ABD, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana en fazla dış yardımı İsrail’e sağlamıştır. Bugüne dek İsrail’e yapılan ikili yardım ve füze savunma finansmanı toplamı en az 174 milyar dolar düzeyindedir. Bu olağanüstü destek, ABD iç siyasetinde İsrail’in güvenliğine yönelik güçlü ve iki partili konsensüsü, Orta Doğu’daki ortak stratejik hedefleri ve 1948’den beri süregelen tarihî müttefiklik bağlarını yansıtmaktadır. Bu yazıda, ABD’nin İsrail yardımlarının kapsamı ve bileşenleri çeşitli başlıklar altında incelenmektedir.
Yıllık Askerî Yardım Miktarları
1979’daki Camp David anlaşması sonrasında ABD’nin İsrail’e yardımları keskin biçimde arttı. 1980 başlarında askeri yardım yıllık yaklaşık 1–1,5 milyar dolar seviyesindeyken, 1985 yılına gelindiğinde Kongre İsrail’e yapılan tüm askeri yardımları hibe (geri ödemesiz) şeklinde vermeye başladı ve yıllık askeri yardım tutarı 1,8 milyar dolar düzeyine ulaştı. Aynı dönemde ekonomik yardımlar da yaklaşık 1,2 milyar dolar civarındaydı. Böylece 1985’ten itibaren toplam yıllık ABD yardımı yaklaşık 3 milyar dolar oldu.
1980’ler boyunca yaklaşık 3 milyar dolar seviyesinde seyreden toplam yıllık yardım, 1990’larda da benzer şekilde kaldı. 1998’de iki ülke, geleneksel ekonomik yardımların kademeli olarak azaltılıp askeri yardımların artırılmasını öngören 10 yıllık bir mutabakat imzaladı. Bu anlaşmaya göre ABD, 1999-2008 arasında her yıl en az 2,4–2,7 milyar dolar askeri finansman sağlayacak, ekonomik hibe yardımları ise kademe kademe sona erdirilecekti.
Fotoğraf 1:ABD’nin 2023 Yılında İsrail’e Yardım Görüntüsü
Kaynak: Anadolu Ajansı (2023)
11 Eylül sonrası dönemde de kongrenin desteğiyle askeri yardımlar artarak sürdü. 2007’de imzalanan ikinci 10 yıllık güvenlik Mutabakat Muhtırası (MM) kapsamında 2009-2018 döneminde toplam 30 milyar dolar (yıllık ortalama 3 milyar dolar) askeri yardım taahhüt edildi. Bunu takiben, 2016’da imzalanan üçüncü MM ile 2019-2028 döneminde yıllık 3,3 milyar dolar Dış Askeri Finansman (FMF) hibesi ve ek olarak 500 milyon dolar füze savunma desteği olmak üzere toplam 38 milyar dolar askeri yardım kararlaştırıldı.
Foreign Military Financing (FMF) ve Doğrudan Silah Alımları
ABD’nin İsrail’e sağladığı askeri yardımlar büyük ölçüde Dış Askeri Finansman (Foreign Military Financing, FMF) programı üzerinden yürütülmektedir. FMF, ABD’nin dost olarak gördüğü ülkelere silah alımı için hibe şeklinde fon sağlamasıdır. İsrail, FMF kapsamından faydalanan en büyük devlettir. İsrail bu fonları ABD’den savunma teçhizatı satın almak için kullanmaktadır. FMF sayesinde İsrail, F-35 Lightning II gibi dünyanın en ileri askeri sistemlerine erişebilmektedir. Nitekim İsrail, ABD’nin beşinci nesil F-35 savaş uçaklarının ilk yabancı kullanıcısı olmuştur.
Fotoğraf 2:Beşinci Nesil F-35 Savaş Uçağı
Kaynak: Anadolu Ajansı (2020)
FMF mekanizması, ABD ile İsrail arasında doğrudan silah alımları için bir finansman kaynağı işlevi görmektedir. İsrail, bu hibeleri ABD Savunma Bakanlığı Yabancı Askeri Satışlar (FMS) kanalıyla doğrudan Amerikan hükümetinden silah alımında veya onaylanmış doğrudan ticari satış sözleşmeleriyle Amerikan şirketlerinden ekipman temininde kullanabilmektedir. İsrail ayrıca ABD’nin tanıdığı özel ayrıcalıklar sayesinde FMF fonlarını esnek biçimde kullanabilmekte ve Cash Flow Financing (Nakit Akışı Finansmanı) imkânından yararlanabilmektedir. Cash Flow yetkisi sayesinde İsrail, gelecekte alacağı FMF hibelerini teminat göstererek uzun vadeli alım sözleşmelerine girebilmektedir. Bu da büyük çaplı platformların (F-35 alımları gibi) tedarikini kolaylaştırmaktadır.
