back to top
Çarşamba, Kasım 12, 2025
Ana SayfaYayınlarAnalizİran’da Sünniler

İran’da Sünniler

Giriş

İran, farklı etnik ve mezhepsel toplulukların birlikte yaşadığı bir ülkedir. Bu toplulukların önemli bir parçası olan Sünniler, daha çok sınır bölgelerinde yaşamaktadır: Batıda Kürt bölgeleri, güneydoğuda Beluç sahası ve kuzeyde Türkmen yerleşimleri bu dağılımın başlıca örnekleridir. Bu coğrafi dağılım iki temel noktayı gösterir: Sünniler ülkenin siyasal ve toplumsal bütünlüğünün doğal bir parçasıdır; ayrıca devlet kurumları ve büyük şehirlerle ilişkilerinde zaman zaman mesafe ve gerginlik oluşturan etkenlerle karşılaşmaktadır. Bu yazı, bu konumu temel alarak İran’daki Sünni toplumun genel bir çerçevesini sunmayı amaçlamaktadır. İlk olarak, Sünnilerin yaşadığı bölgelerin tarihsel arka planı, nüfus eğilimleri ve yerel ekonomik koşulları ele alınacaktır. Ardından, siyasette temsil, katılım yolları ve örgütlenme biçimleri incelenecektir. Son aşamada ise devletin Sünnilere yaklaşımı ve Sünnilerin ibadet, eğitim, temsil ve güvenlik alanlarındaki taleplerine verilen yanıtlar değerlendirilecektir. Bu çerçevenin hukuk, din hizmetleri, eğitim ve güvenlik politikaları üzerinden günlük hayatı nasıl etkilediği açıklanacaktır. Ayrıca “Şii Hilali” olarak bilinen söylemin güvenlik anlayışıyla bağlantısı kısaca ele alınacaktır. Böylece Sünni toplumun ülke içindeki istikrarla ve bölge siyasetindeki gelişmelerle nasıl ilişkilendiği açık biçimde ortaya konulacaktır.

Tarihsel Arka Plan

İran’daki Sünni toplumun güncel hukuki durumu ile ayrımcılık iddialarının sağlam biçimde tartışılabilmesi, tarih içindeki sürekliliklerin ve kopuşların açıkça gösterilmesiyle mümkün olmaktadır. Bugün çoğunlukla Fars‑Şii kimliğiyle anılan bu ülke, yüzyıllar boyunca Sünni İslam ilimlerinin ve kurumlarının önemli merkezlerinden biri olarak birikim sağlamış bir coğrafya olarak öne çıkmaktadır.

16. yüzyıla kadar İran, Sünni İslam düşüncesinin başlıca merkezlerinden biri olarak görülmektedir. Nişabur, Rey ve İsfahan gibi şehirlerde hadis, tefsir, fıkıh ve kelam alanlarındaki çalışmalar güçlüdür. Medrese ağı ve vakıf sistemi bu üretimi sürekli kılmaktadır. İsnad‑tabakat geleneği (rivayet zinciri ve âlim biyografileri) de bu kurumsal sürekliliği desteklemektedir. Horasan–Mâverâünnehir ile Irak–Suriye hattındaki ilmi hareketlilik kesintisiz sürmektedir. Bu dolaşım, Şafiî ve Hanefî birikimini canlı tutmaktadır. Bu tarihsel zemin, Sünniliğin bölgenin dini bilgi dünyasına ve kurumlarına yaptığı katkıyı göstermektedir. Ayrıca bu tarihsel temel, bugünkü tartışmalar için sağlam bir başlangıç noktası da sunmaktadır.[1]

16. yüzyılın başında Safevîlerin yükselişiyle birlikte On İki İmam Şiiliği resmî mezhep hâline gelmiş; buna paralel olarak merkezileşme politikaları doğrultusunda şer‘î yargı yeniden düzenlenmiştir. Bu düzenlemenin bir sonucu olarak vakıf gelirleri ve medrese ağı değiştirilmiş, böylece kalıcı bir mezhepsel düzen kurulmuştur. Bu dönüşüm, doğal olarak, Sünni kurumlar ve din âlimleri üzerinde baskı ve yerini başka yapılarla doldurma (ikame) uygulamalarının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Uygulamalar bölgelere ve dönemlere göre değişiklik göstermiştir; ancak genel gidişat değişmemiştir. Sünniler, uzun süre devam eden bir denetim düzeni altında, zamanla ve adım adım statü kaybetmeye devam etmiştir. Nihayetinde o dönemde yapılan değişiklikler, günümüzde görülen güvenlik odaklı ve idari uygulamaların tarihsel temelini oluşturmuştur.

Demografik ve Mezhebî Profil

Günümüzde Sünniler resmî istatistiklerde ayrı bir başlık altında gösterilmemektedir. Güvenilir kaynaklar esas alındığında, Sünnilerin ülke nüfusunda önemli bir azınlık olduğu kabul edilmektedir. Sünnilerin yerleşimi daha çok sınır bölgelerinde yoğunlaşmaktadır. Sistan‑Belucistan’da çoğunlukla Hanefî mezhebine mensup Beluçlar yaşamaktadır. Batı Azerbaycan ve çevresinde Şafiî mezhebine mensup Kürtler öne çıkmaktadır. Gülistan ve Kuzey Horasan’da ise Hanefî mezhebine mensup Türkmenler ve farklı grupların birlikte yaşadığı yerler bulunmaktadır. Şehir merkezi ile dış mahalleler farklıdır. İç göç ve güvenlik uygulamaları bu farkı artırmaktadır. Bu yüzden her bölgede Sünnilerin yoğunluğu, cami ve mescit sayısı, dinî okullara erişim ve bu yerlere ulaşımın ne kadar kolay olduğu değişiklik göstermektedir. Mezhep dağılımı kısmen etnik gruplarla örtüşmektedir: Kürt Sünniler çoğunlukla Şafiîdir; Beluç ve Türkmen Sünniler çoğunlukla Hanefîdir. Devlet, mezhepleri ayrı saymadığı için kesin bir oran vermek mümkün değildir. Bunun yerine, ilçelerde cami, mescit ve dinî okul sayısının fazlalığına ve bu yerlere ulaşımın ne kadar kolay olduğuna bakılmaktadır. Bu somut veriler de sahadaki Sünnilerin ülkedeki dağılımını açıkça göstermektedir.

