Milorad Dodik, 12 Mart 1959 tarihinde Bosna-Hersek’in kuzeyindeki Laktaši kasabasında doğdu. Yugoslavya döneminde büyüyen Dodik, etnik olarak Sırp bir aileye mensuptur. 1978 yılında Banja Luka’daki bir tarım lisesinden mezun oldu. Ardından Belgrad Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girdi ve 1983 yılında buradan mezun oldu.
Üniversite yıllarında Yugoslav Halk Ordusu’nda (JNA) zorunlu askerlik görevini yerine getirdi. Askerlik hizmeti, disiplin anlayışı ve merkezi otoriteye bağlılık gibi unsurların şekillenmesinde etkili oldu. 1980’lerin ortalarında siyasete atılan Dodik, Komünist Yugoslav rejimi döneminde Laktaši Belediyesi’nde çeşitli görevler üstlendi. 1986 yılında yürütme kurulu başkanı oldu ve yerel düzeydeki bürokratik tecrübesini artırdı.
Ilımlıdan Ayrılıkçıya: Milorad Dodik’in Siyasi Evrimi
Dodik’in siyasi kariyeri, Yugoslavya’nın dağılma süreciyle şekillendi ve Bosna Savaşı sonrasında belirgin bir yükseliş gösterdi. 1991 yılında kurduğu Bağımsız Sosyal Demokratlar Birliği (SNSD), savaş sırasında Republika Srpska’daki hâkim milliyetçi akımlara alternatif olarak daha seküler, reformcu ve Batı ile uyumlu bir siyasi duruş benimsedi. Bu sayede uluslararası toplumun da dikkatini çekti ve destek gördü.
1998 yılında, Batı’nın desteğiyle Radovan Karadžić’in kontrolündeki milliyetçi Sırp Demokrat Partisi’ne karşı bir alternatif olarak Republika Srpska başbakanlığına getirildi. Görev süresi boyunca Batı’ya yakın politikalar izledi, özelleştirme süreçlerini hızlandırdı ve yolsuzlukla mücadele söylemleriyle ön plana çıktı. Ancak ekonomik reformlarının etkisi sınırlı kaldı ve toplumda büyük bir dönüşüm sağlayamadı.
2006 yılında yapılan genel seçimlerde SNSD büyük bir zafer kazandı ve Dodik, Republika Srpska başbakanı olarak yeniden göreve geldi. Bu dönemdeki söylemleri daha milliyetçi ve ayrılıkçı bir çizgiye kaymaya başladı. Bosna-Hersek’in merkezi kurumlarına karşı çıkmaya başladı; özellikle anayasa reformlarına ve devlet düzeyindeki yetki genişletmelerine karşı sert muhalefet yürüttü. Aynı yıl içinde uluslararası kamuoyunda dikkat çeken açıklamalar yaparak Bosna-Hersek’in işlevsiz bir devlet olduğunu savundu ve Republika Srpska’nın bağımsızlık hakkı olduğunu iddia etti.
2010 yılında Republika Srpska cumhurbaşkanı seçildi. Bu görevde bulunduğu sürede, merkezi Saraybosna yönetimine karşı direnişini artırdı. Bosna-Hersek’in anayasal yapısını sorgulayan açıklamaları ve bağımsızlık referandumu tehdidiyle gündeme geldi.
2014 ve 2018 yıllarında da çeşitli görevlerde bulunmaya devam eden Dodik, 2018 yılında Bosna-Hersek Devlet Başkanlığı Konseyine Sırp üye olarak seçildi. Bu görev süresince de devlet düzeyindeki karar alma mekanizmalarını sık sık tıkadı ve Boşnak ve Hırvat üyelerle anlaşmazlıklar yaşadı. Özellikle 2021 sonrasında, Bosna-Hersek Anayasa Mahkemesinin kararlarını tanımayacağını açıklaması ve Republika Srpska’yı devlet kurumlarından çekme girişimleri, ülkenin egemenliği ve toprak bütünlüğü açısından ciddi tehdit olarak değerlendirildi.
2022 yılında Republika Srpska başkanlığına yeniden seçilen Dodik, görevine bu kez daha güçlü bir ayrılıkçı ajandayla başladı.
