Giriş
Bu yazı, Mısır’daki Ermeni, Rum Ortodoks ve Maruni varlığını tarihsel ve sosyolojik bir perspektiften incelemektedir. Odak noktası, bu toplulukların kökenleri, kültürel ve ekonomik rolleri ile modern devletin etkisiyle varlıklarında meydana gelen dönüşümlerdir. Yazı, Mısır’a özgü, geniş sosyal bütünleşme ve barışçıl bir arada yaşama geleneğiyle karakterize edilen durumu vurgulayarak “azınlıklar” kavramının komşu ülkelerdeki benzerlerinden farklı bir deneyim hâline geldiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Dinî ve etnik çeşitlilik, Mısır’ın modern tarihinde tanık olduğu kültürel zenginliğin önemli bir yüzünü oluşturur. Farklı kökenlere sahip topluluklar, büyük ölçüde çatışmadan ziyade karşılıklı entegrasyonla şekillenen bir sosyal doku içinde bir arada yaşamıştır. Bu topluluklar arasında Ermeniler, Rum Ortodokslar ve Maruniler, yalnızca dinî azınlıklar olmakla kalmayıp 19. yüzyıldan itibaren Mısır’ın modernleşme sürecinde önemli kültürel ve ekonomik dönüm noktalarında aktif rol oynamış, ülkenin çehresini şekillendiren unsurlar olmuşlardır.
Bu yazının amacı, söz konusu üç topluluğun Mısır’daki deneyimlerini -ortaya çıkışlarını, etki alanlarını ve değişen siyasi-sosyal manzara ışığında varlıklarının dönüşümlerini- analitik bir bakış açısıyla sunmaktır. Ayrıca onların devlet ve toplum içindeki konumları, bir çatışma veya mezhepçilik merceğinden değil, Mısır’a özgü, kendine has bir mantık çerçevesinde anlamlandırılmaya çalışılmıştır. Zira komşu ülkelerin bazılarında yaygın olanın aksine, Mısır’da dinî veya etnik kimlikler, nadiren açık bir siyasi ya da sosyal çatışma aracı hâline gelmiştir. Bu çerçevede yazı, ulusal kimliğin baskın olduğu bir toplumda bu grupların varlıklarını nasıl sürdürdüklerini ve diğer tüm bileşenler gibi, 20. yüzyılın ikinci yarısında Mısır sahnesindeki dalgalanmalardan -kamulaştırma politikalarından küreselleşmeye ve 2011 sonrası döneme kadarـ nasıl etkilendiklerini ortaya koymayı hedeflemektedir.
Mısır’daki Ermeniler: Hayatta Kalmaktan Refaha
Ermeniler, Kafkasya bölgesinde, özellikle de günümüzdeki Ermenistan devletinde derin tarihî köklere sahip bağımsız bir etnik gruptur. Ermeniler, 4. yüzyıldan beri Hristiyanlığı benimsemiş olup dünyanın en eski kiliselerinden biri olan Ermeni Ortodoks Kilisesi’ne bağlıdırlar. Din, özellikle dağılma dönemlerinde, Ermeni kimliğinin şekillenmesinde ve korunmasında temel bir rol oynamıştır.
Ermeni varlığı Mısır’da Orta Çağ’dan itibaren, özellikle Fatımi ve Memlük dönemlerinde, bazı Ermenilerin idari ve askerî görevlerde bulunmasıyla ortaya çıkmıştır.[1] Ancak en büyük göç dalgası, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde “İttihat ve Terakki” hükûmeti tarafından gerçekleştirilen ve Doğu Anadolu’dan Ermeni nüfusunun kitlesel olarak yerinden edilmesine yol açan 1915 olaylarından sonra yaşanmıştır. On binlerce Ermeni aile komşu ülkelere gitmiş ve önemli bir kısmı o dönemde İngiliz kontrolünde olan Mısır’a yerleşmiştir[2].
Fotoğraf 1: Mısır’daki Ermeni Yetimler Giza Piramitleri ve Sfenks’in Önünde, 20. Yüzyılın Başları
Kaynak: Egyptian Chronicles
Mısır’daki Ermeniler, Kalustyan gibi okullar, Ararat ve Arew gibi gazeteler ve Kudüs’teki Ermeni Patrikhanesi’ne bağlı kiliseler olmak üzere entegre bir kurum ağı kurmuşlardır. Muhammed Ali yönetimi altında, aralarında en öne çıkanı Ticaret ve Dışişleri Bakanı Boğos Bey olmak üzere bazıları yüksek makamlara yükselmiştir. Tarihçi André Raymond, Ermenileri “gerçek büyüklüklerini aşan etkiye sahip küçük dinamik bir topluluk” olarak tanımlamıştır.[3]
Mısır’daki Ermeni nüfusu, 20. yüzyılın ortalarında (yaklaşık 40 bin kişi) zirveye ulaşmıştır. Varlıkları Kahire ve İskenderiye’de yoğunlaşmış olup sanayi ve kültürde aktif bir orta sınıf oluşturmuşlardır. Ancak 1952 Temmuz Devrimi’nden sonra ve kamulaştırma politikalarıyla birlikte, mülklerinin ve konumlarının çoğunu kaybetmişler, bu da binlercesinin Avrupa ve Avustralya’ya göç etmesine neden olmuştur.[4] Sayısal düşüşe rağmen Ermeni kurumları özellikle Zahir Mahallesi’nde günümüzde hâlâ aktiftir. Ermeni Kilisesi, okullar ve dernekler, bu özgün azınlığın kolektif hafızasını yansıtan sembolik ve eğitsel varlıklarını bir ölçüde sürdürmektedir.
Ermenilerin Kamu Politikaları ve Ulusal Yapıdaki Konumu
Mısır’daki Ermeniler, 20. yüzyıl boyunca sağlam ve organize bir topluluk oluşturup geniş bir sosyal kabul görmelerine rağmen, devlet yapısı içindeki konumları yasal ve siyasi açıdan marjinal kalmıştır. Mısır devleti Ermenileri ayrı bir dinî grup olarak resmî bir sınıflandırmaya dâhil etmemiş, aksine onları “Mısırlı olmayan Hristiyan cemaatler” kapsamına almıştır. Bu, Kıpti olmayan azınlıkların yasal kimlik sorunlarını yansıtan, eksik bir sınıflandırmadır.
Eğitim açısından Ermeniler, resmî lisanslar alan ancak bilhassa 1960’larda uygulanan Araplaştırma kararlarından sonra Milli Eğitim Bakanlığı’nın denetimine giren kendi okullarını kurmuşlardır. Kişisel hâller konusunda ise Ermeni Ortodoks Kilisesi evlilik ve boşanma işlerini kendi geleneklerine göre yürütmüştür ve bu durum günümüzde de devam etmektedir. Ancak Kıpti Kilisesi’nin aksine açık bir anayasal tanınmaya sahip değildir.
Siyasi alanda, Ermenilerin ne parlamentoda ne de danışma meclislerinde resmî bir temsiliyeti olmamıştır. Ancak bazı bireylerinin kültürel ve mesleki hareketlere, özellikle matbaacılık ve gazetecilik alanında katılımları bilinmektedir. Ermeni topluluğu, işlevselden çok sembolik bir konumda bırakılmış, bazen çok sesliliği kutlamak için anılmış ancak karar alma mekanizmalarında fiilen dışlanmıştır.
Günümüzde, sayısal düşüşe rağmen devlet Ermeni topluluğuyla diplomatik ve kültürel ilişkilerini sürdürmektedir. Özellikle Kahire ile Erivan arasındaki karmaşık bölgesel konulardaki, Türkiye ile ilişkiler ve Doğu Akdeniz meseleleri de dâhil olmak üzere, artan ilişkiler göz önüne alındığında bu topluluk Mısır’ın çeşitliliğinin sembolik bir boyutunu temsil etmektedir.
Rum Ortodokslar: Limanın Yunanlıları ve Kültürler Arası Kimlik
Mısır’daki Rum Ortodokslar, Bizans geleneğine ait Yunan Ortodoks Kilisesi’nin takipçileridir ve Doğu Hristiyan dünyasının en eski apostolik makamlarından biri olan İskenderiye Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne bağlıdırlar.[5] Kilise esasen dinî bir kurum olsa da Mısır’daki takipçileri, özellikle on dokuzuncu yüzyılda Yunan adalarından veya Anadolu’dan gelen birçok kişinin etnik kökeni nedeniyle genellikle Yunan kimliğiyle ilişkilendirilmişlerdir.
Fotoğraf 2: Çağdaş İskenderiye Rum Ortodoks Patrikhanesi-Patrik Theodoros II
Kaynak: Orthodox Times,
Mısır ekonomisini modernize etmeyi ve yabancı uzmanlara alan açmayı hedefleyen Muhammed Ali döneminde Rum varlığı Mısır’da artmıştır. Muhammed Ali Yunanlılara geniş imtiyazlar vermiş ve özellikle Yunanistan’ın Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklanmasından (1821) sonra Mısır’a göçlerini teşvik etmiştir. Ticaret, bankacılık, tütün endüstrisi, değirmencilik ve denizcilik sektörlerinde aktif bir sınıf oluşturmuşlardır. Özellikle İskenderiye’deki Yunanlılar önemli bir etki yaratmış, hatta şehirdeki Yunan nüfus yoğunluğu ve kültürel kurumları nedeniyle bazı mahalleleri “Küçük Atina” olarak anılmıştır.
Rum Ortodokslar okullar, kütüphaneler ve gazeteler (Yunanca “Ta Nea” gazetesi gibi) kurmuş, spor ve sosyal kulüpler ağının yanı sıra kültürel ve bilimsel yaşamda etkili bir rol oynamışlardır.[6] Bu topluluk, Rumca dinî ve eğitimsel yaşamın devamlılığını sağlayan Patrikhane kurumu aracılığıyla dinî özgünlüğünü korumuştur. Ayrıca, bazı Rum şahsiyetler konsolosluk ve ekonomik alanda önemli roller üstlenerek onları Mısır Krallığı’ndaki çok kültürlü elitin önemli bir bileşeni hâline getirmiştir.
Fotoğraf 3: 1964 Yılında Port Said’deki Yunan Okulu’ndan Bir Kare
Kaynak: Alpheratz Magazine
Ancak, 20. yüzyılın ortalarındaki dönüşümler, özellikle 1952 devrimi ve ardından 1956 Süveyş Kanalı krizi, Rum varlığını Mısır’da şiddetle etkilemiştir.[7] Kamulaştırma politikalarının uygulanmasıyla birçok Rum mülklerini kaybetmiş ve Avrupa’ya, özellikle Yunanistan, Kıbrıs ve Avustralya’ya göç etmek zorunda kalmışlardır. Tahminler, Mısır’daki Rum Ortodoks sayısının 1940’lardaki yaklaşık 100 binden bugün sadece birkaç bine düştüğünü göstermektedir. Çoğunluğu Kahire ve İskenderiye’de yoğunlaşmış olup zengin ve karmaşık bir geçmişi yansıtan sınırlı sayıda kilise ve topluluk kurumunu sürdürmektedirler.
Rum Ortodoksların deneyimi, çoğunluk içinde tamamen erimeden ekonomik ve kültürel olarak entegre olabilen, bir buçuk asır boyunca mezhepsel ve dilsel kimliğini koruyan, ancak siyasi ve sosyal koşulların değişmesiyle etki ve nüfuzdan ziyade küçülme ve sembolik bir konuma itilen bir göçmen toplumunun klasik bir örneğidir.
Rum Ortodoksların Kamu Politikaları ve Ulusal Yapıdaki Konumu
Mısır’daki Rum Ortodokslar, dinî tanınma ile örtük etnik sınıflandırma arasında karmaşık bir konum işgal etmektedir. Ülkedeki en eski Hristiyan topluluklardan biri olmalarına rağmen Kıpti Ortodoks Kilisesi’nde olduğu gibi yasal ve anayasal çerçevede ana bir ulusal bileşen olarak ele alınmamaktadırlar. Aksine, Yunan kökenleri nedeniyle nesiller boyu Mısır’da doğup büyümüş olsalar bile, çoğu zaman “yabancı Hristiyanlar” kategorisinde değerlendirilmektedirler.
Yunan Ortodoks Kilisesi, siyasi diyaloglarda veya dinî konseylerde resmî bir temsil elde edememiş, ancak özellikle kişisel hâller ve dinî eğitim konularında iç işlerinin yönetiminde görece bir bağımsızlık sağlamıştır. İskenderiye’deki Yunan Okulu gibi okullar resmî lisanslara sahip olsa da 1960’lar ve sonrasında uygulanan Araplaştırma ve düzenleme politikalarına maruz kalmış, bu da genel eğitim alanında Yunancanın varlığını azaltmıştır.
Ulusal kimlik düzeyinde ise Rum Ortodokslar, iki yönlü bir çıkmazla karşılaşmışlardır: Bir yandan, birçok mensubu Mısır’ın ekonomik ve sosyal alanına entegre olmuş diğer yandan da Yunanistan ve Konstantinopolis Patrikhanesi ile olan tarihî bağlantıları nedeniyle potansiyel bir dış uzantı olarak görülmeye devam etmişlerdir. Yunanlıların sahip olduğu şirketlerin ve çıkarların kamulaştırılmasından sonra bu uçurum daha da derinleşmiş, bu da bu topluluğun ekonomik ortak konumundan ziyade daha sembolik bir konuma gerilemesine yol açmıştır.
Son yıllarda, Rum Ortodoksların kurumsal varlığı, küçülen bir topluluğa hizmet eden az sayıda kilise ve dernekle sınırlı kalmıştır. Ancak yine de Yunanistan’daki ana kilise ile aktif kültürel ve ruhani ilişkilerini sürdürmektedirler. Kamu politikalarındaki konumları, Mısır devletinin söylemde çok sesliliği göstermek ile pratikte dinî-ulusal modelin merkeziliğini korumak arasında korumaya çalıştığı hassas denge hâlinin bir yansıması olarak görülebilir.[8]
Maruniler: Sınırları Aşan Lübnan Eliti
Maruniler, kendine özgü ayinleri olan ancak Vatikan’a bağlı bir Doğu Katolik Kilisesi olan Maruni Kilisesi’nin takipçileridir. Marunilik, 4. ve 5. yüzyıllarda Lübnan dağlarında ortaya çıkmış ve Asi bölgesinde etkili bir çileci yaşam süren Aziz Marun’a atfedilmiştir. Maruniler, mezhep ve kimlik arasında benzersiz bir ilişkiyle öne çıkmıştır. Cemaatleri, ailevi ve kırsal uzantıları olan sıkı sıkıya bağlı bir dinî grup olarak şekillenmiştir. Osmanlı tarihi boyunca kilise ve nispi siyasi bağımsızlığı koruyan müstahkem bir bölge olarak Lübnan dağlık alanı ile ilişkilendirilmiştir.
Maruniler Mısır’a, 19. yüzyılda Lübnan Dağı’ndaki iç savaşların tırmanması ve Mısır’ın bölgedeki ekonomik rolünün genişlemesiyle eş zamanlı olarak girmişlerdir. Özellikle matbaacılık, eğitim ve gazetecilik alanlarında Mısır sivil yaşamına yüksek derecede aktif bir şekilde katılmışlardır. Birçok öncü gazete ve derginin kuruluşuna katkıda bulunmuşlar, Yusuf İlyas Sarkis, Edib İshak ve diğerleri gibi Maruni isimler düşünce ve kültür çevrelerinde öne çıkmışlardır.
Maruniler, Arap milliyetçi bilincinin yayılmasında rol oynayan kültürel dernekler ve matbaalar aracılığıyla Mısır’da Arap Rönesansı’nı desteklemişlerdir.[9] Eğitimli orta sınıfın bir parçasını oluşturmuşlar ve diğer bazı grupların aksine kapalı veya ayrı bir cemaat oluşturmaya çalışmadan Krallık dönemi iktidar elitleriyle yakın ilişkilere sahip olmuşlardır.
1952 devriminden sonra devletin kimliğinde yaşanan dönüşüm ve kamulaştırma politikalarının artmasıyla birlikte, Maruni varlığı belirgin şekilde azaldı. Maruni ailelerin bir kısmı Lübnan’a veya Avrupa’ya göç ederken bir kısmı ise Mısır’da kalmaya devam etti; ancak kurumsal varlık açısından geniş çaplı bir mevcudiyet sürdürülemedi. Buna rağmen, Heliopolis’teki Mar Maron Kilisesi, cemaatin sembolik merkezi olmayı sürdürmektedir.[10] Ayrıca bazı kültürel ve hayır amaçlı dernekler ile okullar da bu varlığın parçalarıdır.
Fotoğraf 4: Heliopolis’teki Maruni Patrikhanesi’nde Aziz Marun Bayramı Ayini (2025)
Kaynak: Sada Elbalad Gazetesi
Mısır’daki Maruni deneyimi, sayıca sınırlı olsa da kültürel açıdan entegre olmuş ve entelektüel düzeyde etkili bir dinî azınlık modeli sunmaktadır. Bu örnek, etkinin sadece numerik büyüklükle değil, toplumsal ve kültürel alanlardaki etkiyle ölçülmesi gerektiğini göstermektedir.
Marunilerin Kamu Politikaları ve Ulusal Yapıdaki Konumu
Ermenilerin ve Rum Ortodoksların aksine Mısır’daki Maruniler, Mısır devleti tarafından tanınan bağımsız bir yasal statüye veya resmî dinî temsile sahip olmamışlardır. Bu durum, sayıca sınırlı ve kurumsal olmayan varlıklarından, kültürel ve sivil yapıya hızlı entegrasyonlarından ve bağımsız bir mezhepsel varlık oluşturma konusunda toplu bir aciliyetin bulunmamasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, kamu politikaları onlara özel bir yasal düzenleme ayırmamış, aksine onları yasal ve kültürel olarak belirsiz bir sınıflandırma olan “Lübnan kökenli Katolik Hristiyanlar” genel kapsamına dâhil etmiştir.
Eğitim düzeyinde, Mısır’daki Maruniler açıkça mezhepsel nitelik taşıyan resmî okullara sahip olmamışlardır. Çocukları genellikle Fransız veya karma Katolik okullarına, örneğin rahibe okullarına ve Latin okullarına gitmişlerdir. Bu okullar, belirgin bir mezhepsel ayrım olmaksızın eğitimli orta sınıfın çocuklarını bünyelerine katmışlardır. Kişisel hâller konusunda ise Kahire’deki Maruni Kilisesi (özellikle Aziz Yusuf Kilisesi), evlilik ve boşanmanın belgelendirilmesiyle ilgili sınırlar içinde Mısır makamlarıyla ilişki kurmuş, ancak geniş bir yasama etkisi olmamıştır.
Marunilerin Mısır’da toplu bir siyasi faaliyeti bilinmemektedir. Etkileri kültürel ve entelektüel varlıkları aracılığıyla bireysel düzeyde olmuştur. Bu durum, herhangi bir siyasi veya dinî hassasiyet yaratmadan sosyal olarak kabul görmelerini sağlamıştır. Bu “sınırlı elit” varlığı durumu, onları Mısır toplumunun sivil dokusunun bir parçası hâline getirmiş, açık bir marjinalleşmeye veya yasal ayrımcılığa maruz kalmamışlardır. Ancak, sembolik olarak tanınmalarına rağmen kamu politikalarından işlevsel olarak dışlanmışlardır.
Dış ilişkiler açısından, Marunilerin Mısır’ın Lübnan’a yönelik politikasının belirlenmesinde bir rolleri olmamıştır. Ancak Kahire ile Beyrut arasındaki yakın ilişkilerden, özellikle Nâsır döneminde Mısır’ın Maruni düşünürlerin de katıldığı Arap Rönesansı’nın merkezi olduğu dönemde faydalanmışlardır. Böylece Maruni topluluğu bir mezhep olarak değil, modern Arap aydınlanmasında derin kökleri olan Lübnanlı bir elitin bireysel bir uzantısı olarak sembolik bir kültürel konumda kalmıştır.
Mısır Bağlamında Üç Azınlık
Ermeniler, Rum Ortodokslar ve Marunilerin Mısır toplumundaki deneyimlerini incelerken bir yandan kültürel özgünlük, diğer yandan ise genel siyasi bağlam arasında ortak bir etkileşim örüntüsü ortaya çıkmaktadır. Etnik ve mezhepsel kökenleri farklı olsa da bu topluluklar modern devlet yapısı içinde kimliklerini koruma çabalarında farklı derecelerde entegrasyonla kesişmişlerdir.
Nüfus ve kurumsal yapı açısından Ermeniler; okullar, gazeteler ve özel nitelikli kiliseler gibi bağımsız kurumlar inşa etme konusunda daha örgütlüdür. Bu da onlara çift etnik ve dinî kimliklerini koruma imkânı vermiştir. Buna karşın Rum Ortodokslar, Yunan Patrikhanesi’ne bağlı güçlü dinî kurumları ve belirli mahallelerdeki yoğunlaşmalarıyla öne çıkmış, bu da onların bütünlüğünü pekiştirmiştir. Maruniler ise sayıca az olmalarına rağmen Mısır kültürel yaşamına daha hızlı entegre olmuş ve Levant’taki Arap Rönesansı ile olan bağlarından faydalanmışlardır.
Devletle ilişkileri açısından, üç topluluk da özellikle Muhammed Ali dönemi ve sonrasındaki liberal açıklık dönemlerinden yararlanmıştır. Bu dönemlerde kendilerine hukuki ve sosyal imtiyazlar tanınmış, bu da onların refah içinde yaşamalarını sağlamıştır. Ancak bu ilişki, 1952 Temmuz Devrimi’nin ardından radikal değişikliklere uğramıştır. Kamulaştırma ve Araplaştırma politikaları, bu toplulukların nüfuzunun azalmasına, göç veya içe kapanma nedeniyle sayısal varlıklarının gerilemesine yol açmıştır.
Ekonomik ve sosyal açıdan bu azınlıklar, büyük şehirlerin, özellikle de İskenderiye ve Kahire’nin ticari ve kültürel rönesansına katkıda bulunmuşlardır. Bu topluluklar, gazetecilik, matbaacılık, eğitim ve bazı endüstrilerde etkileme kapasitesine sahip olduklarını göstermişlerdir. Ancak siyasi alandaki varlıkları, çoğunlukla iç çekinceler veya dış kısıtlamalar nedeniyle sınırlı kalmıştır.
Bölgesel ilişkiler açısından, bu toplulukların varlığı Mısır’ın dış ilişkilerinin, özellikle Ermenistan, Lübnan ve Yunanistan ile olan ilişkilerinin kültürel ve siyasi bir uzantısını oluşturmuştur.[11] Özellikle Ermeniler söz konusu olduğunda, tarihsel olaylara dair farklı anlatımlar ve bunların yarattığı hassasiyet, sembolik söylem veya kültürel destek açısından bazı dönemlerde Mısır’ın Türkiye ile ilişkilerine yansımıştır. Böylece, bu azınlıkların incelenmesi, özgünlük ile açıklık, ulusal iç dinamikler ile bölgesel uzantı arasında karmaşık bir etkileşimi ortaya koymaktadır. Bu da onları Mısır’ın modern tarihi ve çeşitliliğini daha derinlemesine anlamak için önemli bir anahtar hâline getirmektedir.
2011 Sonrası Dönüşümler
2011 Ocak Devrimi, Mısır’ın yakın tarihinde sadece siyasi yapı düzeyinde değil, aynı zamanda devlet ile toplum ve dolayısıyla dinî ve etnik azınlıklar arasındaki ilişkiler açısından da bir dönüm noktası olmuştur. Devrim sonrası siyasi söylem başlangıçta nispi bir açıklık ve geniş bir vatandaşlık çağrısıyla karakterize olsa da gerçeklik özellikle siyasi kutuplaşmanın tırmanması, İslamcı grupların yükselişi ve ardından güvenlik devletinin merkeziliğine geri dönüşle hızla yeni bir gerilim evresine girmiştir.
Ermeniler için doğrudan bir tehdit olmasa da güvensizlik döneminde (2011-2013) bazı Ermeni kiliseleri saldırı girişimlerine maruz kalmıştır. Gazeteci Nevin Messaad, Mısır’daki siyasi dönüşümlerin Müslüman olmayan gruplar üzerindeki etkileri üzerine yaptığı bir çalışmada buna değinmiştir. Bu durum, bazı Ermeni kurumlarını faaliyetlerini kısıtlamaya veya geçici olarak geri çekilmeye itmiş, ancak yeni bir göç dalgasına yol açmamış; Ermeni varlığı büyük ölçüde sembolik ve istikrarlı kalmıştır.[12]
Rum Ortodokslar ise özellikle genel özgürlüklerin azalması ve bu topluluğun geleneksel olarak ait olduğu ticari ve toplumsal sınıfları etkileyen ekonomik durumun zorlaşması nedeniyle varlıklarında ek bir azalma yaşamışlardır. Araştırmacı Sotiris Roussos, 2011 sonrası dönemin bu topluluk için yeni bir ufuk açmadığını aksine, özellikle devletin İslam-ulusal kimlik meseleleriyle meşgul olmasıyla sembolik izolasyonlarını derinleştirdiğini belirtmiştir.[13]
Maruniler ise doğrudan sonuçlardan nispeten uzak kalmışlar ancak diğerleri gibi resmî olmayan kültürel ifadenin kamusal alanda kısıtlanmasından etkilenmişlerdir. Özellikle bazı Marunilerin aktif olduğu bağımsız kültürel girişimlere kurumsal desteğin azalması bu durumu pekiştirmiştir. Ayrıca, konumlarını güçlendirebilecek Lübnan-Mısır ilişkileri de topluluğun Mısır içindeki büyüklüğünü aşan siyasi mülahazalarla sınırlı kalmıştır.
2014 yılından itibaren, Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi döneminde Mısır devleti ile Hristiyan topluluklar arasındaki ilişkilerde dikkate değer dönüşümler yaşanmıştır. Bu süreçte, kilise inşasını düzenleyen ilk yasal çerçeve olan Kilise İnşa Yasası 2016 yılında kabul edilmiş ve uzun süredir resmî izni olmayan yüzlerce kilisenin durumu yasallaştırılmıştır. Ayrıca, başkent idari bölgesinde inşa edilen yeni katedralin açılışı gibi sembolik adımlar da atılmıştır. Dinî bayramlar ve resmî kutlamalar sırasında verilen siyasi mesajlar da “vatandaşlık hakları” ve “ulusal birlik” söylemini güçlendirmiştir.
Fotoğraf 5: Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi ve Kıpti Patriği II. Tovadros, Yeni İdari Başkent’te İnşa Edilen Mesih’in Doğuşu Katedrali’nin Açılışında (2019)
Kaynak: SRPC Digital
Bu adımlar, söz konusu azınlıkların siyasal yapıya gerçek anlamda yeniden entegrasyon sağlamasa da özellikle vatandaşlık hakları ve kurumsal tanınma açısından resmî söylemde önemli bir dönüşümü temsil etmektedir.
Genel olarak 2011 sonrası dönemde bu azınlıkların ulusal yapıya gerçek bir yeniden entegrasyonu yaşanmamış, Goldschmidt’in Orta Doğu’daki cumhuriyetçi rejimlerde azınlıkların seyrine ilişkin okumasında belirttiği gibi, çoğu zaman genel söylemde anılan ancak fiilî siyaset dinamiklerinden dışlanan sembolik bir konumda kalmışlardır.[14]
Sonuç: Mısır Vakıasının Özgünlüğü
Mısır’daki Ermeniler, Rum Ortodokslar ve Marunilerin varlığının izini sürmek, bu toplulukların merkezî bir sosyal alanda uyum sağlayabildiğini ve özellikle 20. yüzyılın ilk yarısında, farklı derecelerde belirgin kültürel ve ekonomik izler bırakmayı başardığını göstermektedir. Kamulaştırma politikalarından ulusal kimliğin yeniden tanımlanmasına kadar Mısır devletinin geçirdiği büyük dönüşümlerle bu sayısal ve örgütsel varlık azalmış ancak sembolik ve genel kültürel alandan tamamen kaybolmamıştır.
Ancak, diğer birçok bölgesel bağlamda yaygın olanın aksine, Mısır vakıası mezhepsel olmayan bir karaktere sahip olmuştur. Bu karakter, dinî veya etnik kimliklere göre genel ulusal aidiyeti ön planda tutmuş, bu da Mısır’da “azınlık” kavramını siyasi bir sınıflandırmadan çok kültürel-sosyal bir tanımlamaya daha yakın, daha az keskin bir kavram hâline getirmiştir. Bu topluluklar bugün baskı grupları oluşturmamakta, ayrıcalıklar talep etmemekte, aksine devlet ve toplum yapısına sessizce entegre olmakta veya kurumsal temsil teşviklerinin yokluğunda gönüllü olarak geri çekilmeyi tercih etmektedirler.
Bu açıdan bakıldığında Mısır, farklı bir çeşitlilik modeli sunmaktadır. Bu model, kota veya mezhepsel müzakerelere dayanmamakta, aksine marjinalleşme veya küçülme anları olsa da uzun entegrasyon geleneklerine dayanmaktadır. Bu özgünlük, araştırmacının Mısır’daki devlet ile farklı kültürel bileşenler arasındaki ilişkinin doğasını çatışma ve çekişmeli kimlik kalıplarından uzak bir şekilde anlamasını sağlamaktadır. Bugün bu toplulukların bazılarının varlığı azalmış olsa da ulusal kimliğin oluşumunu ve modern Mısır’ı tarihinde önemli anlarda ayırt eden açıklık ve çeşitlilik tarihini anlamak için onların varlığını hâlâ hatırlamak gerekmektedir.
Muhammed Ata, Mısır araştırmacısıdır.
[1] Raymond, André. Cairo: City of History, American University in Cairo Press, 2001, s. 112.
[2] Ter Minassian, Taline. “The Armenian Community of Egypt: Between Homeland and Diaspora.” Diaspora: A Journal of Transnational Studies, cilt 9, sayı 1, 2000, s. 102.
[3] Raymond, André. a.g.e., s. 114.
[4] Kévorkian, Raymond. The Armenian Genocide: A Complete History, I.B. Tauris, 2011, s. 410.
[5] Roussos, Sotiris. “The Greek Orthodox Church of Alexandria in the Twentieth Century.” Religion, State & Society, cilt 27, sayı 2, 1999, s. 185.
[6] Ayalon, Ami. “Printing and Publishing in Nineteenth-Century Egypt.” Middle Eastern Studies, cilt 22, sayı 3, 1986, s. 297.
[7] Raymond Kévorkian, The Armenian Genocide: A Complete History, I.B. Tauris, 2011.
[8] Roussos, a.g.e., 1999, s. 187.
[9] Khalaf, Samir. Civil and Uncivil Violence in Lebanon, Columbia University Press, 2002, s. 59.
[10] Taline Ter Minassian, Kahire’deki Maruni Kilisesi (Aziz Yusuf Kilisesi) (Paris: CNRS Editions, 2000), 11.
[11] Shain, Yossi & Barth, Aharon. “Diasporas and International Relations Theory.” International Organization, cilt 57, sayı 3, 2003, s. 451.
[12] Messaad, Nevin. “Mısır’da Siyasal Değişimlerin Gayrimüslimler Üzerindeki Etkileri.” El-Cezire Araştırma Merkezi Raporu, 2013, s. 3.
[13] Roussos, “The Greek Orthodox Church of Alexandria,” s. 191.
[14] Arthur Goldschmidt Jr., Modern Egypt: The Formation of a Nation‑State (Boulder, CO: Westview Press, 2004), s. 191.