Harita 1: İran’ın İdari İl Sınırları (Harita yalnızca idari sınırları gösterir; mezhebi dağılım görselde yer almaz.)

Kaynak: Britannica

Öne Çıkan Sünni Gruplar ve Yerel İlişkiler

İran’daki Sünni toplum büyük ölçüde üç etnik gruptan oluşmaktadır: Beluçlar, Kürtler ve Türkmenler. Bu grupların yerel bağları farklı özellikler göstermektedir. Beluçlarda kabile temelli dayanışma güçlüdür. Akrabalık bağları ülke sınırlarını aşmaktadır. Kürtlerde şehir, kasaba ve kırsalda dinî ve toplumdaki önderlerin etrafında kurulan ilişkiler öne çıkmaktadır. Türkmenlerde ise tarım ve hayvancılığa dayalı yerleşim düzeni içinde kasaba merkezli örgütlenme yaygındır. Mezhep çizgileri bölgelere göre değişmektedir. Güney ve güneydoğuda Hanefî‑Deobandî(Güney Asya kökenli bir dinî eğitim anlayışı) etkisi hissedilmektedir. Kürtlerin yoğun olduğu yerlerde Şafiî gelenek güçlüdür. Bazı güney sahil ağlarında Eş’arî vurgusu olan bir dinî süreklilik görülmektedir. Bu yerel ve dinî ilişkiler son yıllarda sivil toplum platformları ve dijital mecralar ile tamamlanmaktadır. Böylece taleplerin iletimi ve temsil için bir araç işlevi görmektedir.

Diğer yandan, devrim sonrasında oluşan anayasal ve kurumsal düzen, devletin ideolojik çerçevesiyle birleşerek Fars‑Şii kimliğini merkeze yerleştirmiştir. Başlangıçta devlet daha kapsayıcı vaatlerde bulunmuştur; zaman içinde bu vaatler azalmıştır. Yasalar kâğıt üzerinde bazı haklar tanımaktadır; ancak günlük hayatta bu haklar tam olarak uygulanmamaktadır. Tanıma ve özgürlüklere ilişkin bazı maddeler bulunsa da bu gerilim Sünni toplumda kalıcı bir hayal kırıklığı ve uzun süreli bir hak arayışı doğurmuştur. Bugün devam eden eşitsizlik ve ayrımcılık tartışmalarının tarihsel zemini de bu süreçte oluşmuştur.[2]

Bu bağlamda üç alan özellikle dikkat çekmektedir. Birincisi, devlet, üst düzey siyasal görevlere erişimi mezhep şartlarına bağlamaktadır. İkincisi, Koruyucular Konseyi başta olmak üzere aday eleme ve denetim mekanizmaları daraltıcı şekilde işlemektedir. Üçüncüsü, ibadet mekânlarının tahsisi ve yapımı idari sınırlamalara takılmaktadır. Bunlara ek olarak, güvenlik birimleri, merkez ve taşra uygulamalarında Sünni nüfusun yoğun olduğu bölgeleri (Sistan‑Belucistan ve Türkmen Sahra gibi) “riskli çevreler” olarak görme eğilimindedir. Bu yaklaşım, hukuki kurallar ile idari ve siyasal uygulamalar arasındaki uyumsuzluğu artırmaktadır. Dolayısıyla, mezhebi kimliği öne çıkaran bu düzen, ideoloji ve kurumların etkisiyle, insanların ibadet etmesini ve siyasette temsil edilmesini pek çok yerde zorlaştırmaktadır. Bu süreç, vatandaşların eşit ve güvende olduklarına dair duyguyu zayıflatmaktadır.

Fotoğraf 1: Zahedan’daki Makki Camii’nin Dış Cephesi (Belucistan)

Kaynak: Wikimedia

Nüfuz Alanları ve Etkileşim

Sünni toplulukların etkili olduğu alanlar, yaşadıkları yerlerin yoğunluğu ve yerelde kurdukları ilişkilerle oluşmaktadır. Sistan‑Belucistan’da büyük camiler ve kalabalık cuma buluşmaları önemli rol oynamaktadır. Sınırın ötesindeki akrabalar ve ticaret bağları bu etkiyi artırmaktadır. Batı Azerbaycan ve çevresinde belediye ve il meclisleri üzerinden temsil imkânları oluşmaktadır. Şehirlerde ve kasabalarda dinî ve toplumda öne çıkan önderlerin etkisi görülmektedir. Türkmen Sahra’da tarım ve ticaret öne çıkmaktadır. Medreseler ve cemaatler bu bölgede sürekliliği sağlamaktadır. Bu yapı, yerel kararları ve kamu hizmetlerine erişimi doğrudan etkilemektedir. Siyaset yolları daraldığında, bu yerel ilişkiler talepleri daha sessiz ve hizmet odaklı şekilde iletmektedir.