İnkâr, Ayrışma, İdeolojik Saldırı
Dodik, Srebrenitsa’da 1995’te gerçekleşen ve uluslararası mahkemelerce “soykırım” olarak tanımlanan katliamı inkâr etmektedir. Bu inkârcı duruşunu son olarak Jerusalem Post’a verdiği röportajda bir kez daha açıkça dile getirmiştir. Dodik, Srebrenitsa’da yaşananları “soykırım olarak adlandırılamaz” diyerek, konunun politikleştirildiğini ve uluslararası toplumun bu konudaki kararlarının hukuki değil, siyasi olduğunu iddia etti. “Hayatlarını soykırım çalışmalarına adamış otoriteler bunun bir soykırım olmadığını söylüyor, ben de politikacılara değil bu uzmanlara inanırım,” diyerek Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilen Srebrenitsa kararıyla dalga geçti.
Dodik’e göre, kararın sadece 84 ülkenin oyu ile kabul edilmesi, 193 üyeli Genel Kurul’da anlamlı bir destek görmediğini göstermektedir. Bu kararı “illegal, gayrimeşru ve bağlayıcı olmayan bir metin” olarak nitelendirdi ve Bosna-Hersek’in anayasal düzenini ihlal ettiğini savundu. Ayrıca, bu kararın üç üyeli Bosna-Hersek Federal Başkanlık Konseyi tarafından alınmadığını, yalnızca Boşnak temsilcinin inisiyatifiyle hazırlandığını ileri sürdü.
Röportajda ayrıca şu dikkat çekici ifadeyi kullandı: “Biz, tarih boyunca ismimizi lekelemeye çalışanlarla birlikte yaşamak niyetinde değiliz.” Bu söylem, sadece Boşnaklara yönelik bir siyasi eleştiri değil, aynı zamanda birlikte yaşam fikrine doğrudan bir meydan okumadır. Dodik’in sözleri, çok etnisiteli bir devlet yapısının sürdürülebilir olmadığı yönündeki kanaatini daha da derinleştirmektedir.
Bununla da yetinmeyen Dodik, Bosna-Hersek’in Osmanlı döneminden itibaren hiçbir zaman gerçek anlamda bir devlet olmadığını iddia etti, tarihsel olarak Bosna’yı “Osmanlı’nın idari birimi” olarak tanımladı. Ayrıca Batı’nın Bosna’da yarattığı durumun, İsrail-Filistin çatışmasına benzediğini; bunun da “donmuş ama her an patlamaya hazır bir kriz durumu” olduğunu ifade etti.
Müslümanlar ve Boşnaklar hakkında olumsuz ve ayrıştırıcı bir bakışa sahiptir. Dodik, Jerusalem Post’a verdiği röportajda bu yaklaşımını açıkça ortaya koyarak, Boşnakların siyasi duruşunu “İslamcı etkilerle şekillenmiş” bir çizgi olarak tanımladı. Ona göre, Boşnak liderliği Batı’yı da yanına alarak, Sırpları “soykırımcı” olarak etiketlemeye ve Müslüman-Boşnak kimliğini Bosna-Hersek’in temel referansı hâline getirmeye çalışmaktadır. Dodik, Boşnakların bu çabasını bir tür “kimlik dayatması” olarak görür ve buna karşı hem kültürel hem de politik bir direniş hattı oluşturur.
Röportajda, Boşnakları “radikalleşmiş” olarak nitelendirmese de, sürekli olarak “Sırpların kimliğini bastırmaya çalışan bir halk” gibi lanse eder. Bu durum, onun gözünde sadece bir etnik çekişme değil, aynı zamanda bir medeniyetler çatışmasıdır. Bu bağlamda, Ortodoks Hristiyan kimliğini bir savunma hattı olarak kurar. Sırpların tarihi misyonunun bu kimliği yaşatmak ve korumak olduğunu savunur.
Büyük Sırbistan’ın Kutsal Projesi
Dodik’in söylemlerinde Pan-Slavizm ve Ortodoks dayanışması açık şekilde görülür. Rusya ve Sırbistan ile kurduğu yakın ilişkiler de bu ideolojik çizginin bir parçasıdır. Ortodoksluğu yalnızca bir inanç sistemi değil, aynı zamanda bir ulusal direniş ruhu olarak görür. Boşnakların İslam kimliğini ise genellikle “yabancı” ve “Osmanlı kalıntısı” gibi kavramlarla özdeşleştirir. Bu şekilde, Müslüman kimliği Bosna topraklarında meşru bir yerel unsur değil, dışarıdan gelen bir unsur olarak konumlandırılır.