ABD Silah Şirketlerinden Alımlar ve “ABD’ye Geri Dönen Para” Söylemi
ABD’nin İsrail’e yaptığı askeri yardımlar, aslında büyük ölçüde ABD savunma sanayiine geri dönen bir döngü oluşturmaktadır. FMF kapsamında sağlanan hibeler, koşul olarak yeniden ABD’ye harcanmakta, yani İsrail bu parayla Amerikan yapımı silah, mühimmat ve savunma hizmetleri satın almaktadır. Böylece ABD Kongresi’nde İsrail’e yardım, müttefikin savunmasını desteklemenin yanı sıra Amerikan şirketlerine iş imkânı ve ihracat geliri sağladığı için de savunulmaktadır. Nitekim ABD hükümeti, İsrail ile Amerikan silah üreticileri arasındaki ticari bağları, yabancı askeri yardımların sürdürülmesinin gerekçelerinden biri olarak açıkça vurgulamıştır. Sonuç olarak İsrail’e verilen her 1 dolarlık yardımın büyük kısmı Lockheed Martin, Boeing, Raytheon gibi Amerikan şirketlerine sipariş olarak dönmektedir. Bu da ABD’de istihdam yarattığı için yardımlar “kazan-kazan” yatırımı şeklinde sunulmaktadır.
Bu “paranın ABD’ye dönmesi” söylemi pratikte rakamlarla da görülmektedir. Örneğin 2019’a dek geçerli anlaşma uyarınca İsrail, yıllık aldığı FMF yardımının %73,7’sini doğrudan Amerikan savunma malzemelerine harcamak zorundaydı (kalan kısmı için bkz. Offshore Procurement ayrıcalığı). Günümüzde yeni mutabakatla birlikte bu oran %100’e yaklaşmaktadır. Dolayısıyla kongre üyeleri ve lobiciler, İsrail’e yardımı savunurken bu kaynakların aslında Amerikan ekonomisine ve teknolojik üstünlüğüne hizmet ettiğini sıkça dile getirmektedir.
1990’lara Kadar Süren Doğrudan Bütçe Yardımları
ABD’nin İsrail’e desteğinin önemli bir boyutu da doğrudan ekonomik yardımlar olmuştur. 1970’lerden 1990’lara dek ABD, İsrail’e sadece askeri değil, ciddi miktarda ekonomik hibe ve nakit bütçe desteği sağlamıştır. Özellikle 1971 sonrasında İsrail, ABD’nin Ekonomik Destek Fonu (ESF) programından en büyük payı alan ülkelerden biri oldu. Bu kapsamda verilen paralar, İsrail hükümetinin genel bütçesine doğrudan katkı olarak aktarıldı ve altyapı yatırımları, göçmen yerleştirme, ekonomik reformlar gibi ihtiyaçlarda serbestçe kullanılabildi.
Fotoğraf 3:Dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan ve İsrail Başbakanı Menaham Begin
Kaynak: Responsible Statecraft (2021).
Örneğin 1984-85 döneminde İsrail ekonomisinin hiperenflasyon krizine girmesi üzerine Reagan yönetimi ve kongre, İsrail’e acil bütçe yardımları sağladılar. 1985’te verilen 1,5 milyar dolarlık ek ekonomik hibe, İsrail’in mali durumunu istikrara kavuşturmakta önemli rol oynadı. Ayrıca bu dönemde daha önce kredi olarak verilen bazı ekonomik yardımların geri ödemesi de affedildi ya da hibeye çevrildi. 1985’ten itibaren askeri yardımların tamamı hibe şeklinde verilmeye başlandı ancak önceki kredilerin bir kısmı kademeli olarak affedildi veya hibe statüsüne çevrildi.