Bölgesel ticaret yolları (sınır kapıları, pazarlar, taşımacılık ve küçük sanayi), dinî eğitim ve cuma hutbeleriyle birleştiğinde yerelde işlerin takip edilmesi kolaylaşmaktadır. Yol, su ve iş imkânı gibi konularda, insanlar belediye ve valilik ile görüşmekte ve dilekçe vermektedir. Gerekirse sınırlı hukuki yollar da kullanılmaktadır. Ancak aday eleme kuralları, ruhsat ve izin süreçleri ile güvenlik kurallarının geniş yorumu bu alanları zayıflatmaktadır. Bu nedenle yerelde öne çıkan kişiler çoğu zaman kendi kişisel itibarlarına ve sayısı az olan kurumların devamına dayanarak hareket etmek zorunda kalmaktadır.

Siyasal Alan: Partileşme, Temsil ve Örgütlenme Dinamikleri

İran’da siyaset yapmak zordur. Parti kurmak ve seçime girmek için çok sayıda izin ve onay gerekmektedir. Bu durum Sünnilerin parti kurmasını ve varlığını bilinir hale getirmesini zorlaştırmaktadır. Bu yüzden Sünniler daha çok bağımsız adaylarla, bölgesel listelerle ve ulusal gruplarla yaptıkları iş birlikleriyle siyasete katılmaktadır.

Parti kurmak için İçişleri Bakanlığı’ndan izin almak gerekmektedir. Seçime aday olmak için Koruyucular Konseyi’nden onay almak gerekmektedir. Kâğıt üzerinde partiler serbest görünmektedir; ancak dinî ya da etnik vurgusu olan yapılar, izin ve denetim aşamalarında sık sık engelle karşılaşmaktadır. Bu düzen, açık kimlikli bir Sünni partisinin ortaya çıkmasını fiilen önlemektedir. Bu nedenle Sünnilerin siyasal alandaki varlığı, ayrı bir “Sünni partisi” kurmaktan ziyade, bağımsız adaylıklar, bölgesel listeler ve reformcu ya da muhafazakâr ulusal bloklarla kurulan geçici ittifaklar üzerinden şekillenmektedir.

Sünnilerin yoğun olduğu yerlerde temsil şu yollarla oluşmaktadır: Milletvekili olmak için adaylık ve seçim süreçleri, yürütme içinde yapılan atamalar ve danışmanlık görevleri, yerel meclisler ve dernekler. Anayasa, mezhebe göre özel bir sandalye vermemektedir. Ancak adaylar için yapılan ön eleme ve güvenlik amaçlı kontroller, Sünnilerin üst düzey görevlere gelmesini zorlaştırmaktadır. Seçimlerin denetimi ve yasa yorumları bu engeli kalıcı hâle getirmektedir. Ayrıca Anayasa’daki resmî mezhep kuralı ve cumhurbaşkanı adayları için “ülkenin resmî mezhebine kesin inanç” şartı, üst düzey görevlere gidişte ek bir engel oluşturmaktadır. Bu nedenle temsil çoğu zaman resmî kurallarla değil, kişisel ilişkiler ve yerel pazarlıklar ile yürümektedir.

Fotoğraf 2: İran İslami Şura Meclisi’ndeki Sünni Milletvekillerinin Cumhurbaşkanı Ayetullah Reisi ile görüşmesi

Kaynak: Tesnim Haber Ajansı

30 Eylül 2022’de Zahedan’da yaşanan olaylardan sonra gözaltılar artmıştır. Seyahat kısıtlamaları getirilmiştir. Bazı davalar hızlı yürütülmüştür. Toplantı, gösteri ve ifade özgürlüğü güvenlik gerekçesiyle daraltılmıştır. Uygulamada “ulusal güvenliğe karşı propaganda” ve “kamu düzenini bozma” gibi suçlamalar sık kullanılmıştır. “Moharebe” ve “fesad fi’l-arz” gibi suçlamalar geniş şekilde yorumlanmıştır. Bu durum Sünni din adamlarının ve yerel önderlerin kamusal alanda görünmesini azaltmıştır. Uluslararası raporlar, bu dönemde Sünni din adamlarına ve yerel aktörlere yönelik gözaltı ve yargılamaların arttığını söylemektedir. Ayrıca bazı etnik ve mezhepsel gruplarda idam cezalarının orantısız kullanıldığı belirtilmektedir. Bu ortamda yerel önderler daha temkinli bir dil kullanmaya yönelmiştir. Bu nedenle dinî ve sosyal ilişkiler, doğrudan siyasal temsil yerine toplumsal dayanışma ve küçük adımlarla talep iletme yoluna kaymaktadır.

Dinî Alanın Kurumsal Yapısı

Sünni toplulukların dinî hayatı iki şeye dayanmaktadır: Geçmişten gelen gelenekler ve devletin denetimi. Bölgeler arasında açık farklar bulunmaktadır: Sistan‑Belucistan’da Deobandî etkisi, Kürtlerin yaşadığı yerlerde Şafiî gelenek, Türkmen Sahra’da Hanefî anlayış öne çıkmaktadır. Bu çerçevede camiler ve medreseler önemli birer mekândır; insanlar burada bir araya gelmekte ve yerel konuları konuşmaktadır. Cuma hutbesinde ne söyleneceğine ve kimin konuşacağına devlet kurumları karar vermektedir. Bu nedenle din adamları genellikle temkinli konuşmaktadır ve insanlar sözlerini dikkatle seçmektedir. Bu durum dinî hayatın nasıl yaşandığını doğrudan etkilemektedir.