Bu anlayış, Dodik’in “Büyük Sırbistan” fikrine verdiği açık destekle daha da belirginleşmektedir. Ekim 2023’te Rusya devlet ajansı Sputnik’e verdiği röportajda, Balkanlardaki tüm Sırpların tek bir devlet altında birleştirilmesi gerektiğini savundu ve bunun “savaşla değil, siyasi yollarla” başarılabileceğini ifade etti. Ona göre, Sırpların yaşadığı tüm topraklar – Bosna-Hersek’teki Republika Srpska, Sırbistan, Kosova ve Karadağ’ın bazı bölgeleri – “Sırp etnik dünyasının” birer parçasıdır ve bu toprakların yeniden bütünleştirilmesi gerekmektedir.
Dodik bu fikirlerini yalnızca siyasi değil, aynı zamanda dini temellerle de meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Sırp Ortodoks Kilisesi’nin lideri Patrik Porfirije ile birlikte bir “Tüm-Sırp Kurultayı” toplanması gerektiğini vurgulayarak, bu birleşmenin halkın iradesi kadar dini meşruiyete de dayanması gerektiğini ima eder. Dodik, bu doğrultuda Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vučić ile birlikte hareket ettiğini ve Sırbistan’ın askeri, ekonomik ve politik olarak güçlendirilmesinin bu hedefe hizmet edeceğini belirtti.
Bu söylem, Batı’nın ve özellikle AB’nin “çok etnisiteli demokratik Bosna” vizyonuyla doğrudan çatışır. Dodik ise bu vizyonun Batı’nın Sırplara karşı sistematik bir baskı mekanizması yarattığını iddia eder ve Batı’yı “anti-Sırp” duyguları yaymakla suçlar. Bu da hem Pan-Slavcı hem de anti-liberal bir dünya görüşünün Dodik’in siyasetinde ne kadar belirleyici olduğunu göstermektedir.
Bu ayrımcı yaklaşım, Dodik’in çok etnisiteli bir Bosna vizyonunu reddetmesinin temelinde yer alır. Ona göre, Boşnakların yönettiği bir Bosna, Sırplar için “yabancılaşmış bir ülke”dir. Bu nedenle, Boşnaklarla eşit haklara dayalı bir federasyon anlayışını reddeder; bunun yerine Sırpların kendi bağımsız yollarını çizmesi gerektiğini savunur. Bu ideolojik yönelim, hem iç siyasette etnik kutuplaşmayı körüklemekte hem de bölgesel barış umutlarını zayıflatmaktadır.
Kremlin’in Balkan Karakolu
Dodik’in bölgesel ve küresel destekçileri arasında sağcı, otoriter ve popülist liderler yer alıyor. En güçlü ve en stratejik destekçilerinden biri ise Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin. Dodik, Rusya’yı “Sırp halkının gerçek dostu” olarak tanımlar ve Putin ile defalarca yüz yüze görüşmüştür. Bu ilişkilerde dikkat çekici olan, Dodik’in yalnızca diplomatik yakınlık kurmaktan öte, doğrudan Rusya’nın jeopolitik vizyonuna eklemlenmiş olmasıdır. Dodik hem Batı’dan maddi kaynak arayışına devam ederken hem de Rusya’yla siyasi sadakatini ısrarla sürdürmektedir — bu da onu Batı ile oynayıp Kremlin’e hizmet eden bir siyasi aktöre dönüştürmektedir.
Dodik’in Putin’le 2022’den bu yana en az dört kez görüşmesi, yalnızca sembolik değil, stratejik ve ideolojik bir ittifaka işaret etmektedir. Bu temaslar, Batı Balkanlardaki Rusya etkisinin sürekliliği açısından özel bir anlam taşımaktadır. Nitekim 2025 Nisan’ında Moskova’da gerçekleşen son görüşme, sadece siyasi yakınlığı değil, aynı zamanda uluslararası hukuka açık bir meydan okumayı da temsil etti. Bu görüşme, Bosna-Hersek Devlet Mahkemesi’nin Dodik hakkında çıkardığı uluslararası tutuklama kararına rağmen yapıldı; Kremlin, Dodik’i devlet başkanı protokolüyle ağırladı. Bu durum, Rusya’nın Batı’nın hukuk mekanizmalarını tanımadığını ve Dodik’i jeopolitik anlamda bir müttefik olarak gördüğünü açıkça ortaya koydu.
