back to top
Pazar, Kasım 16, 2025
Ana SayfaYayınlarAnalizİsrail ile Barış Mümkün mü?

İsrail ile Barış Mümkün mü?

İsrail’in İran’ın nükleer tesislerine yönelik başlattığı “Yükselen Aslan” operasyonu, İran-İsrail arasında uzun yıllardır devam eden gerilimi vekâlet savaşı (Hizbullah,Hamas) konseptinden çıkaran ve doğrudan sıcak savaşa dönüştüren tarihi bir dönüm noktasıdır. İsrail saldırılarının kapsamı ve hedef seçimi detaylı bir şekilde irdelendiğinde; sadece nükleer tesislerle sınırlı kalmadığı bilim insanlarının, askeri üst düzey yetkililerin ve önemli alt yapı tesislerinin de hedef alındığı uzun vadeli bir strateji izlediği gözlemlenmektedir. Özellikle MOSSAD’ın Tahran yakınlarında gizli bir İHA üssü kurması, füze rampalarının hedef alınması ve bazı İranlı yetkililerin taraf değiştirmesi, sürecin yıllara yayılan bir operasyon olduğunu göstermektedir. Savaşın seyrini değiştiren bir diğer gelişme ise ABD’nin bir süper güç olarak İsrail’in yanında savaşa dâhil olmasıdır. Evanjelist-Neokon ekip için zaten beklenen bir hamle olan bu gelişme, yeni dünya düzeninde müttefiklik kavramını da tekrar tartışma konusu hâline getirmiştir. ABD Başkanı Donald Trump’ın bilgisi dâhilinde başlayıp biten 12 Gün Savaşı İran’ın nükleer üretiminde ısrar etmesi halinde yeniden sıcak bir çatışmaya evrilecektir.

Operasyonun Adı: Yükselen Aslan

“İşte halk bir dişi aslan gibi uyanıyor.

Avını yiyip bitirmedikçe,

Öldürülenlerin kanını içmedikçe rahat etmeyen aslan gibi kalkıyor.”[1]

Eski ve Yeni Ahit’in Çölde Sayım 23:24. bölümlerinde geçen yukarıdaki ifadeler İsrail’in 13 Haziran’da İran’a düzenlediği saldırıya “Yükselen Aslan” adını vermesini sağlayan dini referansın temellerinden birini oluşturuyor. Aslan figürü, Judah’ın ırkını ve sonrasında da Judah krallığına gidecek olan simgesel gerçekliği temsil etmesi sebebiyle Yahudi toplumu için derin bir alt okumaya sahiptir. Aslan figürünün bir diğer ideolojik vurgusu ise İslam Devrimi ile İran’ın bayrağından kaldırılan Aslan ve Güneş sembollerine birer atıftır. İsrail yönetimi, aslan figürü ile sona eren Şah Dönemine bir gönderme yapmakta ve en nihayetinde rejim değişikliğine işaret eden adlandırmaları özellikle tercih etmektedir. Orta Doğu kültüründe gerek Araplar gerek Perslerde Aslan figürü cesaret, kahramanlık, sadakat ve mertlik sembolü olarak kabul edilmektedirler. İsrail özelinde ise aslan figürü Kudüs şehrinin sembolü olup hem bayrağında hem de silahlı kuvvetler armasında kullanılmıştır.

Armageddon İnancı ve Tüm Zamanların Sonu

İsrail’in, 13 Haziran’da İran’a düzenlediği bir dizi saldırıyı yorumlamadan önce Amerikan siyasetine yön veren Neokon[2] ve Evanjelist[3] fraksiyonun yeniden hatırlatılması gerekliliği doğmaktadır. Evanjelikler, 1948 yılında Filistin topraklarına kurulan İsrail’in “İncil’in öğretileri doğrultusunda kurulmuş olduğuna”, İsrail’in ilk savaştan hemen sonra Armageddon denilen büyük bir savaş yaşayacağına, bu savaş sürecinde “Hazreti İsa’nın tekrar hayata bu topraklarda geleceğine” ve bu şekilde “tüm zamanların sonunun” geleceği fikrine inanmaktadırlar.

Evanjelik hareket, İsrail’in Orta Doğu’da gireceği bu ilk savaşta İsrail ve müttefiklerini iyi taraf olarak tanımlarken içerisinde Türkiye Cumhuriyeti ve İran’ın da bulunduğu devletleri ise antiChrist olarak görüp kötü taraf olarak kabul etmektedir. ABD’deki önemli siyasi aktörler arasında sayılan Evanjelikler, Amerikan dış politikası üzerinde, ABD’nin İsrail Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması kararında etkin rol oynamıştır. Özellikle Evajelist hareketin Türkiye karşıtlığını hatırlatan Papaz Brunson davası da dış politikadaki etkinliklerine örnek olarak sunulabilir. Evanjelistlere göre Rahip Brunson Armageddon Savaşında düşman olan tarafın elinde tutsaktır ve mutlak suretle kurtarılması gerekmektedir.

Evajelistlere göre şu anda “pre millenial” diye adlandırılan bir dönemdeyiz. Evanjelistler, büyük savaş yaşanırken dünyaya Mesih olarak döneceği düşünülen İsa’nın gelmesiyle dünyanın bin (millenial) yıl sürecek bir barış dönemine gireceğine inanıyorlar. Bu barış döneminin ise büyük savaşın galibi olacağına inandıkları İsrail’in kontrolünde yaşanacağını düşünüyorlar. Evanjelist ekip Trump’ın ikinci başkanlığına giden süreçte kendisine yönelik düzenlenen suikast girişiminden sağ kurtulmasını da barış sürecini tamamlaması için kendisine Tanrı tarafından verilen bir “kutsallık” olarak yorumlamaktadır. Trump’ın seçim öncesi “seçilirsem barışı getireceğim” sözünden kastı ise İsa’nın dünyaya gelmesinden sonra başlayacağına inanılan o bin yıllık barış sürecidir ve bu süreç savaşla başlayacak olup İsrail kontrolünde yaşanacaktır.

Neokoncu ve Evanjelist fraksiyon, ilk savaşın ardından ikinci ve nihai savaşa kadar geçecek olan geçici barış döneminde Yahudilerin bir kısmının güven içinde yaşayacağı bir ülkeye daha ihtiyaç duyulacağını ve bunun da sınırlarımızda kurulması hedeflenen bir Kürt Devleti vasıtasıyla mümkün olacağını dile getirmektedir. Temellerini “sapkın dini ve ideolojik” görüşlerine dayandıran bu yapı Amerika’nın Orta Doğu siyasetinde derin bir etkinliğe sahiptir. Bu gerekçeyle Gazze’ye el konulması ve Batı Şeria’nın da Filistinlilerden tamamen arındırılması yani Ürdün’e sürgün edilmesini planlamaktadır. Bu tezi destekleyen en güncel gelişme ise Trump’ın ikinci başkanlık yemin töreninde Evanjelist-Neokon ekibin arzu ettiği o büyük savaşın kendi başkanlık döneminde açılacağını teyit eden konuşmasıdır.

12 Günlük Bilanço: Hezimet mi, Galibiyet mi?

13 Haziran 2025’te İsrail’in İran’a yönelik başlattığı “Yükselen Aslan” operasyonu, bölgede uzun yıllardır devam eden vekâlet savaşlarının açıkça sıcak çatışmaya evrildiği önemli bir kırılma noktası olmuştur. Operasyonun ilk anında açıklama yapan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, İran’ın uranyum zenginleştirmede kullandığı ana tesisi olan Natanz’ın hedef alındığını ve İran’ın nükleer zenginleştirme programının “kalbinin” vurulduğunu açıklamıştır. Bunlara ek olarak İran’ın nükleer bombası üzerinde çalışan nükleer bilim uzmanlarının hedef alındığını ve İran’ın balistik füze programının merkezinin vurulduğunu duyurmuştur. İran yönetimi ise “Sadık Vaat-3” operasyonu ile İsrail’e yönelik balistik füze ve İHA saldırıları gerçekleştirmiştir. Taraflar arasında sivillerin, şehirlerin, hastanelerin ve hatta önemli ticaret merkezlerinin hedef alındığı saldırılar, savaşın dokuzuncu gününde ABD’nin açıkça savaşa müdahil olmasıyla dengeleri değiştirecek bir süper güç hamlesine sahne olmuştur.

ABD, İran’ın “nükleer kalbi” olarak bilinen ve dağlık bir alanda yer altında bulunan Fordo tesisine “B-2 Hayalet” uçakları ve en gelişmiş sığınak delici bomba olan “MOP”un kullanıldığı bir “Gece Yarısı Çekici Operasyonu” nu düzenlemiştir. Bu operasyon ile Natanz ve İsfahan tesisleri de Tomahawk tipi seyir füzelerinin hedefi olmuştur. ABD Başkanı Donald Trump, bu bombalamanın sonucunda İran’ın nükleer tesislerinin “yerle bir edildiğini” iddia etmiştir. Beyaz Saray yönetimi ise ABD saldırısının “rejim değişikliği” amacı taşımadığını, sadece İran’ın nükleer programını yok etmeyi amaçladığı ve bu kapsamda sadece nükleer tesislerle sınırlı tutulduğunu vurgulamıştır. İran’ın ABD’yi önceden bilgilendirerek düzenlediği “Büyük Fetih Müjdesi” operasyonu ise ABD’nin Katar’da bulunan El-Udeyd Hava Üssü’ne yönelik görece daha düşük seviyede bir karşı operasyon olmuştur.

En nihayetinde savaşın on ikinci gününde ABD Başkanı Donald Trump’ın Truth Social hesabından “Herkese Tebrikler!” başlığı ile yaptığı paylaşımıyla savaşın bittiği ve tarafların ateşkes ilan ettiği duyurulmuştur. Trump’ın “Fordo tamamen yok edildi” açıklamasından kısa bir süre sonra ABD basınına isimsiz kaynaklarca sızdırılan ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) istihbarat raporu, Fordo gibi yeraltı tesislerinin ayakta kaldığını, uranyum stoklarının ise önceden taşındığını ortaya koymuştur. Nükleer programın aylar içinde kaldığı yerden devam edebileceği şeklindeki uzman görüşleri Trump’ı ve Evanjelist-Neokon ekibi çileden çıkarmaya yetmiştir. Trump’ın Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff da sızdırılan belgeyi, “vatan hainliği” olarak değerlendirmiştir. Sızıntıyı destekleyen bir diğer açıklama ise tesislerin vurulmasından kısa bir süre önce nükleer materyallerin başka bir güvenli bölgeye taşındığını açıklayan İranlı yetkililerden gelmiştir. İran yönetimi nükleer faaliyetlere ve bilhassa uranyum zenginleştirmeye devam edeceklerini de açıkça dile getirmektedir.

İsrail’in İran’ı kendisi için “varoluşsal tehdit” olarak algılaması ve ABD’yi de açıkça savaşa sürüklediği 12 günlük savaşın bilançosu sadece bölgesel güç dengelerini açısından değil, müttefiklik kavramının yeniden sorgulanması, küresel enerji güvenliğinin tehdidi ve dünya ekonomisini de derinden etkileyen yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. İsrail’in şimdiye kadar Gazze şeridinde yaptığı ihlal ve soykırım dikkate alındığında İran’la yapılan ateşkese de sadık kalmayacağı ortadadır. İsrail açısından bugün gelinen nokta Tanrı’yı kıyamete zorlamak için yeterli değildir. İsrail, bundan sonraki süreçte ateşkesi ihlal etmenin yolunu yine İran’ın nükleer tesisleri, balistik füze kapasitesi ve uranyum zenginleştirme faaliyetleri üzerinden devam ettirecek ve en nihayetinde ABD ve İran’ı yine karşı karşıya getirmeyi hedefleyecektir.