Medreseler ve vakıflar, dinî eğitimin bilgisini ve bu alanda çalışacak insanları yetiştirmektedir. Ders programlarının onayı, görevli atamaları ve izin işlemleri resmî onaya bağlı olarak yürümektedir. Yani kısmi bir serbestlik vardır; fakat son karar çoğu zaman resmî makamlardadır. Bu denge, farklı fikirlerin yayılmasının ve farklı bölgelerde büyümesinin sınırlarını belirlemektedir. Yereldeki dernekler ve vakıflar, yardım, eğitim ve kültür alanlarında çalışmaktadır. Bu dernek ve vakıflar, izin alarak ve düzenli rapor vererek çalışmaktadır. Tehlikenin arttığı zamanlarda bu dernek ve vakıflar, topluluğa destek olmakta ve korumaya yardımcı olmaktadır. Büyük şehirlerde Sünniler kendini daha az göstermektedir. Özellikle Tahran’da resmî bir Sünni caminin bulunmaması, ibadet hayatını geçici ya da ara mekânlara yöneltmektedir. Ruhsat, ders içeriği ve personel onayı gibi konular yoğun denetim altında yürümektedir ve günlük uygulamaları belirlemektedir. Bölgelere göre durumun rengi değişmektedir. Beluçların yaşadığı yerlerde geniş cemaat ve aşiret bağları öne çıkmaktadır ve hutbe etrafında toplanma sık görülmektedir. Kürtlerin yaşadığı yerlerde dernek ve belediye deneyimi, yerel yönetimle ilişki kurmak için etkili bir zemin sunmaktadır. Türkmen bölgelerinde vakıf‑emlak işleri ve sınır ticareti belirleyici olmaktadır. Bu yapısal düzen, taleplerin nasıl iletildiğini ve devletle görüşmelerin pratikte nasıl yürüdüğünü belirlemektedir.

Beluç ve Kürt kuşaklarında, Güney Asya’dan Körfez’e uzanan dinî eğitim bağlarının etkisi sürmektedir. Özellikle Deobandî çizgisi, medreseler ve yardım yolları üzerinden yerel dinî otoriteyi ve toplumsal hareketliliği etkilemektedir. Kürtlerin yaşadığı yerlerde ise etnik‑milliyetçi ve seküler‑sol siyaset geleneği daha baskındır. Mezhebe dayalı parti modelleri geri planda kalmaktadır. Sünni aktörler, daha çok sivil ve dinî kurumlar, belediyeler ve yerel meclisler üzerinden; ayrıca ulusal siyasetteki farklı gruplarla esnek iş birlikleri kurarak kendini göstermektedir. Devlet, açıklamalarında mezhepler arasında yakınlaşmayı savunduğunu söylemektedir. Ancak uygulamada güvenlik odaklı yaklaşım öne çıkmaktadır. Özellikle 2022–2023 döneminde Sünni din adamlarına açılan davalar, seyahat kısıtlamaları ve medyada artan baskılar bu tabloyu doğrulamaktadır. Bu durum, yumuşak bir dil kullanan ve değişimi adım adım isteyen Sünni liderlerin hareket alanını daraltmaktadır. Buna karşılık, resmî siyaset dışındaki yerel ilişkilerin ve dayanışmanın önemi artmaktadır.

Hukuki-İdeolojik Çerçeve ve Kurumların İşleyişi

İran’da Sünni vatandaşlarla ilgili durumu anlamak için sadece kanunları okumak yetmemektedir. Bu kanunların, adayların nasıl elendiği, izinlerin nasıl verildiği ve güvenlik kurallarının nasıl uygulandığı ile birlikte nasıl işlediğine bakmak gerekmektedir. Devlet konuşmalarında birlik ve kapsayıcılıktan söz etmektedir. Ancak genel olarak bakıldığında, Sünnilerin karar alma süreçlerine katılması ve kamusal alanda yer alması zorlaşmaktadır. Kâğıt üzerindeki haklarla günlük uygulamalar arasında bir boşluk oluşmaktadır. Bu boşluk, Sünnilerin temsil edilmesini ve kamusal alanda yer almasını dar bir alana sıkıştırmaktadır.

Tablo 1: İran Anayasası Hükümlerinin Sünni Topluluklar Üzerindeki Etkisi
MADDE NORMATİF HÜKÜM UYGULAMADAKİ YANSIMALARI
Madde 12 Resmî mezhep Ca‘ferî On İki İmam Şiiliği; Sünni mezhepler tanınır ve kişisel statü/din eğitimi alanlarında kendi içtihadını izleyebilir Tanıma olsa da bilinirlik sınırlı; büyük şehirlerde bağımsız Sünni cami/mescitlerinin ruhsatı ve inşası tartışmalı.
Madde 13–14 Tanınan dinî azınlıklar Zerdüştler, Yahudiler ve Hristiyanlardır; Sünniler bu kategoriye girmez. Sünniler için kota/özel statü yok; temsil ve kurumsallaşma genel hükümlere tabi, resmîleştirme süreçlerinde engeller.
Madde 19–20 Eşitlik hakları tanınır; tüm vatandaşlar İslami ölçütlere uygunluk kaydıyla hak ve özgürlüklerden yararlanır. “Kamu işe alım ve terfilerde ideolojik tarama uygulanır; bu nedenle Sünni çalışanların üst kadrolara yükselmesi çoğu zaman engellenmektedir.
Madde 23 İnançların soruşturulması yasaktır; inanç nedeniyle kimse cezalandırılamaz. Pratikte millî güvenlik, propaganda, sapkınlık iddiası ile dinî etkinlikler kısıtlanmaktadır.
Madde 26–27 Dernekleşme ve toplanma özgürlüğü, İslam ilkeleri ve kamu hakkı sınırıyla serbesttir. Sivil‑dinî ağların tescili ve izin süreçlerinde güçlük; toplantılara müdahale ve kapatma/dağıtma riski bulunmaktadır.
Madde 64 Mecliste tahsisli koltuklar yalnızca tanınan gayrimüslim azınlıklara ayrılır. Sünniler için rezerv sandalye yok; temsil demografi ve aday onay süreçlerine bağlıdır.
Madde 107–110, 115 Rehber için Şii müçtehit nitelikleri; Cumhurbaşkanı’nın ülkenin resmî mezhebine inanması şartı vardır. En üst yürütme ve dinî otoritelerde Sünni vatandaşların fiilî dışlanması; üst yargı/güvenlik kurumlarında benzer sınırlamalar uygulanmaktadır.
Kaynak: Bu tablo, İran Anayasası’nın ilgili hükümleri temel alınarak yazar tarafından oluşturulmuştur.

Parti ve dernek kurma, aday olma, kamu görevine girme ve dinî eğitim kurumları için izin alma süreçleri, merkezden yapılan uygunluk denetimleri ile birlikte yürümektedir. Bu düzen, üst düzey görevlere gelirken mezhebe bakılmasına yol açmaktadır. Böylece Sünniler sanki kurucu düzenin dışında bir halkadaymış gibi görülmektedir. Sonuç olarak sivil alan ile dinî alan arasındaki geçişler güvenlik gözetimi altında daralmaktadır. Sahnede yer almak, izne ve denetime bağlı hâle gelmektedir. Kısacası, kurallar kâğıt üzerinde tarafsız görünmektedir; fakat uygulamada mezhebe uygunluk aranmaktadır. Bu durum, Sünnilerin siyasal ve toplumsal alanda hareket alanını daraltmaktadır.

Anayasa, Sünni mezhep anlayışlarına bazı alanlarda saygı ve ibadet özgürlüğü tanımaktadır (Md. 12). Ancak devletin resmî mezhebi kuralı ve üst makamlarda görev almak için aranan şartlar (Md. 115), uygulamada alanı daraltmaktadır. Tanınan azınlıkların listesi sınırlıdır (Madde 13). Sünniler bu listeye girmediği için, cami ve okul gibi dinî kurumlar için izin alma ve denetim süreçleri daha zor olabilmektedir. Dernek kurma ve toplanma özgürlüğü (Madde 26–27), “İslami esaslar” ve “kamu düzeni” gerekçesiyle pratikte kısıtlanabilmektedir. Seçimlerde şu yol izlenmektedir: Milletvekili ya da cumhurbaşkanı olmak isteyen kişiler önce başvuru yapmaktadır. Bu kişilerin listesi, Koruyucular Konseyi tarafından incelenmektedir. Uygun görülmeyen kişiler liste dışı bırakılmaktadır. Yani, sandığa gitmeden önce adaylar elenebilmektedir (Madde 91, 94–99). Bu süreç, kâğıt üzerindeki hakların uygulamada idari ve yargısal engellere takılmasına yol açabilmektedir. Özetle, anayasa bazı hakları vermektedir; ancak diğer maddeler ve dar yorumlar bu hakların kullanımını kısıtlamaktadır. İzin süreçleri, denetimler ve seçimden önce adayların listeye alınıp alınmamasına dair incelemeler, Sünnilerin ibadet etmesini, dernek kurmasını ve siyasette yer almasını pratikte zorlaştırmaktadır.

Vahdet Söylemi

Devlet, konuşmalarında mezheplerin birlik içinde olmasını savunduğunu söylemektedir. Ancak uygulamada durum farklıdır. Sünnilerin camileri ve ibadet yerleri, izin ve denetim kurallarıyla sıkı şekilde kontrol edilmektedir. Bazen bu yerler geçici olarak kapatılmaktadır. Bu yüzden özellikle büyük şehirlerde Sünnilerin kalıcı ibadet yerleri açması zor olmaktadır. En açık örnek Tahran’dır. Ülkenin merkezinde hâlâ resmî bir Sünni cami bulunmamaktadır. Toplantı ve konuşma özgürlüğü de “güvenlik” gerekçesiyle kısıtlanmaktadır. Bu nedenle Sünni din adamları, medreseler ve sivil girişimler sık sık denetlenmektedir. Bu durum, Sünnilerin dinî hayatını kamusal alanda sınırlandırmaktadır.

Kamu düzeni ve güvenlik gerekçeleri sık kullanıldığında, bu kısıtlamalar kalıcı hâle gelmektedir. Şu durum ortaya çıkmaktadır: Sınır bölgelerinde veya kapalı alanlarda bazen izin verilen dinî faaliyetler, büyük şehirlerde kalıcı kurumlara dönüşememektedir. Yani cami, dinî okul ve toplu ibadet için kalıcı yerler açmak zor olmaktadır. Böylece görünmez sınırlar oluşmaktadır. Sünnilerin resmî binalarda ve kalıcı kurumlarda yer alması sınırlanmaktadır. Sünniler daha çok geçici ve küçük yerleri kullanmak zorunda kalmaktadır.

Sonuç olarak, devlet birlikten söz etmektedir; ancak uygulamada “güvenlik”, “fitne” ve “mezhepsel provokasyon” gibi gerekçelerle Sünnilerin kamusal alanda ve kurumsal yapılarda yer alması büyük ölçüde engellenmektedir. Bu durum, Sünnilerin şehirlerde kalıcı ve açık ibadet yerlerine sahip olmasını zorlaştırmaktadır.

Sünnilerin Hukuki Statüsü: Türkmen Vakası

Gülistan ve Kuzey Horasan’da Sünnilerin ibadet yerleri için izin alma süreci uzun sürmektedir. Geçici mescitler kalıcı izin alamamaktadır. Toplu ibadet için ayrılan yerler, imar ve planlama gerekçesiyle daraltılmaktadır. Bu nedenle dinî hayat, şehirde açık ve kalıcı yerlerde daha az yer almaktadır. Bu durum şu şekillerde görülmektedir:

  1. Sünniler günlük hayatta vardır ama şehirlerin resmî ve merkezi yerlerinde kalıcı biçimde yer bulamamaktadır.
  2. Resmî cami, büyük ibadethane ve açıkça görünen dinî okul sayısı azdır ya da kalıcı izin alamamaktadır.
  • Büyük toplu ibadet ve açık hava etkinlikleri sık sık izin ve denetim engeline takılmaktadır. Etkinlikler çoğu zaman küçük ve kapalı yerlere sıkışmaktadır.
  1. Ulusal medya ve resmî törenlerde Sünnilere nadiren yer verilmektedir.
  2. Şehir merkezlerinde Sünni kimliğini gösteren kalıcı tabelalar ve merkezî yapılar sınırlıdır. Geçici izinli yerler öne çıkmaktadır.

Kamu düzeni ve güvenlik gerekçesiyle yapılan idari işlemler, kalıcı ibadet yerlerinin kurulmasını geciktirmektedir. Büyük şehirlerde görülen bu sorun, Türkmen bölgelerinde de daha küçük ölçekte ortaya çıkmaktadır. Benzer bir tablo eğitim alanında da görülmektedir: Ders programlarına müdahaleler yapılmakta, hocalar için güvenlik soruşturmaları istenmekte, hatip ve imamlar sık sık yer değiştirmek zorunda bırakılmaktadır. Bu uygulamalar, yerel dinî temsilin sürekliliğini zayıflatmaktadır. Toplumsal gerginliğin büyüdüğü dönemlerde hutbeler daha yakından izlenmekte, uyarılar ve soruşturmalar artmaktadır. Sınır ve kıyı bölgelerinde altyapı yatırımlarının gecikmesi, genç işsizliğinin yüksek seyretmesi ve dernek ile vakıf işlemlerindeki idari yükün artması da tabloyu ağırlaştırmakta ve örgütlenmeyi kırılgan hâle getirmektedir[3].

Harita 2: İran’da Sünni Bölgeler (İran’da mezhebe ilişkin resmi istatistik yayımlanmadığı için Sünni yoğunlukları yaklaşık olarak gösterilmektedir. İdari sınırlar ve yoğunluklar temsili olup yalnızca analitik/görselleştirme amaçlıdır; idari veya siyasi bir beyan niteliği taşımaz.)

Kaynak: Atlantic Council

Dinî Hayat ve Sosyo‑Ekonomik Göstergeler

Kanunlar ve devletin uygulamaları bir araya geldiğinde Sünniler için günlük hayatta pek çok engel ortaya çıkmaktadır. Bu engeller temsil, dinî özgürlükler, ekonomik durum ve güvenlik uygulamaları gibi alanlarda adım adım büyümektedir. Sünni topluluklar sadece kâğıt üzerindeki kurallarda değil; günlük yaşamda ve devlet dairelerindeki işlemlerde de düzenli biçimde dışlanma ile karşılaşmaktadır. Bu dışlanma, siyasette aday olma ve görev alma yollarında konulan engellerle, cami ve dinî okul açmada ve bu kurumları sürdürmede yaşanan zorluklarla, kalkınma ve kamu hizmetlerinde uzun süren eksiklerle ve güvenlik soruşturmalarının geniş ve sert uygulanmasıyla kendini göstermektedir. Bu tablo, insanların kendini ülkeye ait hissetmesini zayıflatmakta ve devlet ile toplum arasındaki güveni azaltmaktadır. Son yıllarda taleplerin duyulmaması ve temel haklara ulaşmanın zorlaşması, toplumda barışı ve birlikte yaşama duygusunu zayıflatmakta; ortamı daha hassas ve gergin bir noktaya taşımaktadır.

Temsil ve Kurumlarda Sünnilerin Yeri

Sünnilerin siyasette ve devlet kurumlarında üst görevlere gelmesi hem kurallar hem de denetimler yüzünden zor hâle gelmektedir. Üst düzeyde görevler için başvuru yaparken ya da atama olurken kişinin inancına bakılmakta, güvenlik soruşturması yapılmakta ve bazen tanıdıkların sözü etkili olabilmektedir. Bu nedenle sadece “işini iyi yapan” kişilerin öne çıkması her zaman mümkün olmamaktadır. Bu durum özellikle şu yerlerde açıkça görülmektedir:

  1. Bakanlar Kurulu ve en üst düzey yönetim makamları
  2. Güvenlikle ilgili devlet birimleri
  • Kuralları koyan ve denetleyen kurumlar

Bu alanlarda Sünni uzmanların sayısı azdır. Parlamentoda Sünnilerin seçilmesi yasak değildir; ama Sünni milletvekilleri daha çok sınır illerinden çıkmaktadır. Mecliste komisyon başkanı olmak, önemli raporları yazmak ve bütçe ile denetimde etkili görevlere gelmek çoğu zaman zordur. Bunun nedeni, onay veren kurumların yaptığı incelemeler ve adayları eleyen süreçlerdir. Ulusal medyada ve resmî törenlerde Sünni temsilcilere az yer verilmesi, eşit yurttaşlık duygusunu zayıflatmaktadır. Bu durum, Sünnilerin kararların alındığı masada yer almasını da zorlaştırmaktadır. Sonuç olarak, Sünniler devlet ve toplum hayatında yeterince yer bulamadığı için kararları etkileme güçleri azalmakta ve temsil sorunu devam etmektedir.[4]

Dinî Serbestî, İbadet ve Eğitim

Tahran’da milyonlarca Sünni yaşamasına rağmen resmî bir Sünni camiye hâlâ izin verilmemesi, kentte ibadetin kalıcı ve açık mekânlarda yürütülmesini sınırlayan belirgin bir eşik olarak varlığını sürdürmektedir. Medreselerin müfredatına ve idaresine dönük idari müdahaleler, öğretmen atamalarında aranan onay ve güvenlik soruşturması şartları ile hatip ve imamların sıklaştırılan yer değişiklikleri, kurumsal işleyişi daraltmakta ve dinî kurumların bağımsız karar alma kapasitesini sınırlamaktadır. Vaaz ve hutbe içeriklerine getirilen sınırlamalar ile din adamlarına yönelik gözaltı, seyahat ve pasaport kısıtlamaları, özellikle 2022 Zahedan sonrasında belirginleşmiş ve süreklilik kazanmıştır. Bu çerçevede kurallar daha katı uygulandığında denetimler artmakta ve ibadet ile eğitim alanında hareket alanı azalmaktadır.

Sosyo‑Ekonomik Eşitsizlikler ve Hizmetlere Erişim

Sınır illerinde, özellikle Sistan‑Belucistan, Kürdistan ve Horasan’da yol, su, internet gibi altyapı eksikleri vardır. İş imkânları azdır ve aile gelirleri ülke ortalamasından düşüktür. Bu durum yıllar içinde devam etmekte ve bölge ile ülkenin diğer yerleri arasındaki fark büyümektedir. Devletin güvenliği öne alan kararları ve merkezden verilen bütçe tercihleri yüzünden temel yatırımlar gecikmektedir. Altyapı projeleri yavaş ilerlemektedir. Böyle olunca yerel üretim azalmakta, özel şirketler yatırım yapmaktan kaçınmaktadır. Sağlık ve eğitim alanında çalışan uzmanlar sık sık değişmekte ve uzun süre bölgede kalmamaktadır. Bu durum, kaliteli hizmetin kesintisiz verilmesini zorlaştırmaktadır. Devlette işe alımlarda yapılan güvenlik odaklı eleme ve adil olmayan işlemler, Sünni gençlerin sahip oldukları niteliklerle kamuya girmesini de güçleştirmektedir. Etnik ve mezhepsel ayrışmanın bir arada görüldüğü yerlerde, özellikle Beluçların yoğun olduğu bölgelerde yoksulluk kalıcı hâle gelmektedir. Suç ve ceza istatistiklerinde orantısız sonuçlar görülmesi, devlet ile vatandaş arasındaki güveni zedelemektedir. Köy ile şehir arasındaki fark büyüdükçe eğitimde fırsat eşitsizliği artmakta ve kredi gibi finansman kaynaklarına erişim zorlaşmaktadır. Bu durum da insanların sosyal hayatta yükselmesini güçleştirmektedir. Sonuç olarak kalkınmadaki açık ve hizmetlere erişimdeki eşitsizlik, sadece kişilerin refahını değil; yerel ekonomilerin gücünü ve toplumdaki uyumu da zayıflatmaktadır. Bu süreçte insanlar büyük şehirlere taşınmakta, böylece büyük şehirlerle sınır ve kırsal bölgeler arasındaki fark büyümekte ve bu fark siyaset ve kültür alanlarında da yeniden görülmektedir.

Jeopolitik Yansımalar: “Şii Hilali” Söylemi ve İç Güvenliğe Yansımaları

Devrimden sonra İran’ın dış politikası güvenlik ve ideolojiye dayanmıştır. Ülke içinde ise mezhebe dayalı bir düzen kurulmuştur. Bu iki alan birbirini etkilemiş ve güvenliği öne çıkaran bir döngü oluşturmuştur. Bölgedeki dostluklar, karşı bloklar ve vekil gruplar, rekabeti mezhepler üzerinden anlatan bir dili yaygınlaştırmıştır. Bu dil, ülke içinde denetimi artırmış, izin almayı zorlaştırmış ve kamusal alanda yer almanın eşiğini yükseltmiştir. Dış politikada üstlenilen risk ve maliyetler, içeride güvenliğe ağırlık veren politikaları genişletmek için gerekçe yapılmış; hak ve temsil talepleri “ulusal güvenlik” başlığı altında yeniden sınıflandırılmıştır.

Şii Hilali söylemi bu çerçevede önemli bir kavram hâline gelmiştir. 2004’ten beri kullanılan bu ifade, İran’ın Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’deki etkisini tek bir hat gibi anlatmaktadır. Bu bakış, 2003 sonrası Irak’taki güç değişimi, Hizbullah’la ilişkilerin güçlenmesi, Suriye’de Esed rejimi ile ittifak ve Yemen’de Husilere verilen destek üzerinden kurulmuştur. Bu söylemin bazı sınırları olsa da Sünni çoğunluklu ülkelerde İran’a karşı denge arayışını güçlendirmektedir. İran içinde ise Sünni toplulukların kamusal alanda yer alması konusu “dış bağlantı” şüphesiyle birlikte ele alınmakta, bu da güvenlik kuşkularını artırmaktadır. Bu bakış, yereldeki sivil ve dinî çalışmalar ile ibadet yeri ve eğitim taleplerini hızla güvenlik konusu içine çekerek belirsizliği artırmakta[5] ve denetimleri sıklaştırmaktadır. [6]

Sonuç olarak, bölgesel söylem ile iç güvenlik uygulamaları arasında iki yönlü bir bağ oluşmuştur. Dışarıda kullanılan stratejik dil, içeride kuralları sertleştirmekte; içerideki güvenlik hassasiyeti de dış politikadaki ittifak ve vekil ilişkilerine gerekçe sağlamaktadır. Bu karşılıklı etkileşim, Sünni toplulukların kamusal alanda yer alma ve temsil taleplerini daraltmakta; idari belirsizlikleri ve denetim yoğunluğunu artırmaktadır. Böylece mezhep merkezli güvenlikçi yaklaşım, iç düzenlemeler ile bölgesel adımlar arasında sürekli bir köprü kurmaktadır.

Şekil 1: Şii Hilali Söylemi: Dış Politika- İç Güvenlik Döngüsü

Kaynak: Bu görsel, yazar tarafından hazırlanmıştır.

Sonuç

İran’daki İran’daki Sünniler çoğunlukla sınır bölgelerinde ve bazı yerel merkezlerde yaşamaktadır. Beluç, Kürt ve Türkmenlerin yoğun olduğu yerlerde günlük hayat, yerel yönetimle kurulan düzenli ilişkiler ve toplum içi dayanışma ile sürmektedir. Büyük şehirlerde Sünnilerin kamusal alandaki yeri daha azdır. Tahran’da resmî bir Sünni caminin olmaması buna açık bir örnektir. Siyasette ulusal düzeyde temsil azdır ve karar süreçlerine girmek zordur. Bu yüzden temsil ve katılım çabaları daha çok yerel kanallar üzerinden yürümektedir. Belediyeler, yerel meclisler ve cemaat-vakıf ilişkileri bu süreçte öne çıkmaktadır. Yüksek tonda talepler yerine, kurallara uygun ve adım adım ilerleyen bir yol tercih edilmektedir. Seçim dönemleri, yerelde yönetim değişiklikleri ve küçük usul düzenlemeleri olduğunda talepler resmî bir dille yeniden gündeme gelebilmektedir. Böylece zaman içinde biriken kazanımlar korunmaktadır.

Ancak bu tablo, Sünni toplulukların karşılaştığı temel sorunların hâlâ sürdüğünü göstermektedir. Devletin güvenlik merkezli yaklaşımı, Sünnilerin siyasete katılımı ile ibadet ve örgütlenme alanlarında hareket imkânını daraltmaktadır. Artan denetimler ve idari sınırlamalar, özellikle din adamları ile sivil toplum temsilcilerinin faaliyetlerini zorlaştırmaktadır. Bu durum, Sünni nüfusun yoğun olduğu bölgelerdeki ekonomik yetersizlikler ve hizmet eksiklikleriyle birleştiğinde, toplumsal memnuniyetsizliği derinleştirmektedir. İran’ın dış politikada izlediği mezhep temelli çizgi de bu iç sorunları daha görünür hâle getirmekte, Sünnilerin ülke içindeki konumunu hassaslaştırmaktadır. Bu şartlar altında Sünni toplum hem kimliğini korumaya hem de devletle çatışmadan varlığını sürdürmeye çalışmaktadır. Bu hassas denge, ülkedeki sosyal barışın geleceği açısından belirleyici bir rol oynamaktadır.

Abdulkadir Tok, avukat ve bağımsız araştırmacıdır.

[1] Mutahhari, M. (1989). Islam and Iran: A historical study of mutual services (S. W. Akhtar, Trans.) [Part 2]. Al‑Tawhid Islamic Journal, 6(2). https://www.al-islam.org/al-tawhid/vol6-n2-1989/islam-and-iran-historical-study-mutual-services-murtadha-mutahhari

[2] İslam Cumhuriyetinde 40 Yıl: İran’da Toplum, Siyaset ve Değişim, haz. Özüm Sezin Uzun ve Hakan Güneş (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2020).

[3] Zeynep Ülker, İran’da Sünnî Türkmenler (İran Türkmenlerinin Mezhebi Kültürleri) (Yüksek Lisans tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2020).

[4] United States Commission on International Religious Freedom (USCIRF). (2024). Annual Report: Iran. chrome-extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/https://www.uscirf.gov/sites/default/files/2024-05/Iran.pdf

[5] Karasakal, K. Şii Hilali ve Ortadoğu Bölgesine Etkileri, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü.

[6] Sümeyra Avcı, “İran Dış Politikasında Şii Hilali,” İslam Medeniyeti Dergisi 8, no. 50 (2022): 107–132, DOI: 10.55918/islammedeniyetidergisi.1209043

Abdulkadir Tok
Abdulkadir Tok

Abdulkadir Tok, Şanlıurfa’da serbest avukat olarak mesleki faaliyetlerini sürdürmekte olup İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (İNSAMER) bünyesinde araştırmacı-yazar olarak görev yapmaktadır. Çalışma alanları, başta Filistin, Suriye ve Doğu Türkistan olmak üzere çatışma bölgelerinde meydana gelen gelişmelerin uluslararası hukuk bağlamında değerlendirilmesini kapsamaktadır.
Uluslararası insancıl hukuk, insan hakları hukuku ve devlet dışı aktörlerin çatışmalardaki rolü üzerine yoğunlaşan Tok, bu çerçevede bölgesel krizleri hukuki ve politik açılardan analiz etmektedir. Akademik ve mesleki çalışmalarını, çeşitli ulusal ve uluslararası sempozyum, kongre ve çalıştaylara katılarak sürdürmektedir.
Ayrıca, Kudüs başta olmak üzere işgal altındaki Filistin topraklarında yaşanan insan hakları ihlallerinin hukuki boyutunu araştırmak ve bu alanda uluslararası farkındalık oluşturmak amacıyla faaliyet gösteren Kudüs ve Hukuk Derneği’nin kurucu üyesi olarak çalışmalarına devam etmektedir.

RELATED ARTICLES

Most Popular

Recent Comments