Görüşme sonrasında yayımlanan görüntülerde Putin’in Dodik’i “görmekten memnuniyet duyduğunu” belirtmesi, Kremlin’in ona verdiği diplomatik desteğin devam ettiğini gösterdi. Buna karşın Putin ekonomik yardım ya da doğrudan yatırım taahhüdünde bulunmadı, bu da Rusya’nın Dodik’i daha çok siyasi bir piyon olarak gördüğünü düşündürdü.
Dodik ise buna rağmen Batı’ya yönelik meydan okuyucu söylemlerini sürdürdü; Ukrayna Savaşı nedeniyle Rusya’ya uygulanan yaptırımlara katılmayı reddetti, Bosna-Hersek’in NATO üyeliğine karşı çıkmış ve Batı tarafından atanan Yüksek Temsilci Christian Schmidt’in meşruiyetini tekrar sorguladı. Aynı zamanda Bosna-Hersek merkezi hükümetinin yargı ve polis yetkilerini tanımadığını ilan etmiş ve bu yetkilerin Republika Srpska’da sona erdiğini duyurdu. Bu adım, Dayton Anlaşması’nın ve anayasal düzenin açık bir ihlali olarak değerlendirildi.
Dodik, Rus devlet ajansı TASS’a verdiği demeçte, “Ruslar hata yapsa bile, Sırplar onların yanında olur. Çünkü bu dostluktur, halklar ve liderler arasında anlayıştır.” sözleriyle, Putin’e duyduğu kişisel sadakati ve Rusya ile kurduğu ideolojik kardeşliği açıkça ortaya koydu. Bu açıklama, yalnızca Moskova’ya yakınlık değil, aynı zamanda Batı’ya meydan okuma anlamı taşımaktadır. Dodik, Batı’nın bölgedeki her eleştirisini “Sırplara yönelik cezalandırma arzusu” olarak yorumlamakta ve kendisini adeta “Rusya’nın Balkanlar’daki ileri karakolu” gibi konumlandırmaktadır.
Dodik’in Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile ilişkisi yalnızca diplomatik değil, aynı zamanda kişisel düzeyde de güçlü bir yakınlık taşımaktadır. Bu bağı açıkça savunan Dodik, Putin’e duyduğu hayranlığı gizleme gereği duymaz. “Gerçekten de Putin ile çok iyi bir ilişkimiz var. Diğerlerinin aksine, bunu saklamıyorum. Onun ülkesinin ve halkının çıkarlarını koruyan büyük bir devlet adamı olduğunu düşünüyorum. Kaos yaratmak için başkalarına zarar vermeyi seven biri olmadığını kesinlikle söyleyebilirim.” sözleriyle Putin’e olan desteğini açıkça ortaya koydu.
Batı’nın bu ilişkiye yönelik eleştirilerini ise küçümseyerek şu ifadeleri kullanır: “Batı’da bizim Rusya ile ilişkimiz konusunda histerik davrananlar var. Ama biz Batı’dan hiçbir şey elde etmiyoruz. Rusya, Sırp milletinin geleneksel dostudur.” Bu sözler, Dodik’in dış politikasında Rusya’nın yalnızca stratejik değil, aynı zamanda tarihsel ve ideolojik bir konuma sahip olduğunu; buna karşın Batı’nın güvenilmez, çıkarcı ve ikiyüzlü bir aktör olarak görüldüğünü açıkça göstermektedir.
Ancak dikkat çekici bir çelişki de söz konusudur: Dodik, dış dünyaya Rusya yanlısı bir figür olarak görünse de, ekonomik olarak ayakta kalabilmek için Batı’dan – Almanya, Türkiye, hatta Azerbaycan ve Suudi Arabistan gibi ülkelerden– yatırım ve kredi arayışına da devam etmektedir. Bu durum, Dodik’in hem iç hem dış politikasında derin bir pragmatizmi – hatta ikiyüzlülüğü – temsil ettiğini ortaya koyar.
Sonuç olarak, Putin-Dodik ilişkisi yalnızca taktiksel bir diplomatik ittifak değil; aynı zamanda bir ideolojik yakınlık, karşılıklı meşruiyet üretimi ve Batı karşıtı bir siyasi hizalanma biçimidir. Bu ilişki, Batı Balkanlar’daki istikrarsızlığın önemli bileşenlerinden biri hâline geldi.