Savaşın bir diğer tarafı olan İran özelinde riskler, İsrail’in ABD’den aldığı koşulsuz destekle kıyaslandığında daha derin bir diplomatik izolasyona işaret etmektedir. Özellikle Çin ve Rusya’dan gelen desteğin sınırlı kaldığını ve İran meclisinin, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı ile iş birliğini askıya alma kararını onayladığı vurgulamak gerekmektedir. İran yönetimi Tahran sokaklarında zafer kutlamaları yaparken rejimin devamlılığı sorunsalı yine büyük ve küçük şeytan olarak adlandırılan ABD ve İsrail’e endekslenmiştir. Netanyahu’nun saldırıların hemen ardından yaptığı “İran halkını diktatör rejimden kurtarma” yönündeki açıklamaları ise İran kamuoyunda “milli güvenlik” gerekçeleri ön planda tutulduğu için beklenen etkiyi doğurmamıştır. Fakat buna rağmen İran kamuoyu hava savunma sistemlerinin yetersizliği, istihbarat zafiyetlerin oluşması, bilim insanları, üst düzey siyasi ve askeri hedeflerin kolaylıkla hedef alınabildiğini gördükten sonra ülkenin genel savunma kapasitesi ve kurumlar arası koordinasyon kabiliyetini ciddi şekilde sorgulanmaya başlanmıştır. Bilhassa savaş boyunca İsrail’in hava üstünlüğünü ele geçirmiş olması rejimin eleştirildiği en ciddi mesele olmuştur. İran şu aşamada ya ABD ve Batı ile nükleer pazarlık için masaya geri dönmeyi tercih edecek ya da uzun yıllardır denge siyaseti kapsamında ertelenen Çin ile askeri yakınlaşmayı başlatma seçeneğini hayata geçirecektir. Bu aşama İran’ı bekleyen asıl gerçeklik şudur: İran artık askeri gücü ve kapasitesi test edilmiş bir ülke olarak hem dış cephede oluşabilecek yeni savaş risklerini hem de iç cephede oluşması muhtemel “yönetimin iç meşruiyeti” meselesini ciddi şekilde masaya yatırmak zorundadır.

Ülküm Gözde Gündoğdu, bağımsız araştırmacı ve yazardır.

[1] Kıtabı Mukaddes – Çölde Sayım 23 (17.06.2025) https://incil.info/YC2009/arama/Colde+Sayim+23:24

[2] (Yeni Muhafazakarlık- Neo-conservatism): 1960’lı yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde doğmuş, özellikle dış politikada askeri müdahaleyi ve ABD’nin küresel liderliğini savunan siyasal akımdır.

[3] Hristiyanlıkta, “İncil’i öğretmek, yaymak” anlamına gelen Evanjelizm, ABD’de Hristiyanlar arasında en yaygın mezheplerden birisi olarak kabul ediliyor. Nüfusun yaklaşık yüzde 25’ine (yaklaşık 80 milyon) denk gelen Evanjelikler, aynı zamanda “Hristiyan Siyonistler” olarak da biliniyor.

Ülküm Gözde Gündoğdu
Ülküm Gözde Gündoğdu

1991 yılında dünyaya gelen Ülküm Gözde Gündoğdu, ortaöğrenimini TED Koleji ve Sosyal Bilimler Lisesinde (İngilizce) 2009 yılında tamamlanmıştır. Lisans öğrenimine 2009 yılında Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde başlamış ve 2010 yılında aynı fakültenin Maliye Bölümünde çift ana dal eğitimine kabul edilmiştir. Uluslararası İlişkiler bölümünden 2013 yılında, Maliye bölümünden ise 2015 yılında mezun olan yazar, bankacılık ve finans sektöründe iş analisti gibi uzmanlık ve müfettiş yardımcılığı görevlerini ifa etmiştir. Gündoğdu, 2014-2016 yılları arasında Orta Doğu Teknik Üniversitesinde yöneticiler için düzenlenen MBA programına katılmış, ikinci yüksek lisans öğrenimini ise Bahçeşehir Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Küresel Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden derece ile mezun olarak 2020 yılında tamamlamıştır. 2021 yılı itibariyle doktora çalışmalarına aynı üniversitenin Uluslararası İlişkiler bölümünde devam eden yazar, akademik çalışmaları için Rusya (St. Petersburg, Moskova ve Novosibirsk) ve Brüksel’de bulunmuştur. İyi derecede İngilizce ve Rusça bilen yazar, başlangıç düzeyinde de Arapça bilmektedir.

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments