21. yüzyılın küreselleşen dünyasında nüfusun azalması, çok sayıda gelişmiş ve gelişmekte olan ülke için birincil tehdit hâline geldi. Özellikle 2000’li yıllardan itibaren yaşanan demografik dönüşüm, küresel rekabette ekonomik güç kadar demografik sürdürülebilirliği de stratejik bir faktör hâline getirdi. Avrupa ülkelerinin ardından, Asya kıtasında da birçok ülke demografik zorlukların etkisini hissetmeye başladı. Yakın geçmişe kadar dünya nüfusunun %17,8’sini oluşturan ve küresel ekonominin üretim merkezi (manufacturing hub) olarak anılan Çin, doğurganlık oranlarındaki düşüş ve hızla yaşlanan nüfusu nedeniyle dikkat çekmeye başladı. Bu durum, Çin’in üretime dayalı rekabet üstünlüğünü gelecekte dezavantaja dönüştürebilecek bir risk oluşturmaktadır. Bu çalışmada, Çin’in demografik düşüşünün temel nedenleri incelenip tarihsel süreç içinde benimsenen nüfus politikaları analiz edilecek, ardından nüfus yapısını şekillendiren sosyal, kültürel ve ekonomik faktörler ele alınacaktır.
Mao Zedong’un Nüfus Stratejisi: Güçlü Çin için İnsan Gücü Vizyonu
1949 yılında komünist devrim ile Çin’in başına geçen Mao Zedong liderliğindeki yönetim, nüfusu stratejik bir kaynak olarak değerlendiriyordu. Mao’ya göre insan gücü, kalkınmanın temel dayanağıydı. Dolayısıyla daha büyük bir nüfus, daha güçlü bir Çin anlamına geliyordu. Mao’nun iktidara gelişiyle birlikte, 1950 yılında Evlilik, Aile ve Vesayet Kanunu (New Marriage Law) Çin Halk Cumhuriyeti’nin ilk yasası olarak yürürlüğe girdi. 1955 yılına kadar yasa, ülke genelinde düzenlenen propaganda kampanyaları ile desteklendi. Yeni Evlilik Yasası ile evlenme yaşı erkekler için 20, kadınlar için 18 olarak düzenlendi; çok eşlilik yasaklandı ve kadınlara boşanma hakkı tanınmış oldu. Ayrıca yasa ile kadınların iş gücüne katıldığı bir yapı benimsenerek hem çocuk sahibi olmaları teşvik edildi hem de ekonomik hayata katılımlarının önü açıldı. Bu düzenlemeler sayesinde, evlilikler daha istikrarlı bir yapıya kavuştu. 1949 yılında Çin’in nüfusu yaklaşık olarak 540 milyon iken 1953 yılında gerçekleştirilen ilk nüfus sayımının ardından nüfus yaklaşık 582 milyon olarak tespit edildi.
Ancak bu dönemin devamında 1958-1962 yılları arasında tarım ve sanayide hızlı üretim artışını hedefleyen Büyük İleri Atılım Politikası, trajik sonuçlar doğurdu. Tarımsal üretimin abartılı raporlanması ve merkezi yönetimin hatalı uygulamaları nedeniyle kırsal bölgelerde büyük kıtlıklar yaşandı, bazı kaynakların verilerine göre yaklaşık 15 ila 45 milyon insan hayatını kaybetti. Büyük İleri Atılım sonrası yaşanan ağır insani ve ekonomik kriz, nüfus artışına yönelik bakış açısında kısmi bir değişime yol açtı. Her ne kadar yaşanan kıtlık, doğrudan nüfus artış hızını belirlemese de devletin artan nüfusu besleme ve kaynakları etkin yönetme kapasitesine dair ciddi endişelere neden oldu. Bu tecrübe, gelecek dönemde nüfusun sınırlanmasına yönelik politikanın oluşmasına zemin hazırladı. Nitekim 1960’lı yılların sonlarına gelindiğinde, Çinli yetkililer aşırı nüfus artışının kontrol altına alınması gerektiğini tartışmaya başlamış; bu tartışmalar, Mao’nun 1976’daki ölümünden sonra hız kazanarak 1979 yılında tek çocuk politikasının uygulamaya konulmasıyla sonuçlanmıştır.
Fotoğraf 1: Büyük Çin Kıtlığı (1959-1961), Büyük Kıtlık Döneminde Yiyecek Kuyruğunda Bekleyen Çocuklar
Kaynak: Onedio.
Tek Çocuk Politikası: Demografik Dönüşüm ve Beklenmedik Sonuçlar
1970’lerin sonlarına doğru Çin hükümeti, hızlı nüfus artışının yol açtığı ekonomik ve sosyal krizleri gidermek amacıyla kapsamlı bir doğum kontrol politikası uyguladı. Artan nüfus, Mao döneminin aksine, Deng Xiaoping liderliğindeki yeni yönetim tarafından tehdit olarak görülüyor, kaynakların uzun vadeli kullanımını engelleyen bir unsur olarak değerlendiriliyordu. Bu kaygılar neticesinde, 1979 yılında tek çocuk politikası yürürlüğe girdi. Politika kapsamında tek çocuk sahibi ailelere teşvik amaçlı nakit yardımlar sağlandı, sosyal hizmetlere öncelikli erişim hakları verildi. Ancak politika yalnızca teşviklerle sınırlı kalmadı, devlet tarafından sert yaptırımlarla desteklendi. Birden fazla çocuk sahibi olan ailelere, çoğu zaman gelir düzeylerini aşan para cezaları kesildi ve idari baskılar ile karşı karşıya bırakıldılar. Devlet yetkilileri, doğum kontrol politikalarını halk arasında yaygınlaştırmak için doğum planlama komisyonları kurdu, böylelikle halkın sürekli gözetim ve baskı altında tutulduğu bir sistem inşa edildi. Öyle ki ülke refahının sürdürülebilirliği için az çocuk sahibi olmanın gerekliliğine dikkat çeken posterler yayınlandı. Bu posterlerde “Carry out birth planning for the revolution” (Devrim için doğum planlamasını gerçekleştirin) şeklinde mesajlar vurgulanıp, dönemin devlet kontrolündeki medya organları ve yayınevleri tarafından halka ulaştırıldı.
Görsel 1: Çin’de Aile Planlamasını Teşvik Eden Propaganda Posteri: “Devrim İçin Doğum Planlamasını Gerçekleştirin”
Kaynak: Chineseposters.net.
Hükümet, çocuk sahibi olabilmek için devlet kurumlarından resmi izin alma zorunluluğu getirdi; izinsiz doğan çocuklara hem yasal hem sosyal yaptırımlar uyguladı. Bunun ötesinde, kadınlara zorla kürtaj ve kısırlaştırma uygulamaları yapıldı.
Bu uygulamalar, kadınların bedenleri üzerinde devletin aşırı denetim kurması nedeniyle eleştirilere konu oldu. Politika kapsamında her ailenin yalnızca bir çocuk sahibi olması teşvik edilerek belirli istisnalar dışında ikinci çocuk izni verilmedi. Yalnızca ilk çocuğu kız olan bazı ailelere, erkek çocuk doğurma ihtimaline dayanarak ikinci çocuk izni tanındı. Bu durum, üretim ve soy devamlılığını sağladığı gerekçesiyle erkek çocuk tercihinin yaygın olduğu Çin toplumunda, kız çocuklarına yönelik ayrımcı tutumların artmasına yol açtı. Cinsiyete dayalı kürtajlar ve kız çocukların yetimhanelere bırakılması gibi durumlar ortaya çıktı. Zamanla ülkedeki erkek-kız çocuk oranlarında ciddi bir orantısızlık meydana geldi ve bu durum ülkede cinsiyet dengesizliğine yol açtı. Tek çocuk politikası, hedeflenen bazı beklentileri karşılamış olsa da Çin’in demografik yapısında hızlı bir yaşlanmaya neden oldu. Genç iş gücü oranının düşmesi ile birlikte ekonomik büyüme olumsuz etkilendi. Bu gelişmeler sonucunda artan endişeler, yönetimi tek çocuk politikasını sonlandırarak 2016 yılında iki çocuk politikasına geçmeye sevk etti.
Grafik 1: Çin’de 1979 Yılında Başlayan Tek Çocuk Politikası ile 2016 Yılında Yürürlüğe Giren İki Çocuk Politikasının Erkek ve Kadın Nüfus Üzerindeki Etkisi
Kaynak: China Statiscical Yearbook.