Orbán’ın Balkan Yatırımı: Dodik
Dodik’in en önemli uluslararası destekçilerinden biri, Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’dır. Orbán, Avrupa Birliği içinde geleneksel olmayan politikaları ve otoriter eğilimleriyle tanınır ve Dodik’in milliyetçi ve ayrılıkçı söylemlerine açık destek vermektedir. Bu destek, yalnızca diplomatik ifadelerle sınırlı kalmayıp, somut ekonomik ve siyasi yardımları da içermektedir.
Kasım 2021’de Orbán, Bosna-Hersek’in Sırp Cumhuriyeti entitesi olan Republika Srpska’nın başkenti Banja Luka’yı ziyaret etti ve burada Dodik ile bir araya geldi. Görüşme sırasında Orbán, “Republika Srpska, Balkanlar’da barışın anahtarıdır” diyerek, bu bölgenin istikrarı için Dodik’in liderliğinin önemini vurguladı. Ayrıca, Macaristan’ın Republika Srpska ile ekonomik iş birliğini genişleteceğini belirtti ve bu doğrultuda bölgeye 100 milyon avroluk bir yatırım paketi açıkladı. Bu yatırımın, tarım ve enerji sektörlerinde yoğunlaşacağı ve bölgenin ekonomik kalkınmasına katkı sağlayacağı ifade edildi.
Orbán’ın Dodik’e verdiği destek, Avrupa Birliği’nin Bosna-Hersek’teki ayrılıkçı hareketlere karşı aldığı tutumla ters düşmektedir. Özellikle 2022 yılında, ABD ve Birleşik Krallık’ın Dodik’e yönelik yaptırımlar uygulamasının ardından, Avrupa Birliği de benzer adımlar atmayı değerlendirdi. Ancak, Orbán, AB’nin Dodik’e yönelik olası yaptırımlarını veto edeceğini açıkça belirtti ve bu tür yaptırımların bölgedeki istikrarı daha da zedeleyeceğini savundu. Bu tutum, Orbán’ın AB içindeki ayrılıkçı politikaları destekleyen ve geleneksel AB politikalarına meydan okuyan bir lider olarak konumunu pekiştirdi.
Dodik ve Orbán arasındaki bu yakın ilişki, her iki liderin de Batı’nın liberal değerlerine karşı ortak bir duruş sergilemesiyle de bağlantılıdır. Her iki lider de ulusal egemenlik ve geleneksel değerler söylemi üzerinden politikalarını şekillendirmekte ve bu bağlamda birbirlerine destek vermektedirler. Bu stratejik ittifak, Balkanlar’daki siyasi dinamikleri etkilemekte ve bölgedeki güç dengelerini yeniden şekillendirmektedir.
Srebrenitsa’yı Sil, Holokost’a Sarıl
Dodik, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile doğrudan bir siyasi ittifak içinde olmasa da, son yıllarda İsrail’e karşı giderek artan bir sempati göstermektedir. Bu sempati yalnızca diplomatik düzeyde değil, aynı zamanda tarihsel, ideolojik ve duygusal temellere dayandırılmaktadır. Dodik, İsrail ile Sırplar arasında “tarihi ve kültürel bir kader ortaklığı” kurmakta ve bu ortaklığın temelinde soykırım ve zulüm geçmişine dayalı bir “acı kardeşliği” tanımlamaktadır.
2025 yılında Jerusalem Post’a verdiği röportajda, İsrail’in kuruluşuna ilişkin şu ifadeleri kullandı:
“Benim anladığım kadarıyla İsrail’in durumu da böyledir. İsrail, Yahudilerin köklerine dönebilmeleri için kuruldu. Tüm o yaşanan acılardan ve Holokost’tan sonra kendi ülkelerine sahip olma hakları tanındı. Bu geri dönüş, başlangıçta Araplarla barış ve hoşgörü içinde yaşama idealiyle birlikte yürüdü. Ama bunun mümkün olmadığı ortaya çıktı.”
Bu sözlerle Dodik, İsrail’in güvenlik merkezli milliyetçi politikalarını meşrulaştıran bir bakış açısıyla yaklaşmakta ve aynı modelin Republika Srpska için de geçerli olabileceğini ima etmektedir. Yani Boşnaklarla bir arada yaşamanın mümkün olmadığı, bu yüzden Sırpların kendi yollarını çizmeleri gerektiği mesajını dolaylı biçimde vermektedir.
