriye’de bulunmak ABD için büyük anlamlar ifade etmese de ABD’nin bölgedeki vazgeçilmez müttefiki olarak gördüğü Tel Aviv yönetimi için hayati önemdedir. Nitekim İsrail, genelde Orta Doğu’nun özelde ise Suriye’nin ABD’nin en öncelikli stratejik gündemlerinden biri olarak kalması için yoğun diplomatik çabalar ve lobi faaliyetleri yürütmektedir. ABD ise bu bölgenin bitmeyen savaşları ile yüksek seviyede enerji kaybetmek istememekte ve yükselen Çin tehdidi karşısında yüzünü Asya Pasifik’e dönme ihtiyacı hissetmektedir. Tam bu noktada, ABD’nin küresel ölçekli tehdit algılarına daha fazla eğilmek için Orta Doğu’daki yükünü azaltmak istediği, ancak bölgedeki vazgeçilmez müttefiki İsrail’in tehdit algılarını görmezden gelemediği bir ikilemde kaldığını söylemek mümkündür.
İsrail’in Güvenliği Bağlamında ABD’nin Orta Doğu’daki Askeri Mevcudiyeti
İsrail’in bölgedeki güvenliği, ABD’nin Orta Doğu politikalarında merkezi bir noktada bulunmaktadır. Bu nedenle, İsrail’in kabarık savaş suçu dosyasına rağmen Pentagon, güvenlik şemsiyesini Tel Aviv’in üzerinden çekmemektedir. Bununla birlikte Washington, İsrail’in savaştan beslenen tutumunu sürdürdüğü müddetçe Orta Doğu’daki manevra kabiliyetinin sınırlı olacağının farkındadır. Donald Trump ilk başkanlık döneminde bu konu üzerine eğilmiş ve İsrail’in Orta Doğu ülkeleri ile barışı için kapı aralamıştır. Arap-İsrail normalleşmesi olarak nitelendirebileceğimiz İbrahim Anlaşmaları, ABD arabuluculuğunda bu dönemde yapılmaya başlanmıştır. Nitekim Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas ve Sudan bu anlaşmalara imza atarak İsrail ile ilişkileri normalleştirme adımları attılar. Yine Trump’ın ilk döneminde Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğu da resmen tanınarak Tel Aviv yönetiminin taleplerine uluslararası hukuku yok saymak pahasına karşılık verilmiştir. Atılan tüm bu adımlara rağmen İsrail yönetimi Orta Doğu ülkeleri ile diplomatik bağlar kurmak yerine savaş mekanizmasını işletmeye devam etti. Nitekim, 7 Ekim 2023’ten sonra İsrail, Gazze başta olmak üzere Lübnan ve Suriye’ye sayısız saldırılarda bulundu ve bölge ülkeleri ile ilişkilerin daha da gerginleşmesine yol açtı. Bu durumda ABD, Orta Doğu’dan çekilmek yerine İsrail’in güvenliği gerekçesi ile daha fazla askeri varlığını sahaya sürdü. Yemen’den İsrail’e gelen tehditleri gerekçe göstererek savaş gemilerini bu bölgeye yoğun şekilde konuşlandırmaya başladı. Dolayısıyla, bölgedeki savaş ikliminin ve istikrarsızlığın dozu daha da artmış oldu.
ABD’nin Orta Doğu’daki varlığı genel anlamda bu süre içinde artış eğilimine girmişken ABD merkezli kaynaklar Pentagon’un Suriye’deki askeri varlığını azaltacağını duyurdu. Bu kararın taktiksel bir manevra mı yoksa ABD’nin Orta Doğu’daki gücünü azaltmaya başlayacağının yeni bir sinyali mi olduğu önemli bir soru işareti. Söz konusu belirsizliğin giderilebilmesi için Suriye’de sahada değişen dengeler, olası çekilmenin hangi bölgeleri kapsayacağı ve ABD’nin yerel müttefiki PKK/YPG ile son dönemdeki ilişkilerinin hangi doğrultuda geliştiği gibi hususların bütüncül bir şekilde değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu hamlenin İsrail’in güvenliği açısından bir boşluk oluşturup oluşturmayacağı da yine bölgedeki dinamikler incelendiğinde daha net şekilde görülecektir.