İki Çocuk Politikası: Yeni Arayışlar
Tek çocuk politikasının olumsuz sonuçları, 2000’li yılların ortalarından itibaren Çin yönetiminde ciddi endişelere yol açtı. Hızla yaşlanan nüfus, azalan genç iş gücü ve gittikçe belirginleşen cinsiyet dengesizliği gibi sorunlar, ülke ekonomisini ve toplumsal istikrarını tehdit eder hâle geldi. Bununla birlikte, bireysel özgürlük taleplerinin güçlenmesi, kamuoyunda uygulamanın sona erdirilmesine yönelik talebi güçlendirdi. Bu sorunlara karşılık olarak Çin hükümeti, 2015 yılı sonunda tek çocuk politikasını sona erdirerek 2016 yılı itibarıyla iki çocuk politikasını yürürlüğe koydu. Bu yeni politika ile birlikte çiftlerin iki çocuk sahibi olmasına izin verildi ve daha önce ilk çocuğu kız olan ailelere tanınan ikinci çocuk hakkı genelleştirildi. Doğum kontrol uygulamaları tamamen kaldırılmasa da ikinci çocuğa izin verilerek kurallar yumuşatıldı. Ancak, tek çocuk politikasının bir sonucu olarak ortaya çıkan ve “4+1 modeli” olarak tanımlanan aile yapısı yeni sorunlara zemin hazırladı. Her çiftin yalnızca bir çocuğa sahip olması, o çocuğun dört büyüğünün (iki ebeveyn ve iki büyükbaba/büyükanne) bakımını tek başına üstlenmesini gerektirdi. Bu durum, yaşlanan nüfusun oluşturduğu bakım yükünü artırarak toplumsal ve ekonomik zorluklar doğurdu. İki çocuk politikası ile bu sorunlara çözüm aranmış olsa da artan yaşam maliyetleri ve eşit ekonomik koşulların olmayışı, çiftlerin çocuk sahibi olma konusundaki görüşlerini “ekonomik yük” algısıyla paralel hâle getirdi. Nüfusun sürdürülebilirliği için gerekli olan doğurganlık oranına ulaşılamaması üzerine Çin hükümeti, 2021 yılında üç çocuk politikasına geçiş yaparak yeni bir doğum teşvik hamlesi başlatmak zorunda kaldı.
Grafik 2: Çin’in 2000-2002 Yılları Arasındaki Doğurganlık Oranı
Kaynak: OECD.
Üç Çocuk Politikası ve Sonrası (2021- )
İki çocuk politikasının beklenen doğurganlık artışını sağlayamaması, Çin yönetimini daha kapsamlı adımlar atmaya zorladı. Bu nedenle hükümet 2021 yılında üç çocuk politikasını ilan etti. Yeni düzenleme ile birlikte tüm çiftlere üç çocuk sahibi olma izni tanındı. Eski cezai yaptırımlar kaldırılıp yeni destek politikaları devreye sokuldu. Bu kapsamda, doğum teşviklerini artırmak için kreş ve anaokulu imkanları geliştirildi, eğitim ve sağlık giderlerini sübvanse edildi ve kadınların doğum sonrası iş gücüne dönüşlerini kolaylaştıracak iş kanunu reformları uygulandı. Ancak üç çocuk politikası da toplumsal düzeyde beklenilen güçlü karşılığı bulamadı. Özellikle büyük şehirlerde yaşayan genç çiftler arasında çocuk sahibi olma isteksizliği ortaya çıktı. Bu durumun arkasında tek çocuk politikasının ortaya çıkardığı bireysel yaşam tarzı, çocuk bakımının getirdiği maliyetler ve kadınların kariyer beklentileri etkili oldu. Çin Ulusal İstatistik Bürosunun verilerine göre 2022 yılı büyük kıtlığın son yılından bu yana nüfus düşüşünün ilk kez gözlemlendiği yıl oldu. Doğal nüfus artış hızının negatif seyretmeye başlaması, ülkenin hem uluslararası rekabet gücünü ve hem de iç pazar büyüklüğünü tehdit eder hâle geldi. Öte yandan, 60 yaş ve üzeri nüfusun toplam nüfus içindeki oranı %18,7’ye yükselerek sosyal güvenlik sistemine de ağır bir yük bindirmeye başladı.
Grafik 3: 1962’den 2022 Yılına Kadar Çin’in Nüfus Değişimi
Kaynak: Anadolu Ajansı.