Dodik aynı röportajda kişisel tarihine atıfta bulunarak, Yahudilerle kurduğu duygusal bağı şöyle temellendirdi:
“Jasenovac toplama kampının yakınında doğdum; burada yarım milyon Sırp ve 30 bin Yahudi öldürüldü. Ailemde partizanlar vardı ve büyüdüğüm bölge Nazi işgaline karşı efsanevi direnişin yaşandığı bir yerdi. Ustaşa rejiminin iş birlikçileri tarafından Sırplar Jasenovac’a ve diğer kamplara gönderildi. Yahudi ailelerle birlikte yaşıyorduk, hepsi yok edildi.”
Bu anlatıyla Dodik, Yahudilerle Sırplar arasında yalnızca tarihsel değil, aynı zamanda duygusal bir bağ kurar. Yahudilerin yaşadığı Holokost ile Sırpların yaşadığı soykırımı eşit düzeyde göstermeye çalışır. Bu yaklaşımı, Srebrenitsa’daki Boşnak soykırımını inkâr etmesiyle büyük bir çelişki barındırsa da, Dodik bu tür tarihsel bağları uluslararası meşruiyet aracı olarak kullanmaktadır.
Dodik ayrıca, İsrail’le ilişkilerinin gelişmesinde Arie Livne’nin[1] önemli bir rol oynadığını belirtti. Livne’nin kendisine Yahudiliği öğrettiğini, Republika Srpska ile İsrail arasında yakınlaşmanın mimarı olduğunu ve Dünya Yahudi Kongresi’nde temsil görevinde bulunduğunu ifade etti. Bu, Dodik’in yalnızca söylem düzeyinde değil, pratik ilişkiler kurarak da İsrail’le bağını güçlendirmeye çalıştığını göstermektedir.
Son olarak Dodik’in şu sözleri, Almanya ve Batı’ya karşı beslediği derin tarihsel güvensizliği özetlemektedir:
“20. yüzyılda Almanlar, iki dünya savaşında Sırp erkek nüfusunun %50’sini öldürdü. Şimdi tekrar buradalar ve bizi yönetmek istiyorlar. Elbette bunu kabul edemeyiz.”
Bu ifade, Dodik’in Batı karşıtlığını Yahudi geçmişiyle özdeşleştirerek uluslararası sahnede kendi duruşunu meşrulaştırma çabasını yansıtır. Bu bağlamda, Dodik’in İsrail’le kurduğu sembolik “kader ortaklığı”, hem Boşnaklara hem de Batılı aktörlere karşı yürüttüğü meşruiyet mücadelesinin bir parçasıdır. Ancak bu yaklaşım, hem etik hem de tarihsel olarak ciddi çelişkiler barındırmakta; özellikle Srebrenitsa inkârı ile Yahudi Holokost’una sahip çıkma arasındaki çifte standart dikkat çekmektedir.
Tarihsel Algıların Gölgesinde Türkiye-Dodik İlişkisi
Dodik, Türkiye’yi tarihsel ve kültürel nedenlerle Boşnakların doğal koruyucusu olarak görmüş ve bu yüzden zaman zaman Türkiye karşıtı söylemler geliştirmiştir. Buna rağmen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ilişkileri uzun süre pragmatik bir zeminde ilerledi. Özellikle 2021 ve 2022 yıllarında Erdoğan’ın bölgedeki arabuluculuk girişimlerine olumlu yaklaştı, ekonomik iş birliği ve altyapı projeleri bağlamında Türkiye ile iş birliğine açık bir tutum sergiledi. Ancak bu ilişkilerin arka planında her zaman belirgin bir güvensizlik unsuru var oldu: Dodik’in Müslümanlara ve Osmanlı geçmişine yönelik tarihsel ve ideolojik bakışı.
