Çarşamba, Eylül 10, 2025
Ana SayfaYayınlarAnalizHindistan Coğrafyasında “Türk Varlığı”

Hindistan Coğrafyasında “Türk Varlığı”

Tarihsel Süreç, Kültürel Etkileşim, Siyasal Miras ve Günümüze Etkisi

Giriş

Dünyanın toplam nüfusunun yarısının yaşandığı Asya-Pasifik bölgesi ve dünyanın en büyük nüfusunun yaşadığı ülke Hindistan üzerine Türkiye’de akademik yayınların çok az sayıda olması, Batı merkezli bir bakış veya ülke aklının kolaycılığa teslimiyeti olarak değerlendirilebilir.[1] Halbuki Hindistan tarihi, Türk tarihi dönemi olmadan yazılamamaktadır; yani o dönem görmezlikten gelinecek kadar kısa ve kudretsiz olmamıştır.

Türkiye’de Hindistan uzmanı Prof. Dr. Azmi Özcan’a göre, Türklerin İstanbul’da (1453’ten itibaren) yaşadıkları süre, Türklerin Hindistan’da medeniyet kurup yönettikleri süreden daha azdır. 700 yıla yakın bir sürelik bu dönem, dünya tarihi açısından da oldukça stratejik etkileşimler üretmiştir. Ayyubi’ye göre; Türkçe, Ordu dilinin gelişiminde ve birçok Hint bölgesinde yerel dillerin zenginleşmesinde önemli rol oynamıştır ve bugün bile Güney Hindistan’da bazı Müslümanlara “Türk oğlu” denildiği veya “Turka‑Mata” olarak bilindiği ifade edilmektedir.[2]

Günümüz Hindistan alt kıtası, farklı toplulukların kültür ve medeniyet etkileşimi açısından oldukça derin tarihsel bir birikime sahiptir. Öyle ki bu coğrafya ilk çağ döneminde bile çok sayıda icat ve keşiflerle insanlık medeniyetinde kritik bir rol oynamıştır.[3] Bu dönemin bir çıktısı olarak çok sayıda siyasi tarihçi tarafından Hint Havzası, Çin medeniyetinin yanı sıra en önemli iki ekonomik havzalarından biri olarak kabul edilmiştir. Doğal olarak bu coğrafyalar, göçlerin rotası olarak belirmiştir.[4] Türkler de bu ülkenin göç eden, yerleşen, yöneten topluluklar arasında yer almıştır.

Tarihin başından itibaren Hint toprakları, su ve doğal kaynaklar bakımından zengin olması gibi sebeplerle farklı zamanlarda hedef hâline gelmiştir. Birçok farklı yönetimler tecrübe eden Hindistan, bugün dahi bu tarihsel bagajından etkilenmektedir. Örneğin Aryan[5] istilasının Hint tarihinde ve toplumun şekillenmesindeki en büyük etkisi, Brahmanizm’in oluşumu ve Aryanların Hintlilerle kendilerini ayırt etmek üzere kurdukları kast sisteminin bugün hâlâ uygulanıyor olmasıdır.

Siyasi tarihçi Oral Sander Hindistan’a Orta Asya’dan göç eden kimi ilk Türk toplulukların dinsel olarak bu ülke etkisinde kaldıklarını ifade etmekte, savaşsal özellikleri yerine ülkenin ruhani yapısına entegre olduklarını belirtmektedir.[6] Bu bağlamda özellikle Gaznelilerden Babürlere Türkler; siyasi, kültürel ve mimari açıdan Hindistan’da derin izler bırakmıştır.[7] Bu çalışmada, Hindistan’daki Türk varlığının tarihsel süreç içerisindeki gelişimi, kültürel etkileşimleri ve bugüne yansıyan izleri ele alınacaktır.

Hindistan’da Yaşayan Türk Topluluklar

Öncelikle tarihsel arka plana bakıldığında Hindistan coğrafyasında yerleşik hayata ilk geçiş MÖ 7000’lerde İndus Nehri havzasında başlamıştır. MÖ 1500’lerde bölgeye gelen Hint-Avrupalı Aryanlar, Vedik dönemini başlatmışlardır.[8] MÖ 518’den önce Persler, sonrasında Büyük İskender, başta Kuzeybatı ikincil olarak da Kuzeydoğu (yani Bengal) bölgesinde hâkimiyet kurmuştur. Ardından kurulan Maurya İmparatorluğu, Hindistan’ı ilk kez birleştirmiştir.[9] Gupta Hanedanı döneminde bölge yeniden birlik kazanmıştır. MÖ 2. yüzyıldan itibaren Türkler, Hindistan alt kıtasında etkili olmaya başlamıştır.