Asker Sayısı Azalıyor, Stratejik Alanlar Yeniden Tanımlanıyor
ABD’nin Suriye’deki askeri birliklerinin sayısını azaltacağı haberleri Pentagon’a yakın kaynaklar tarafından ifade edilse de bu konuda Beyaz Saray’dan resmi bir açıklamanın gelmediğini ifade etmek gerekir. Bununla birlikte, Suriye’nin Deyrizor vilayetinde yer alan üç Amerikan üssünün boşaltılacağı iddialar arasında yer almaktadır. Özellikle, Green Village üssü, M.S.S. Fırat ve bunların yanında ismi belirtilmeyen küçük bir üsten daha ABD askerlerinin çekileceği iddia edilmiştir. Ayrıca ABD’nin bu bölgedeki askeri varlığını 2000’den 1600’e indireceği de aynı kaynak tarafından iddia edilmiştir. Bir diğer resmi kaynağa dayandırılan haberde ise ABD’nin bölgeden 600 askerini çekerek ülkedeki askeri varlığını 1000’in altına indireceği iddia edilmiştir. İsmi açıklanmayan resmi kaynaklara dayandırılan bu haberlerde rakamlarla ilgili bir çelişki söz konusu olsa da ABD’nin bazı üslerini kapatacağı ve asker sayısını azaltacağı noktasında uzlaşı vardır. ABD merkezli iddiaları destekler nitelikteki bir diğer açıklama ise PKK/YPG’nin çatı yapılanması olan SDG’nin Washington temsilcilerinden Bessam İshak tarafından ileri sürülmüştür. Bu iddiaya göre, YPG’nin kontrolündeki bölgedeki asker sayısının 400’e indirileceği ifade edilirken bu askerlerin kurulacak olan iki yeni üsse yerleştirileceği iddia edilmiştir. Bu bağlamda, biri Türkiye diğeri ise Irak sınırında olmak üzere iki yeni üssün inşa edileceği iddiası önemlidir.
Tüm bu iddialar dikkate alındığında Suriye’deki ABD varlığının çekilmesi değil, bir tür mobilizasyonun söz konusu olduğu ifade edilebilir. Nitekim, konjonktürel duruma bağlı olarak ABD’nin PKK/YPG kontrolündeki bölgelerle ilgili önceliklerinin değiştiği ifade edilebilir. Bu bağlamda petrol ve doğal gaz sahalarının kontrolünün Şam yönetiminin sorumluluğunda olacağı 10 Mart 2025’te yapılan anlaşma ile karara bağlanmıştır. Böyle bir durumda ABD’nin Deyrizor veya başka bir noktadaki petrol sahalarını korumak için asker bulundurması anlamını yitirmiştir. Bununla birlikte Pentagon, PKK/YPG’nin bölgedeki varlığını devam ettirmesine sıcak bakmaktadır. Nitekim, Trump’ın “Suriye’nin geleceğinin anahtarı Türkiye’nin elinde” açıklaması yapmasına rağmen ABD’nin Türkiye’yi dengeleme stratejisinin devam ettiği görülmektedir. Bunun en açık göstergesi de Türkiye sınırına yakın yeni askeri üsler inşa etme veya PKK/YPG’yi bu bölgelerde güçlendirme planlarıdır. Beyaz Saray, daha önce Ayn el-Arab’ta askeri üs inşa edileceği yönündeki haberleri yalanlasa da ABD’nin bölgede tahkimat yapmaya devam ettiği gözlemlenmektedir.
Şam ile SDG Anlaşmasının Stratejik Yankıları
Her ne kadar ABD’nin Suriye’deki askeri varlığı büyük ölçüde İsrail’in güvenlik öncelikleriyle ilişkili olsa da ülkenin kuzeyindeki askeri üslerin konumlanışı, aynı zamanda PKK/YPG’nin Suriye içindeki konjonktürel pozisyonuyla da bağlantılıdır. Suriye’deki asker sayısını azaltmak veya bazı üsleri boşaltmak ABD için yeni bir durum değildir. Pentagon’un Suriye’deki varlığı ihtiyaçlar bağlamında şekillenmektedir. Bu bağlamda, Esed sonrası dönemde Suriye’de ortaya çıkan yeni dinamikler, ABD’nin ülkedeki stratejik varlığını yeniden yapılandırma sürecine girmesine neden olmuştur.
2019 yılında Türkiye tarafından icra edilen Barış Pınarı Harekatı’ndan sonra ABD, Fırat’ın doğusundaki üs yapılanmaları ile ilgili yeni bir düzene geçiş yapmıştır. Türkiye’nin operasyonu sonrası kuzey sınırlarından 30 km güneye çekilerek daha çok petrol sahalarını korumaya yönelik bir strateji izlemiştir. Bu stratejiyi sadece dış politik bağlamda ele almak eksik olur. Nitekim Amerikan iç kamuoyuna yönelik olarak Trump, Suriye’deki ABD askeri varlığını petrol sahalarını korumak ve dolayısıyla ABD’nin ekonomik çıkarlarını garanti altına almak şeklinde açıklamıştır. Bu noktadan hareketle, ABD’nin bugünkü çekilme girişimlerinin taktiksel çekilme veya daha anlaşılır bir ifadeyle ihtiyaçlara cevap verecek şekilde yeniden konumlanma olarak ifade etmek mümkündür. Bu yeniden konumlanma esnasında bazı askerlerin geri çekilmesi ise ABD’nin Suriye’deki varlığına tezat oluşturmamakta ve 8 Aralık sonrası Suriye’de oluşan gerçeklikler bağlamında yeni bir evreye geçildiğini yansıtmaktadır.
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ve PKK/YPG’nin çatı yapılanması olan SDG’nin lideri Mazlum Abdi’nin 10 Mart 2025’te bir araya gelerek sekiz maddelik bir anlaşma imzalaması, ABD’nin Fırat’ın doğusundaki asker sayısını azaltma planları ile doğrudan ilintilidir. Nitekim, YPG’nin Suriye ordusuna entegrasyonunu öngören bu anlaşma ile örgütün federasyon yapısı bağlamında şekillenen özerklik dayatmaları da rafa kalkmıştır. Yeni Şam yönetiminin Kürtler dahil azınlıkların haklarını güvence altına alması ile örgütün bölgedeki meşruiyet enstrümanları da zayıflamıştır. Ayrıca, sınır kapıları ve petrol/gaz sahaları dahil olmak üzere ülkedeki bütün ekonomik kaynakların kontrolünün merkezi Şam yönetiminin kontrolüne geçmesi öngörülmüştür. Bu durum, ABD’nin el-Ömer ve Koniko gibi petrol/gaz sahalarını koruma gereksinimlerini ortadan kaldırmıştır. DEAŞ’a karşı mücadele argümanını da hem Şam yönetiminin bu konudaki kararlı duruşu hem de Türkiye’nin DEAŞ’la mücadeleye destek vereceğini yinelemesi ile kaybetmiştir. Gelinen aşmada PKK/YPG, ABD’ye rağmen bir federasyon isteği içinde olsa da bu isteğini gerçekleştirebilecek meşruiyet araçlarından yoksundur. Öyle ki, Rusya’nın da bölgedeki varlığının iyice yok olması ile denge unsuru oluşturabileceği dış aktör bulamamaktadır. Kısacası örgüt, daha önce kırmızı çizgi olarak nitelendirdiği taleplerinden büyük ölçüde vazgeçmek durumunda kalmıştır.
PKK/YPG’nin taleplerinin sınırlandırılması ile ABD, Fırat’ın doğusunda daha rahat bir manevra alanı bulmuştur. Bu şekilde, Fırat’ın doğusundaki askeri kapasitesini azaltmakta bir sakınca görmemekte ve askeri üs planlamasını yeni ihtiyaçlar doğrultusunda tekrar şekillendirmektedir. Sahadaki bu yeni durum, ABD’nin PKK/YPG’den tamamen yüz çevirdiği anlamına gelmemektedir.
Sonuç
İç savaş boyunca Esed rejimi iktidarında Suriye’de oluşan dengeler ile 8 Aralık 2024 sonrası oluşan yeni gerçeklik arasında bazı geçişkenlikler olsa da statükonun önemli ölçüde değiştiğini belirtmek gerekir. Rusya ve İran’ın bölgedeki varlığının neredeyse yok hükmüne gelmeye başlaması ile ABD’nin Suriye’deki mevcudiyetini dayandırdığı gerekçeler önemli ölçüde değişmiştir. PKK/YPG’nin varlığını devam ettirmesi Beyaz Saray tarafından belli ölçüde desteklenmekle birlikte örgütün eskisi gibi maddi destek veya silah desteği alması mümkün gözükmüyor. Ayrıca, DEAŞ’a karşı mücadeleyi yeni Suriye yönetiminin üslenecek olması, SDG’nin uluslararası arenadaki en güçlü meşruiyet iddiasını da zayıflatmaktadır. Bundan hareketle Washington, Suriye politikalarını doğrudan PKK/YPG’nin yaşamsallığı üzerine şekillendirmek istemeyecektir. Diğer bir ifadeyle, ABD’nin Suriye ajandasında örgüte atfedilen önem belirgin şekilde azalma eğilimindedir. Bu bağlamda, ABD’nin Suriye’deki varlığı, İran’ın Şii milisler aracılığıyla olası bir nüfuz kazanımını bertaraf etmek, Rusya’nın Suriye’de yeniden güçlü bir aktör olmasını engellemek ve özellikle de bölgenin en önemli aktörlerinden Türkiye’nin İsrail’e tehdit oluşturacak şekilde güçlenmesinin önüne geçmek üzerine şekillenmektedir.
İsrail’in Gazze saldırıları ile Suriye ve Lübnan’daki yayılmacı politikaları Türkiye başta olmak üzere bölge ülkelerinin tepkisine sebep olmaktadır. Bu denklemde İsrail, ABD’nin bölgedeki varlığını vazgeçilmez bir emniyet güvencesi olarak görmekte ve saldırgan tutumunu bu varlığa dayanarak devam ettirmektedir. İsrail eliyle savaş ve istikrarsızlığın giderek yaygınlaştığı bölgede jeostratejik konumu itibarıyla Suriye kilit önemdedir. Bu durumda ABD’nin Suriye’den tamamen çekilmesini beklemek, en azından kısa ve orta vadede olası gözükmemektedir. Dolayısıyla asker azaltma, birlik çekme veya askeri üs boşaltma gibi gelişmeler, yeni gerçeklikler karşısında oluşan stratejik adımlar olarak nitelendirilebilir.