Jerusalem Post’a verdiği röportajda bu yaklaşım açık biçimde ortaya konur. Dodik, Bosna-Hersek’i tarihsel olarak hiçbir zaman gerçek bir devlet olarak görmediğini, bu toprakların Osmanlı döneminde sadece “idari birim” statüsünde olduğunu ifade etti, Boşnak kimliğini ise “Osmanlı’nın dayattığı bir yapı” olarak tanımladı. Müslümanları tarihsel olarak “dış unsurlar” olarak konumlandıran bu söylem, Türkiye’yi de yalnızca modern bir devlet olarak değil, Osmanlı’nın ideolojik ve dini mirasının devamı olarak görmesine neden olmaktadır. Bu da Erdoğan’ın Bosna’daki Müslümanlara verdiği destek ile Dodik’in Sırp milliyetçi ajandası arasında derin bir çatışma yaratmaktadır.
2023 sonrası dönemde, bu tarihsel ve ideolojik gerilimlerin üzeri artık pragmatizmle örtülemedi. Türkiye’nin Bosna-Hersek’in toprak bütünlüğüne verdiği güçlü destek ve Erdoğan’ın “Bosna-Hersek’in birliği kırmızı çizgimizdir.” şeklindeki çıkışı, Dodik tarafından dolaylı bir uyarı olarak algılandı ve ilişkilerin tonu belirgin biçimde soğudu. Her ne kadar Dodik 2023 Türkiye seçimlerinde Erdoğan’a destek açıklamış olsa da, bu adım daha çok stratejik bir jest olarak kaldı ve ilişkilerin derinleşmesini sağlayamadı. Gelinen noktada Erdoğan-Dodik ilişkisi, karşılıklı saygıya dayalı ancak derin tarihsel, ideolojik ve siyasi ayrılıklarla sınırlı bir düzleme evrildi.
Batı’ya Karşı, Rusya’yla Yan Yana
Avrupa Birliği ve ABD ile ilişkileri ise uzun süredir ciddi düzeyde sorunludur. Dodik, AB’yi “çöküşte olan liberal değerlerin taşıyıcısı” olarak tanımlarken, ABD’yi ise “Batı’nın emperyal gücü” ve küresel istikrarı tehdit eden bir aktör olarak görür. Özellikle Bosna-Hersek’teki Uluslararası Yüksek Temsilcilik Ofisi’ni (OHR) ve onun başındaki Christian Schmidt’i tanımadığını açıkça beyan etmiş; bu makamın Bosna-Hersek’in iç işleyişine doğrudan müdahale ettiğini savunarak meşruiyetini reddetti. Dodik’e göre bu kurum, “Bosna’yı bir protektora çevirmeye çalışan Batı’nın siyasi uzantısıdır.”
Bu Batı karşıtı tutum, Ukrayna Savaşı bağlamında daha da belirginleşti. Dodik, “Ukrayna tarihsel olarak Rusya’nın bir parçasıydı.” diyerek Rusya’nın müdahalesini meşru bir güvenlik refleksi olarak tanımladı; “Putin halkını korumak zorundaydı.” ifadeleriyle Moskova’nın pozisyonunu savundu. Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesini “halkın iradesine dayalı meşru bir karar” olarak tanımlarken, Batı’nın bu referandumu reddetmesini ise ikiyüzlülük olarak niteledi: “Karadağ’ın bağımsızlığı için referanduma izin verdiniz, Kosova için sadece parlamento kararı yeterliydi ama Kırım halkı oy verdiğinde buna karşı çıktınız. Neden Batı bizim işimize karışıyor?” diyerek çift standart eleştirisinde bulundu.
Dodik’e göre Avrupa, Ukrayna Savaşı’nda hem ekonomik hem de stratejik olarak en büyük kaybeden hâline geldi. “Artık ucuz Rus gazı yok, Avrupa ekonomisi çöküyor.” diyen Dodik, AB’nin ABD ile Rusya arasında sıkıştığını ve jeopolitik anlamda zayıfladığını savundu. ABD’yi ise açıkça Avrupa ile Rusya’nın yakınlaşmasını engellemek isteyen bir aktör olarak tanımladı: “Amerika’nın çıkarı Avrupa ile Rusya’nın yakınlaşmasını önlemek. Çünkü bu, ABD için büyük bir rekabet anlamına gelir.”
Ayrıca Dodik, Putin’in yıllar öncesinden yaptığı uyarılara da atıfta bulundu: “Putin 2007’de Münih Güvenlik Konferansı’nda NATO’nun doğuya doğru genişlemesinin durdurulması gerektiğini açıkça söyledi. Bu sözler dikkate alınmadı. Şimdi Batı, Ukrayna’nın Rusya’yı füzelerle vurmasına izin veriyor. Böyle bir şeyi ABD kendi topraklarında kabul eder miydi? Hayır. O hâlde neden Rusya kabul etsin?” diyerek NATO’nun Rusya sınırlarına genişlemesini doğrudan tehdit olarak değerlendirdi.