Hindistan’daki Türkler, sadece askeri fetihlerle sınırlı kalmayıp bu topraklarda siyasi, toplumsal ve kültürel dokunun şekillenmesinde belirleyici rol oynamışlardır. Türkler, 10. yüzyıldan itibaren Hindistan coğrafyasına girmeye başlamış, özellikle Gazneliler ve ardından Gurlular üzerinden Delhi Sultanlığı’nı kurarak kalıcı bir siyasal yapı inşa etmişlerdir. 16. yüzyılda kurulan Babür Devleti ise hem siyasal organizasyon hem de kültürel sentez açısından bölgede Türk mirasının zirvesini temsil etmektedir.

Türk Varlığının Hint Alt Kıtasındaki Tarihsel Gelişimi

Hindistan’daki Türk varlığının kökeni, Sakalar (İskitler), Kuşanlar ve Hunlar gibi Orta Asya kökenli topluluklara dayanmaktadır. Sakalar, M.Ö. 2. yüzyılda Pencap ve Sind bölgesine yerleşerek Hint halklarıyla ilk temasları kurmuşlardır. İlerleyen yüzyıllarda Kuşanlar, özellikle Kanişka döneminde Budizm’in yayılmasında önemli rol oynamış ve hem sanat hem de kültür anlamında derin etkileşim yaratmışlardır. Hunlar ise daha askeri bir karaktere sahip olsalar da Kuzey Hindistan’da kurdukları hakimiyet sırasında Hint kültürünü benimseyerek yönetici sınıfa dahil olmuşlardır.[10]

Türklerin Hindistan’daki kalıcı varlığı ise Gazneli Mahmud’un (971-1030) 17 seferiyle başlamıştır.[11] Bu seferler sayesinde özellikle Pencap bölgesinde İslam ve Türk varlığı artmıştır. Gaznelilerin ardından, Gurlular dönemi başlamıştır. Gurlu komutanlarından biri olan Kutbeddin Aybeg, Hindistan’da Delhi Sultanlığı’nın temellerini 1206 yılında atarak Hindistan’da ilk kalıcı İslam devletini kurmuştur. Özellikle Moğol istilasından kaçan pek çok Türk-İslam âlimi, sanatkârı ve mutasavvıf, Aybeg’in damadı Şemsettin İltutmış döneminde Hindistan’a yerleşmiş ve böylece kültürel etkileşim hızlanmıştır. Bu süreçte Türkler, yerel halklarla yoğun temaslar kurarak özellikle Müslüman-Hintli toplulukların artmasına sebep olmuşlardır. Hint halklarının Türk askeri ve idari sistemiyle tanıştığı bu dönemde, Türkler de Hint mimarisi, şehir yapısı ve toplumsal yapısıyla uyum sağlamaya başlamıştır. Bu dönem, Türklerin artık bir dış güç değil, içten bir güç olarak Hindistan’da varlık göstermeye başladığı dönemdir.[12]

Fotoğraf 1:”Hindistan Fatihi” Olarak Adlandırılan Gazneli Mahmud

Kaynak: Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil (2024)

Özellikle belirtilmelidir ki Delhi Sultanlığı, Hindistan’ın siyasî, idarî ve kültürel yapısında kayda değer yenilikler meydana getirmiştir. Yönetimin tasavvuf erbabı, âlimler ve sanatkârları himaye altına alması ile Delhi önemli bir kültür merkezi olarak belirmiştir. Hem yönetim hem de ordu kademelerinde Müslüman Türkler etkin olsa da yerli halktan da bazı kişiler devlet yapısına kazandırılmıştır. Merkezi idare fikrini yerleştiren bu dönemde askerî aristokrasi ve toprak sistemi sürdürülmüştür. Tasavvuf, İslam’ın yayılmasında ve halkla bağ kurulmasında etkili olmuş[13], kurumsal uygulamalar İslam hukukunun Hindistan’da uygulanabilirliğini göstermiştir.[14]