AIPAC ve Evanjelist Grupların Kongre Üzerindeki Etkisi
İsrail’e desteğin Amerikan siyasetindeki devamlılığında, lobicilik ve taban baskısı büyük rol oynamaktadır. Bu bağlamda iki önemli güç merkezi öne çıkmaktadır: Yahudi-Amerikan lobileri (özellikle AIPAC) ve Hristiyan Evanjelik gruplar. American Israel Public Affairs Committee (AIPAC), ABD-İsrail ilişkilerini desteklemek amacıyla faaliyet gösteren en etkili lobi kuruluşudur. AIPAC on yıllardır kongre nezdinde İsrail lehine güçlü bir lobicilik ağı kurmuştur. Örgüt, her iki partiden yüzlerce milletvekilini yıllık konferanslarına davet etmekte, onları İsrail’e seyahatlere götürmekte ve İsrail’in güvenlik ihtiyaçları konusunda bilgi akışı sağlamaktadır. AIPAC ayrıca seçim kampanyalarında İsrail yanlısı adaylara finansal destek sağlama konusunda merkezi bir rol oynamaktadır. Resmi olarak 2021’e dek PAC fonu bulundurmamış olsa da üyeleri aracılığıyla bağış yönlendirme konusunda çok etkindir. 2022’den itibaren AIPAC doğrudan bir süper PAC kurarak seçim harcamalarını bizzat yürütmeye başlamıştır. 2024 seçim döngüsünde AIPAC ve bağlı komitesi United Democracy Project, toplam 95,1 milyon dolar harcama yaparak rekor kırmıştır. Bu meblağ, 2022’de harcadıklarının iki katından fazladır ve pek çok eyalet yarışında belirleyici olmuştur.
Fotoğraf 4:Netanyahu’nun IPAC’te Konuşması
Kaynak: Yeni Şafak, (2024)
AIPAC’in seçim harcamalarının hedefi, İsrail’e koşulsuz destek veren adayların kazanmasını sağlamak ve İsrail’i eleştirenleri cezalandırmak şeklindedir. Nitekim 2024 önseçimlerinde AIPAC süper PAC’i, İsrail’in Gazze politikalarını eleştiren Demokrat vekiller Cori Bush (Missouri) ve Jamaal Bowman (New York) aleyhine yoğun kampanyalar yürüttü. Bowman’ın yarışına 14,6 milyon dolar, Bush’un yarışına 8,6 milyon dolar gibi paralar akıtıldı. Bu çapta bir harcama, Amerikan iç siyasetinde nadir görülen düzeydedir ve sonuç alıcı da olmuştur. Her iki vekil de İsrail konusunda “aşırı” görülen tutumları nedeniyle parti içi ciddi meydan okumalarla karşılaşmış, Bowman sonrasında tutumunu yumuşatmıştır. İlerici kanadın liderlerinden Pramila Jayapal, AIPAC’in bu hamlelerine dikkat çekerek “muazzam miktarda para akıtıldığında, kendi mesajınızı seçmene duyurmak çok zorlaşıyor” diyerek tepki göstermiştir. Bu örnek, kongre üyeleri nezdinde AIPAC’in ne denli politik nüfuza sahip olduğunu göstermektedir.
Diğer yandan Evanjelik Hristiyan hareket de kongre ve özellikle Cumhuriyetçi Parti üzerinde derin bir İsrail yanlısı etki kurmuştur. ABD nüfusunun önemli bir kesimini oluşturan beyaz Evanjelikler, teolojik inançları gereği İsrail’i ve Yahudi halkını kutsal bir planın parçası olarak görmektedir. Bu kesimin örgütlü gruplarından Christians United for Israel (CUFI), AIPAC’i bile aşan üye sayısıyla (milyonlarca üye) İsrail lehine taban baskısı oluşturmaktadır. CUFI ve benzeri Evanjelik kuruluşlar, siyasetçilere yönelik puanlamalar yapmakta, İsrail’e desteği güçlü adayları ödüllendirmekte ve İsrail’e mesafeli duranları hedef almaktadır. Özellikle Cumhuriyetçi vekiller, kendi seçmen tabanlarının hassasiyeti nedeniyle İsrail konusunda net bir duruş sergilemek zorunda hissetmektedir. AIPAC ve CUFI’nin politika ajandaları büyük ölçüde örtüşmektedir. Her ikisi de ABD’nin İsrail’e yardımlarının koşulsuz ve kesintisiz sürmesi yönünde lobi yapmaktadır. Bu gruplar, İsrail’e yardımların Filistin topraklarındaki uygulamalara şart koşulmasına dahi karşı çıkarak, fonların sorgusuz sualsiz aktarılmasını savunmaktadır.
Fotoğraf 5:Netanyahu’nun CUFI’de Konuşması
Kaynak: The Times Of Israel, (2021).
Bu etkinin pratik sonucu, kongrede İsrail’le ilgili oylamaların neredeyse daima ezici bir konsensüsle geçmesidir. Örneğin 2021’de İsrail’e Iron Dome mühimmatı için ek 1 milyar dolar yardım oylaması Temsilciler Meclisi’nde 420’ye karşı 9 gibi inanılmaz bir oranla kabul edilmiştir. Benzer şekilde, İsrail’i eleştiren BM kararlarını kınayan veya İsrail’in güvenlik adımlarını destekleyen bildiriler de neredeyse oybirliği ile geçmektedir. Özellikle AIPAC, muhalif birkaç ses çıkması durumunda bunların Demokrat veya Cumhuriyetçi parti içindeki konumlarını tehlikeye atacak kampanyalara girişebilmektedir. Bu nedenle pek çok kongre üyesi, İsrail’e muhalefet etmenin siyasi bedelinin çok yüksek olduğunu düşünmektedir.
Washington’da uzun yıllar dile getirilen bir deyim vardır: “İsrail’e karşı çıkmak politik intihardır.” Bu doktrin, sadece bir efsane olmayıp vaka analizleriyle de desteklenmektedir. İsrail’i açıkça eleştiren veya yardımlara kısıtlama getirmeye çalışan siyasetçilerin (örn. Charles Percy, Paul Findley gibi eski senatörlerin) bir sonraki seçimde AIPAC’in hedefi hâline gelip koltuklarını kaybetmesi sık rastlanmıştır. Nitekim 2014’te Gazze savaşında kongrede neredeyse “tek ses halinde İsrail’i destekleyen” bir tablo çizilmiş, İsrail’i alenen eleştiren hemen hiç kimse çıkmamıştır.
ABD-İsrail “Mutual Defense Understanding” Belgeleri (Güvenlik Mutabakat Muhtıraları)
ABD ile İsrail arasında, doğrudan bir savunma anlaşması (ittifak antlaşması) bulunmamakla birlikte, uzun vadeli güvenlik yardımına dair Mutabakat Muhtıraları (Memorandum of Understanding- MOU) imzalanmaktadır. Bu belgeler, iki ülkenin yürütme organları arasında varılan ve ABD’nin belirli bir 10 yıllık dönem boyunca İsrail’e sağlayacağı asgari yardım tutarını taahhüt altına alan anlaşma metinleridir. MOU’lar yasal olarak bağlayıcı olmamakla birlikte (Senato onayına sunulmazlar), iki taraf da bunlara siyasi düzeyde riayet edeceğini beyan etmektedir. İlk kapsamlı MOU 1998-1999 döneminde Clinton yönetimi sırasında imzalanmış, bunu 2007 ve 2016 yıllarında imzalanan iki ek mutabakat takip etmiştir. Clinton yönetimi, Soğuk Savaş sonrasında dahi İsrail’in bölgedeki askeri üstünlüğünün (Qualitative Military Edge – QME) korunmasının ABD çıkarına olduğunu belirterek bu uzun vadeli yardımı savunmuştur. Bu MOU, ABD-İsrail yardımlarının ilk kez yazılı bir çerçeveye kavuşturulması açısından önemlidir.
Ağustos 2007’de Bush yönetimi, İsrail ile ikinci bir 10 yıllık güvenlik yardım mutabakatı imzaladı. Bu anlaşma, 2009-2018 arası için toplam 30 milyar dolarlık askeri yardım taahhüt ediyordu. Önemli bir yenilik olarak, İsrail’in FMF yardımlarının %26,3’ünü kendi ülkesinden alımlarda kullanma izninin (OSP) devam edeceği bu MOU’da açıkça belirtildi.
Eylül 2016’da imzalanan ve üçüncü kapsamlı mutabakat niteliğindeki anlaşma, ABD’nin 2019-2028 döneminde İsrail’e toplam 38 milyar dolarlık askeri yardım yapacağını taahhüt etmektedir. Bu tutarın 33 milyar doları FMF hibeleri, 5 milyar doları ise İsrail-ABD ortak füze savunma programlarına yıllık tahsisatlar olarak planlanmıştır. 2019 MOU’su önceki anlaşmalardan bazı farklılıklar içermektedir. Birincisi, İsrail’in Offshore Procurement (OSP) ayrıcalığının kademeli olarak kaldırılması bu metne dahil edilmiştir. İkincisi, füze savunma fonlaması ilk kez MOU kapsamına dahil edilerek her yıl kongrenin ayrıca onayladığı (genelde 500 milyon dolar civarı) füze savunma desteği de pakete sabitlenmiştir. Üçüncüsü, İsrail bu MOU yürürlükteyken ek olağanüstü yardım taleplerinde bulunmamayı taahhüt etmiştir.
Mutabakat muhtıraları, ABD’nin İsrail’e uzun vadeli güvenlik garantisi sağladığı belgelerdir. Her ne kadar bir savunma antlaşması (örneğin NATO benzeri ortak savunma maddesi) içermese de pratikte bu MOU’lar İsrail’e her yıl asgari ne kadar yardım alacağını önceden bilme imkânı vererek planlama kolaylığı sağlamaktadır. Örneğin 2016 MOU’su sayesinde İsrail, 2020’ler boyunca her yıl 3,8 milyar dolar alacağını bilerek savunma ihalelerini ve bütçesini ona göre düzenleyebilmiştir. ABD açısından bakıldığında ise bu mutabakatlar, İsrail’in uzun vadede ABD dışındaki kaynaklara yönelmesinin (örneğin başka ülkelerden silah almasının) önüne geçmekte ve stratejik bağın sürekliliğini teminat altına almaktadır.
2025 itibarıyla mevcut MOU’nun bitimine birkaç yıl kalmışken, iki ülke arasında bir sonraki 10 yıllık yardım anlaşmasının konuşulmaya başlandığı rapor edilmektedir. Muhtemelen 2027-28 civarında imzalanacak yeni mutabakatla 2029-2038 dönemi yardımları belirlenecektir. Şimdiden bazı İsrailli yetkililer, artan İran tehdidi ve bölgesel riskler nedeniyle bir sonraki paketin daha da büyük olması gerektiğini dile getirmektedir. Öte yandan ABD’de bazı çevreler, İsrail’in kişi başı milli gelirinin yükselmesi ve askeri teknoloji ihracatçısı hâline gelmesi karşısında bu yardımların gözden geçirilmesi çağrısı yapmaktadır. Ancak mevcut siyasi konjonktürde kongrenin desteği ve lobilerin etkisi göz önüne alındığında, ABD-İsrail savunma yardımı mutabakatlarının önümüzdeki on yıllarda da benzer veya artan düzeylerde devam etmesi beklenmektedir.
Sonuç
ABD-İsrail askeri yardımları, büyük ölçüde Amerikan vergi mükelleflerinin ödediği vergiler üzerinden şekillenen, stratejik olarak İsrail’in güvenliğine hizmet ederken, ekonomik olarak ise ABD savunma sanayii için büyük bir kazanç kapısı oluşturmaktadır. Bu döngü, İsrail’e yapılan yardımların aslında ABD’li savunma sanayi şirketlerinin ekonomik çıkarlarına hizmet etmesiyle tamamlanırken yerel altyapı projelerinin, sağlık ve eğitim gibi kamu hizmetlerinin gereksiz yere ihmal edilmesine yol açmaktadır. Bu çarkın devam etmesi için lobicilik faaliyetlerini yürüten AIPAC ve Evanjelik Hristiyan gruplar ise bu ilişkilerin kesintisiz devam etmesini sağlamak adına etkin bir güç oluşturmuş durumdadır. ABD vatandaşlarının ödedikleri vergiler, öncelikle İsrail’e aktarılarak İsrail’in güvenlik ihtiyaçları doğrultusunda harcanmaktadır. Ancak bu yardımların akıbeti, İsrail’in bu fonları, çoğunlukla ABD merkezli savunma şirketlerinden silah ve teçhizat alımında kullanmasıyla son bulmaktadır.