Bu açıklamalar, Dodik’in yalnızca bir Batı eleştirmeni değil, aynı zamanda uluslararası liberal düzene karşı alternatif bir jeopolitik vizyon savunucusu olduğunu da ortaya koydu. Ona göre Batı; çıkarcı, çifte standartlı ve güvensizdi. Rusya ise tarihsel dost, stratejik ortak ve Sırp halkının çıkarlarını gözeten bir müttefikti. Dodik’in şu cümlesi bu bakışı özetledi: “Kırım halkının Rusya ile birleşme hakkı varsa, bizim de Bosna-Hersek’ten ayrılma hakkımız vardır.”
Bu yaklaşım, onun yalnızca iç siyasette değil, küresel düzeyde de ayrılıkçı, Batı karşıtı ve Rusya yanlısı bir pozisyonda ısrarcı olduğunu açıkça ortaya koydu.
Balkanlar’da Yeni Krizin Adı: Milorad Dodik
Dodik, yalnızca bir etnik lider ya da Sırp milliyetçisi değil; aynı zamanda Bosna-Hersek’in çok etnisiteli yapısına, liberal demokratik düzene ve Batı merkezli uluslararası normlara meydan okuyan, ideolojik ve jeopolitik olarak konumlanmış bir aktör hâline geldi. Siyasi kariyerinin başlarında “ılımlı” ve Batı ile uyumlu bir figür olarak sahneye çıkan Dodik, zaman içinde sert bir dönüşüm geçirerek ayrılıkçı, soykırım inkârcısı ve Pan-Slavcı bir çizgiye yöneldi. Onun söyleminde Ortodoks Hristiyanlık, Sırp etnik kimliğiyle birleşen kutsal bir direniş formuna dönüştü; Boşnak kimliği ise “Osmanlı kalıntısı” ve “dış unsur” olarak konumlandırıldı.
Bu dönüşüm yalnızca iç siyaseti değil, dış politikayı da belirleyen bir unsura dönüştü. Dodik’in Putin ve Orbán gibi sağ-popülist liderlerle kurduğu stratejik bağlar, onu hem Batı’nın eleştirilerine karşı bir direniş figürü hâline getirdi hem de Rusya’nın Balkanlar’daki ideolojik uzantısına dönüştürdü. Türkiye ve İsrail gibi farklı aktörlerle kurduğu ilişki biçimleri ise onun tarihsel kimlik anlatılarını siyasi meşruiyet aracı olarak nasıl kullandığını gözler önüne serdi.
Sonuç olarak Dodik, yalnızca bir bölgesel lider değil; etnik üstünlükçülüğe, tarihsel rövanşizme ve otoriter jeopolitik hatlara dayanan yeni bir siyasal tahayyülün temsilcisi olarak öne çıktı. Onun yükselişi, Batı Balkanlardaki çok kültürlü ve demokratik gelecek umutlarını tehdit ettiği gibi, uluslararası toplumun da bu tür ideolojik figürlere karşı geliştirmesi gereken stratejik reflekslerin ne denli yetersiz kaldığını ortaya koydu.
Dipnotlar:
[1] Arie Livne (1921–2020), Yahudi asıllı Sırp-İsrailli siyasetçi, kültür adamı ve diplomatik aktördür. Budapeşte’de doğmuş, Novi Sad’da büyümüş ve II. Dünya Savaşı sırasında zorunlu çalıştırma kamplarından sağ kurtulmuştur. 1956 yılında İsrail’e göç etmiş, burada uzun yıllar Yahudi Ajansı’nın genel müdür yardımcılığı ve müdürlüğü görevlerinde bulunmuştur. Steven Spielberg Yahudi Film Arşivi’nin kurulmasına katkı sağlamıştır. Daha sonra, Republika Srpska lideri Milorad Dodik’in danışmanlığını yapmış, bu yapının senatörü olmuş ve Dünya Yahudi Kongresi’nin özel temsilcisi olarak görev almıştır. 2014 yılında Banja Luka’da açılan Yahudi Kültür Merkezi’ne onun adı verilmiştir.