1526 yılına gelindiğinde Hint alt kıtasındaki Türk varlığı, Babürler öncülüğünde güçlü ve kalıcı bir imparatorluk kimliği kazanmış, etkisini günümüze dek sürdürecek bir devlet biçimine dönüşmüştür. Babür devleti, Timur ve Cengiz Han soyundan gelen Zahirüddin Muhammed Babür tarafından kurulmuş ve Hint alt kıtasında yaklaşık üç asır boyunca hüküm sürmüştür. Babür Şah’ın Panipat Zaferi ile temellerini attığı bu imparatorluk, yalnızca askerî başarılarıyla değil, aynı zamanda kültürel ve sanatsal üretimleriyle de bölgeye yön vermiştir. Mimari eserlerden edebî çalışmalara, idare anlayışından toplumsal düzenlemelere kadar pek çok alanda Babürler, Türk-İslam mirasını yerel unsurlarla kaynaştırarak özgün bir sentez ortaya koymuşlardır. Bu dönemde atılan temeller, Hindistan’ın sonraki yüzyıllardaki siyasi, kültürel ve toplumsal gelişimini derinden etkilemiştir.

Ekber Şah, Şah Cihan ve Cihangir gibi hükümdarlar, hoşgörü ve kültürel çoğulculuk politikaları ile Hindu-Müslüman toplumlar arasında uyumu teşvik etmişlerdir.[15] Şah Cihan döneminde inşa edilen Tac Mahal, Türk-İslam mimarisinin zirvesini temsil etmektedir.

Babürlüler ile Osmanlılar arasındaki ilişkilere bakıldığında, iki ülke arasında doğrudan temaslar sınırlı kalmış olsa da kültürel ve diplomatik etkileşimler dikkat çekmektedir. 1555 yılında Osmanlı amirali Seydi Ali Reis’in, Hint Okyanusu’nda Portekiz baskısını kırmak amacıyla giriştiği mücadeleler sırasında fırtınaya yakalanarak Gücerat’a ulaşması, Osmanlı-Babür temaslarının ilk doğrudan ve resmî başlangıcı kabul edilmektedir. Bu temasın ardından, iki imparatorluk arasında doğrudan siyasî ilişkiler sınırlı kalsa da kültürel alışverişin giderek yoğunlaştığı görülmektedir. Nitekim Osmanlı mimarisinin etkileri Humayun’un Türbesi gibi Babür yapılarında gözlemlenebilir; aynı şekilde tasavvufî düşünce ve ilmî geleneklerde de karşılıklı bir etkileşim söz konusudur. Delhi ve Babür merkezli yönetimlerin dışında Hindistan’da birçok Türk hanedanı hüküm sürmüştür: Halaciler, Nizamşahiler, Kutubşahiler, Beridşahiler ve Haydarabad Nizamlığı gibi yapılar, Hindistan’ın farklı bölgelerinde siyasi, sosyal ve kültürel etkilerde bulunmuşlardır. Bu hanedanların mimari ve idari izlerine Güney Hindistan’da rastlanabilmektedir.

Fotoğraf 2: Babür Dönemine Ait Bir Enstantane

Kaynak: Yedikıta (2013)

 

Fotoğraf 3:Hindistan’da Türk Döneminin En Önemli Mimari Eserlerinden Tac Mahal

Kaynak: UNESCO

Türk varlığının bölgedeki uzun yıllar egemenliğine rağmen İngilizlerin kendi sömürge dönemi etkisini derinleştirmek ve Türklerin izlerini silikleştirmek adına “Mugallar” olarak bir tabir üretildiği dile getirilmektedir. Bu noktada bilimsel objektiflik çerçevesinde farklı iddiaları destekleyecek etnografik çalışmalara da ihtiyaç bulunduğunu söylemek akla yatkındır.

Ayrıca bu dönemden günümüze; bölgedeki Türk kimliği Müslüman kimliğin içinde arka planda kalsa da sanat, mimari, giyim, mutfak ve yönetim gelenekleri gibi birçok alanda Babürlülerin bıraktığı izler, Türk etkisinin canlı örneği olarak hâlâ Hindistan’da varlığını sürdürmektedir.