Çin’in Demografik Geleceği
Çin’in geçmiş nüfus politikaları, üç ana dönemde incelenmiştir: İlk dönem 1949-1979 yılları arasında, Mao Zedong liderliğinde şekillenmiş ve bu süreçte nüfus, kalkınma için önemli bir dayanak olarak değerlendirilmiştir. İkinci dönemde ise beklenenden hızlı seyreden nüfus artışının yol açtığı sosyal ve ekonomik krizlerin önüne geçebilmek amacıyla 1979 yılında “Tek Çocuk Politikası” yürürlüğe konmuştur. Hükümet, tek çocuk sahibi olan aileleri çeşitli teşviklerle desteklemiş; aynı zamanda nüfus artışını sınırlamak için kısıtlayıcı önlemler uygulamıştır. Üçüncü dönem, 2016 yılında yürürlüğe giren iki çocuk politikası ile başlamış ancak nüfus artışındaki düşüş ve yaşlanan nüfusun oluşturduğu sorunlardan ötürü 2021 yılında üç çocuk politikası ilan edilmiştir. Bu dönemle birlikte, geçmişte uygulanan cezai yaptırımlar kaldırılmış; bunun yerine doğum oranlarını artırmayı teşvik eden destekler ön plana çıkmıştır. Bu tarihsel nüfus politikalarının oluşturduğu demografik durum, Çin’in güncel ekonomik ve stratejik pozisyonuna doğrudan etkilidir.
Asya-Pasifik ülkelerinin küresel rekabetin yeni merkezi olarak öne çıktığı bir dönemde, Çin’in bölgedeki ekonomik ağırlığı dikkat çekmektedir. Giderek belirginleşen ekonomik ve teknolojik gücüyle yalnızca bölgesel değil, küresel ölçekte de stratejik bir aktör olarak öne çıkmaktadır. Pekin yönetimi, özellikle Kuşak ve Yol Girişimi, dijital altyapı yatırımları ve genişleyen ticaret ağlarıyla küresel etki alanını genişletmiştir. Ancak bu yükselişe rağmen Çin de Güney Kore ve Japonya’dan sonra Asya kıtasında demografik sorunlarla karşı karşıya kalan ülkeler arasına girmiştir. Birleşmiş Milletler’in 2022 tarihli World Population Prospects raporuna göre, Çin’in nüfusunun 2100 yılına kadar yaklaşık 770 milyon kişiye kadar gerilemesi bekleniyor.
Nüfusun sabit kalabilmesi için gerekli olan 2,1’lik doğurganlık oranına karşın, Çin’de bu oran 2024 yılı itibarıyla kadın başına yalnızca 1,20 çocuk olarak tahmin edilmektedir. Bu düşüş, evlilik ve doğum oranlarındaki belirgin gerileme ile birlikte değerlendirildiğinde, ekonomik büyüme ve toplumsal sürdürülebilirlik açısından uzun vadeli tehditler içermektedir. Ayrıca 2022 yılı itibarıyla 60 yaş ve üzeri bireylerin oranı %20’yi aşmıştır. Bu oranın 2035 yılına kadar %30’a çıkması beklenmektedir. Nüfus artışı genel olarak düşerken, 65 yaş ve üzeri bireylerin sayısının hızla artması sosyal güvenlik sistemine ve sağlık harcamalarına yönelik mali yükün de giderek artması anlamına gelmektedir. Çin’de bireyler artık hem daha az evlenmekte hem de daha az çocuk sahibi olmaktadır. Yaşlanan nüfusun artması ve iş gücü arzının daralması, ülkeyi derin bir demografik krizle karşı karşıya bırakmıştır. Kırsal-kentsel eşitsizlikler ile mevcut gelir dağılımındaki adaletsizlikler de bu krizin yapısal nedenleri arasında yer almaktadır. Çin’in yaşadığı bu dönüşüm, küresel güç olmanın yalnızca ekonomik göstergelerle ölçülemeyeceğini ortaya koymaktadır. Bugün Pekin, yeni projeleriyle dünyaya açılırken aynı anda, kendi sınırları içinde yeni sorunlar ile yüzleşmektedir. Görünen o ki demografik değişiklikler, yalnızca Çin için değil, dünya genelindeki ekonomik ve toplumsal yapılar için de yeni zorluklar oluşturacaktır.
Grafik 4: Çin’in 2023’ten 2100 Yılına Kadar Tahmini Nüfus Piramidi
Kaynak: Wikipedia.