Türklerin Hindistan Alt Kıtasına Mirası

Hindistan’da bugün Türk kökenli olduğu bilinen topluluklar, etnik olarak tam bir Türk kimliğinden ziyade, “Mughal”, “Pathan”, “Tarkhan”, “Kayı” gibi unvanlarla anılmış ve daha çok “Hintli Müslüman” kimliği içinde yer almışlardır. Türk soyundan gelen bu toplulukların sayısı hakkında resmi bir kayıt bulunmasa da Pakistan ve Hindistan coğrafyasında bugün itibarıyla 22 milyonu bulan bir nüfusa sahip oldukları iddia edilmektedir.

Coğrafi olarak bu topluluklar, özellikle Uttar Pradeş, Delhi, Haydarabad, Bihar, Gujarat, Madhya Pradeş, Karnataka ve Tamil Nadu bölgelerinde dağınık şekilde yaşamaktadır. Bu dağılım, Babürlülerin geniş yönetim alanına işaret etmektedir.

Bu toplulukların büyük kısmı bugün Urduca konuşmaktadır. Urduca dili, Babür İmparatorluğu döneminde orduda iletişim dili olup Türkçe, Farsça ve Hintçenin birleşiminden doğmuştur. Bu, Türk etkisinin dil üzerindeki kalıcılığına işaret etmektedir. Bununla birlikte, bazı geleneksel uygulamalarda, özellikle giyim tarzı, düğün ritüelleri, mutfak alışkanlıkları ve mimari anlayışında Türk izleri yadsınamaz.

Hindistan’daki Türk toplulukların etkileri noktasında özellikle şu iki başlık öne çıkarılabilir[16]:

Siyasal miras bağlamında; yönetim ve bürokrasi, adalet ve hukuk sistemi ile hoşgörü ve dinler arası diyalog alt başlıkları söz konusudur. Örneğin Delhi Sultanlığı ile Hindistan’da merkeziyetçi bir devlet modeli inşa edilmiş, iktâ sistemine dayanan bir askerî-bürokratik yapı hayata geçirilmiştir. Babürlüler ise mansabdari sistemi ile liyakat temelli idari bir sistem takip etmiştir. Hukuk sisteminde şeri hükümler baz alınsa da – sosyal uyumu kuvvetlendirmek amacıyla – yerel Hindu hukuk sistemleriyle çoklu hukuk anlayışı benimsenmiştir. Yine özellikle Ekber Şah döneminde çoğulculuk anlayışı çerçevesinde “Din-i İlahi” gibi birleştirici ve kapsayıcı dini-politik yaklaşımlar takip edilmiştir.

Kültürel miras bağlamında mimari ve sanat, dil ve edebiyat alt başlıkları vurgulanabilir. Türk-İslam mimarisinin bu ülkede –Tac Mahal, Kutub Minar veya Kızıl Kale gibi örneklerinde olduğu üzere – kendine has bir form kazandığı fark edilebilir. Diğer taraftan, Farsça saray dili olarak benimsenirken Babürname gibi Çağatay Türkçesiyle yazılan eserler, edebi mirasın çok dilli yapısına işaret etmektedir. Bu süreçte Urduca gibi yeni diller doğmuş ve gelişmiştir. Cemil Meriç ise durumu şu şekilde özetler: “Türkler, Hindistan’a yeni bir din götürmüşler (daha doğrusu yaymışlar), yeni bir dil öğretmişlerdi.”[17]

Fotoğraf 4: Hindistan’da Türklerin İzleri Üzerine İki Kitap

Bu bağlamda Türkler, Hindistan’da kamu yönetimi sistemi, entelektüel faaliyetler, edebiyat ve dini özgürlük alanlarında farkındalık yaratmışlardır. Orta Çağ’daki ilim ve teknik bilgileri Hindistan’a taşımış; astronomiden matematiğe, tıptan coğrafyaya kadar geniş bir bilimsel miras bırakmıştır. Ayrıca eşitlik ve hukukun üstünlüğü gibi değerleri yaygınlaştırdığı vurgulanmaktadır. Yakın dönemde, 19. yüzyıldan itibaren Hindistan, Türkiye’de yaşanan entelektüel Rönesans ve siyasi dönüşümleri yakından takip etmiştir. Mustafa Kemal’in ve Genç Türkler hareketinin modern laik devlet fikrinin, bu coğrafyada da karşılık bulduğu iddia edilmektedir; bu, Hint Müslümanlarının sosyal ve siyasal yaşamını etkilemiştir.

Sonuç

Hindistan’daki Türk mirası, yalnızca tarihsel değil, aynı zamanda kültürel ve mimari olarak bugüne dek ulaşan güçlü bir etkidir. Tac Mahal, Humayun Türbesi gibi yapılar bu sentezin yaşayan örnekleridir. Ne var ki etnik kimlik, dil ve toplumsal aidiyet konularında Türk mirası zaman içinde zayıflamış ve yerini yerel kimliklere bırakmıştır. Günümüzde kendisini açıkça Türk olarak tanımlayan kişi sayısı azalsa da soy açısından Türk kökenli olduğu düşünülen topluluklar mevcuttur. Bu alan, Türkiye açısından kültürel diplomasi, diaspora çalışmaları ve akademik iş birlikleri açısından büyük bir potansiyel taşımaktadır. Bu mirasın korunması ve tanıtılması için daha fazla araştırma yapılmalı ve Hindistan’daki Türk izlerinin görünürlüğü artırılmalıdır.

Bugün kritik nokta, Hindistan devletindeki hafıza, ülkelerinin altı asrı aşkın Türk dönemini bir zenginlik görüp görmeyeceği hususudur. İzlerin silinmeye çalışılması, Hindistan’daki Türkler için de yaşamsal bir negatiflik yaymaktadır.

Son olarak, Hindistan ve Türkiye’nin tarihsel bağlarını hatırlamak, günümüz jeopolitik gerginliklerine alternatif bir diyalog zemini de sunabilir. Keşmir meselesi, Pakistan bağlantısı veya küresel güç rekabetleri iki ülke ilişkilerinde sorun alanları yaratırken tarihsel miras ortak bir dil ve anlayış geliştirilmesi için fırsatlar barındırmaktadır. Bu bağlamda Hint-Türk etkileşimi, yalnızca geçmişin nostaljisi değil, geleceğe dönük barışçıl ve çok taraflı bir iş birliği perspektifi de üretebilir.

Prof. Dr. İsmail Ermağan, İstanbul Medeniyet Üniversitesi’nde öğretim üyesidir.

[1] Şahin, H. Hilal. “A General Review of Scientific Studies Carried Out in Turkey Relating to History of India.” Türkiyat Mecmuası / Journal of Turkology 30, no. 1 (2020): 231–68.

[2] Ayyubi, N. Akmal, ve Nejat Kaymaz. “Hindistan Türklere Neler Borçludur?” Tarih Araştırmaları Dergisi 2, no. 2 (Mayıs 1964). https://doi.org/10.1501/Tarar_0000000286.

[3] Kulke, Hermann, and Dietmar Rothermund. A History of India. London: Routledge, 2002.

[4] Hindistan’a göçler noktasında; Hindistan coğrafyasının devasa olduğu unutulmamalıdır. Doç. Dr. Mehmet Özay’a göre; “buraya dışardan gelenlerin hedefi, bütün bir coğrafya olmadı. İngilizlerin son dönem politikaları hariç. O da dönemin teknolojik vs. gelişimlerinin yol açtığı kolaylıktan ötürü. Büyük İskender’den bu yana Hindistan’a yönelen göçler (sivil veya askeri vasıtalarla olsun) bölgenin iki önemli nehrinin (Indus ve Ganj) olduğu kuzey batı-kuzey doğu ekseninde gerçekleşmiştir. Bunun maddi, iklim, insan kaynakları vb. gibi nedenleri var. İklim, bu bölge ile orta ve güney Hindistan’da farklıdır. İki nehir, tarım ve ulaşım gibi iki önemli kurumsal yapının varlığına hazırlamasıyla dışardan gelenlerce kullanıma elverişli araçlar olmuşlardır. Erken dönemlerde, bölgeye yerleşen Türkler dâhil ötekilerin hedef bölgesi burası olmuştur, orta veya güney bölgeleri değil.” (Kişisel iletişim, 26.7.2025)

[5] Aryan terimi (19. yüzyılda Batılı dilbilimciler ve antropologlar tarafından spekülatif biçimde ortaya atılmış olsa da) genel kabul olarak antik dönemde Hindistan, İran ve çevresinde Hint-Avrupa dillerini konuşan halklar için kullanılır.

[6] Sander, Oral. Siyasi Tarih. Cilt 1: İlkçağlardan 1918’e. Ankara: İmge Yayınevi, 2000.

[7] Asher, Catherine B. Architecture of Mughal India. Cambridge: Cambridge University Press, 1992; Bıyıktay, Halis. Timurlular Zamanında Hindistan Türk İmparatorluğu. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1989.

[8] Schmitt, Rüdiger. “Aryans.” In Encyclopaedia Iranica, vol. 2, New York: Routledge & Kegan Paul, 1987.

[9] Pletcher, Kenneth, ed. The History of India. New York: Rosen Education Service, 2010.

[10] Dani, A. H. History of Civilizations of Central Asia. Paris: UNESCO Publishing, 1996.

[11] Bosworth, C. E. The Ghaznavids: Their Empire in Afghanistan and Eastern Iran. Edinburgh: Edinburgh University Press, 1963.

[12] Şimşirgil, Ahmet. Otağ IV: Gazneli Sultan Mahmud. İstanbul: Timaş, 2024.

[13] Bölgenin dini yapısı, tıpkı diğer benzeri bölgelerde olduğu gibi “mistisizmin” yaygın olduğu bir yapı sunmaktadır. Tasavvufun kurumsal gelişiminde Hint etkisinin bugün dahi tartışma konusu olmaya devam etmesi, Müslümanlardan ziyade, bölgedeki mistisizmi öngören, teorileştiren ve pratiğe geçiren yapılarda aramak isabetli bir yaklaşım olabilir. İslam Tasavvufunun gelişimini ve etkisini sonraki dönemlere atfetmek mümkün görünmektedir.

[14] Mansingh, Surjit. Historical Dictionary of India. 2nd ed. Lanham: Scarecrow Press, 2006.

[15] Guha, Ramachandra. India After Gandhi: The History of the World’s Largest Democracy. New York: Ecco, 2007.

[16] Anas, Omair. “Darülislamdan Ulus Devlete: Hindistan alt kıtasında Müslüman Siyasal Söyleminin Dönüşümü.” In Müslüman Düşüncede Çağdaş Düşünce, edited by Lütfi Sunar, vol. 4: Hint Alt Kıtası Düşüncesi, 115–41. Ankara: Yurtdışı Türkler, Kalkan Matbaacılık, 2020.

[17] Akt. Azmi Özcan, Hindistan, (İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayınları, 2023).

İsmail Ermağan
İsmail Ermağan

Prof. Dr İsmail Ermağan, halen İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi olan Prof. Dr. İsmail Ermağan, lisansını Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi’nde, yüksek lisansını Hamburg Üniversitesi Sosyoloji ve Siyaset Bilimi Bölümlerinde yaptı. Ermağan doktora derecesini Erfurt Üniversitesinin Max Weber Yüksek Araştırmalar Merkezi’nde aldı. Başlıca çalışma alanları şunlardır: Teknoloji ve Uluslararası ilişkiler, Bölge Çalışmaları( Afrika, Latin Amerika ve Asya-Pasifik), AB, Almanya, göç. Yurt içinde ve yurt dışında 100 civarında makalesi/kitap bölümü olan yazarın şu kitapları yayımlanmıştır: Almanya Türkleri’nin Uyum ve Ayrılım Eğilimleri; Avrupa Birliği ve Türkiye’nin Üyeliği: Türk Partilerinin ve Avrupa Parlamentosundaki Partilerin Politikaları; Türkiye’nin Yönü Avrupa Birliği’ne mi: Türkiye’de AB Şüpheciliği; Türkiye’deki Sivil Toplum Örgütlerinin AB Üyeliğine İlişkin Davranışları; 21. Yüzyılda Uluslararası İlişkilerde Yeni Trendler: İnsanımız İlk 10 Yolunda mı?; Dünya Siyasetinde Almanya 1-2; Yakın Dönemde Almanya, Dünya Siyasetinde Latin Amerika 1-5; Dünya Siyasetinde Afrika 1-10; Dünya Siyasetinde Asya Pasifik 1-7.

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments