back to top
Pazartesi, Kasım 10, 2025
Ana SayfaYayınlarPortrePORTRE | Alice Weidel’in Çelişkili Dünyası

PORTRE | Alice Weidel’in Çelişkili Dünyası

23 Şubat’ta gerçekleşecek erken federal parlamento seçimlerinde Almanya için Alternatif (AfD) partisinin başbakan adayı Alice Weidel, 1979 yılında Almanya’nın Kuzey Ren-Vestfalya eyaletine bağlı Gütersloh kentinde doğmuştur. Bayreuth Üniversitesi’nde ekonomi okumuş ve 2011 yılında “Çin Emeklilik Sisteminin Geleceği” üzerine doktora çalışmasını tamamlamıştır. Kariyerine finans sektöründe başlayan Weidel, Goldman Sachs, Credit Suisse ve Allianz Global Investors gibi uluslararası finans kuruluşlarında çeşitli görevlerde bulunmuştur. Daha sonra bağımsız danışman olarak çalışmaya başlamış ve özellikle ekonomi ve finans alanında uzmanlaşmıştır. Akademik ve profesyonel kariyeri boyunca uluslararası alanda deneyim kazanmış, bir yıl Japonya’da ve beş yıl Çin’de yaşamış, bu süreçte Mandarin dilini öğrenmiştir.

Weidel’in büyükbabası Hans Weidel, hukuk alanında doktora yapmış ve Nazi döneminde önemli görevlerde bulunmuştur. 1932’de Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’ne (NSDAP), 1933’te ise Nazi Almanyası’nın paramiliter örgütü Schutzstaffel’e (SS) katılan Hans Weidel, 1937 yılında Neustadt O.S. bölgesinde kaymakam adayı olarak önerilmiştir. 1941’den itibaren Nazi askeri yargısında hâkim olarak görev yapmış ve 1944 yılında kıdemli askeri yargıç (Oberstabsrichter) unvanını almıştır. Savaşın ardından Gütersloh’ta avukatlık yapmıştır. Alice Weidel, büyükbabasıyla hiçbir ilişkisi olmadığını ve onun Nazi geçmişi hakkında bilgi sahibi olmadığını belirtmiştir.

Alice Weidel’in hayatındaki önemli kişilerden biri de kız arkadaşı Sarah Bossard’dır. 1982 doğumlu olan Bossard, Sri Lanka kökenli olup bebekken İsviçreli bir papaz çift tarafından evlat edinilmiştir. Film ve televizyon prodüksiyon sektöründe çalışan Bossard, İsviçre’nin Biel kentinde sol ve yeşil eğilimli bir sosyal çevreye sahiptir. Ancak Alice Weidel ile olan ilişkisi kamuoyuna yansıyınca bu çevresini kaybetmiştir.

Siyasi Kariyerine Başlangıç

Alice Weidel, Ekim 2013’te AfD Baden-Württemberg’e katılmış ve 2015’te AfD’nin federal yönetim kuruluna seçilmiştir. 2017’de, Alexander Gauland ile birlikte AfD’nin başkan adayı olarak belirlenmiş ve yüzde 67,7 oyla bu göreve seçilmiştir. 2017 federal seçimlerinde Bodensee seçim bölgesinde doğrudan aday olmuş, ancak yüzde 10,4 oy alarak CDU’nun (Almanya Hristiyan Demokrat Birliği) adayı Lothar Riebsamen’e yenilmiştir. Ancak Baden-Württemberg eyalet listesinden AfD’nin başkan adayı olarak federal parlamentoya girmeyi başarmıştır. Weidel, 2017-2021 yılları arasında AfD federal parlamento grubunun başkanlığını Gauland ile birlikte yürütmüştür. 2017’de Hannover’de yapılan AfD kongresinde, parti yönetimine tekrar seçilmiştir.

Ekim 2024’ün başında Ulm’de yapılan aday belirleme toplantısında Alice Weidel, 2025 federal seçimleri için Baden-Württemberg eyalet listesinin birinci sırasına yüzde 86,5 oy oranıyla aday olarak seçilmiştir. Aralık 2024’te ise Weidel, AfD federal yönetim kurulu tarafından federal seçimler için başbakan adayı olarak belirlenmiş ve Riesa’daki federal parti kongresinde onaylanmıştır. Bu dönemde AfD, ülke çapında yapılan anketlerde ikinci en güçlü parti konumundaydı. Bu adaylık, AfD’nin tarihinde bir ilk olmuş ve parti, ilk kez bir federal seçim için kendi başbakan adayını (Alice Weidel) çıkarmıştır.

Weidel’in İslamofobik Yaklaşımı

Alice Weidel, siyasi söylemlerinde özellikle göç ve İslam konularına odaklanarak sert bir tutum sergilemiştir. Weidel, “Festung Europa” (Avrupa Kalesi) konseptini desteklemiş ve etkili kalkınma yardımı politikalarını savunmuştur. Aşırı sağcı gruplar, “Avrupa Kalesi” konseptini sınırların korunması ve göçün engellenmesi amacıyla kullanmaktadır. Bu kavramı, Avrupa’nın kültürel ve etnik bütünlüğünü tehdit altında göstererek milliyetçi ve yabancı karşıtı politikalarını meşrulaştırmak için savunmaktadır. Özellikle mülteci krizleri ve küreselleşme karşıtı söylemler bağlamında, Avrupa’yı dış tehditlerden korumayı vurgulayan bir retorik geliştirmektedir. Sığınmacı ve entegrasyon politikalarına ilişkin olarak, sığınmacılar için sağlık sigortasını reddetmiştir. Ayrıca, mültecilerin işgücü piyasasına entegrasyonunda aşırı beklentilerin tehlikeli olduğunu vurgulamıştır. Mülteci tartışmalarında, Weidel mültecileri ekonomi ve sosyal devlet için “hesaplanamaz bir yük” olarak tanımlamaktadır. Yerleşik partilerin seçmenlerinin “aklını kaybettiğini” iddia ederek, göç meselesinin çağımızın en önemli sorunlarından biri olduğunu ve bu sorunun diğer tüm önemli meselelerden ayrı düşünülemeyeceğini belirtmiştir. Weidel, dini sembollere yönelik tutumunda da oldukça katı bir çizgi izlemektedir. Burka ve peçenin yasaklanmasını talep etmiş ve kamusal alanda başörtüsü yasağını desteklemiştir. Başörtüsünü “kesinlikle cinsiyetçi bir sembol” olarak nitelendirerek, bunun “kadın-erkek ayrımcılığının bir ifadesi” olduğunu savunmuş ve bu tür dini sembollerin toplumsal yaşamdan uzaklaştırılması gerektiğini öne sürmüştür. Bu söylemler, Weidel’in İslamofobik ve göçmen karşıtı politikalarının bir yansıması olarak değerlendirilebilir.

Alice Weidel Mayıs 2018’de, federal parlamentoda bir konuşmasında şu ifadeleri kullanmıştır: “Burka giyenler, başörtülü kızlar, devlet yardımıyla geçinen bıçaklı adamlar ve diğer işe yaramazlar ne refahımızı ne ekonomik büyümemizi ne de sosyal devletimizi güvence altına alabilir.” Bundestag Başkanı Wolfgang Schäuble, Weidel’e uyarıda bulunarak ifadelerinin başörtüsü takan tüm kadınları hedef alarak ayrımcılık içerdiğini belirtmiştir. Ancak Weidel, daha sonra n-tv’ye verdiği bir röportajda, sözlerinin bir provokasyon olarak görülmesini şaşkınlıkla karşıladığını söylemiştir. 2025 yılının başında Weidel, Riesa’da düzenlenen AfD Federal Parti Kongresi’nde aşırı-sağcı kavramını “Remigrasyon” açıkça sahiplenmiştir. Almanya’da “Remigrasyon” kavramı, özellikle aşırı sağcı çevreler tarafından, göçmenlerin ve entegrasyona uyum sağlayamayan yabancı kökenlilerin ülkelerine geri gönderilmesini savunan bir politika olarak kullanılmaktadır. Bu terim, yabancı karşıtı ve milliyetçi söylemlerde Avrupa’nın kültürel homojenliğini koruma amacıyla sıkça dile getirilmektedir. Büyük ölçekli geri dönüşlerin artık başlaması gerektiğini belirterek, “Eğer bunun adı Remigrasyon olacaksa, öyle olsun” ifadelerini kullanmıştır.

Weidel’in Toplumsal Anlayışı

AfD içindeki farklı görüşlere ve partinin “geleneksel aile modelini” savunan çizgisine rağmen Weidel, partisinin eşcinsel haklarının güvencesi olduğunu savunmaktadır. Weidel, aile politikası konusunda partisinden daha liberal bir bakış açısına sahip olduğunu belirterek, “Aile, çocukların olduğu yerdir.” ifadelerini kullanmıştır. Weidel’in pozisyonu bu bağlamda partisinin görüşleriyle çelişmektedir. AfD, parti programında geleneksel aile modelini savunarak anne, baba ve çocuğun aile yapısının merkezinde yer aldığını vurgulamaktadır. Bu modelin değiştirilmesine karşı çıkarken, okullarda “eşcinsellik ve transseksüelliğin tek taraflı vurgulanmasına” karşı olduğunu belirtmekte ve çocukların “gürültücü bir azınlığın cinsel eğilimlerinin oyun alanı olmaması” gerektiğini savunmaktadır. 2019 yılında AfD’nin Federal Meclis grubu, eşcinsel çiftlerin evlenme hakkının kaldırılmasını talep eden bir yasa teklifi sunmuştur. Ancak bu teklif, diğer tüm partiler tarafından reddedilmiştir. 2021 seçim beyannamesinde ise parti, reşit olmayan bireylerin cinsiyet değiştirme operasyonlarının yasaklanmasını savunmuş, anaokulu çağındaki çocukların “cinsiyet ideolojisine” maruz kalmaması gerektiğini ifade etmiştir. Ayrıca, “gerçek” bir aile yapısının anne ve babadan oluşması gerektiğini vurgulamıştır.

Weidel’in Avrupa Birliği ve Almanya’nın Dış Politikasına Yönelik Perspektifi

Alice Weidel, Avrupa Birliği’ne karşı sürekli eleştirilerde bulunmuştur. AB’yi sıkça “demokratik olmayan” bir yapı olarak tanımlamış ve “şu anki haliyle reform edilemez” olduğunu belirtmiştir. Özellikle AB’nin mülteci politikasını “felaket” olarak nitelendirerek, 2017 yılında “AB, artık yalnızca bürokratlardan ve lobicilerden oluşan bir siyasi birlik” ifadelerini kullanmıştır. Weidel, ulusal egemenliğin yeniden kazandırılmasını ve Brüksel’in gücünün büyük ölçüde sınırlandırılmasını savunmaktadır. AB’ye karşı bu olumsuz tutumu, aynı zamanda “Dexit” (Almanya’nın AB’den çıkışı) çağrısıyla da pekiştirilmiştir; bu çağrıyı özellikle 2017 seçim kampanyasında dile getirmiştir. Ekonomik ve güvenlik politikaları açısından ise, AB’nin üye ülkeleri dezavantajlı duruma soktuğunu düşünmekte ve Almanya’nın çıkarlarını AB dışındaki ilişkilerde daha güçlü bir şekilde savunması gerektiğini savunmaktadır.

Alice Weidel, Almanya’nın Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkan Donald Trump’a olan bakış açısını karmaşık bir şekilde değerlendirmektedir. Trump’ın özellikle ekonomi ve dış politika alanındaki politikalarını genel olarak desteklemektedir. Weidel, Trump’ın “America First” yaklaşımını olumlu bulmakta, çünkü bu politika daha çok ulusal çıkarları ön planda tutarak kendi ülkesinin çıkarlarını savunmaktadır. Trump’ın uluslararası ticaret dengesizliklerini düzeltme çabalarını ve göç politikalarını olumlu bulan Weidel Alman elitlerini ise sert şekilde eleştirmektedir. Ona göre Alman hükümeti, ülkenin ulusal çıkarlarını AB ve diğer uluslararası taahhütler uğruna feda etmektedir. Ancak Weidel, Angela Merkel’in hükümetini de eleştirmekte ve Almanya’nın uluslararası politikada sıklıkla ABD’ye fazla bağımlı olduğunu savunmaktadır.

Weidel’e göre, Almanya’nın ulusal çıkarları, ABD’nin çıkarlarına odaklanarak göz ardı edilmektedir. Bu bağlamda, Weidel “Biz Almanlar yenilmiş bir ülkeyiz. Uzun zamandır böyle yaşıyoruz, kesinlikle Amerika Birleşik Devletleri’nin faydasına. Bir köle olmanın da avantajları vardır. Bir hizmetkarın en soylu hakkı, efendisinin savaşlarına katılmamaktır. Ama Amerikan liderliği buna da karşı. Bizden, onların birçok savaşına katılmamız bekleniyor. Ama neden katılmalıyız? Biz zaten tarihe veda ettik.” ifadelerini kullanmıştır.

Weidel, Rusya ve Ukrayna savaşı konusuna, Batılı dış politikaya karşı eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşmaktadır. Rusya’nın tutumunu yalnızca anlamakla kalmayıp, aynı zamanda bu durumu jeopolitik çıkarların bir yansıması olarak görmektedir. Batı’nın, özellikle de AB ve ABD’nin, Rusya üzerindeki baskısını ve Ukrayna’ya askeri destek vermesini eleştiren Weidel, Batılı müdahalelerin, Avrupa’nın çıkarlarını yeterince dikkate almadığını savunmaktadır. Geçmişte, NATO’nun ve onun doğuya doğru genişlemesinin, bu çatışmanın tırmanmasında rol oynamış olabileceğine dair açıklamalarda bulunmuştur. Weidel, Ukrayna savaşına dair Almanya’nın tarafsız bir tutum sergilemesi gerektiğini ve ülkesinin bu çatışmadan uzak durarak diplomatik çözümler araması gerektiğini dile getirmektedir. Ona göre, askeri müdahale yalnızca çatışmayı daha da uzatacak ve Avrupa ülkelerini daha da zayıflatacaktır.

Weidel Nord Stream 2 projesini güçlü bir şekilde desteklemektedir. Almanya’nın enerji güvenliği için önemli bir adım olarak gördüğü bu gaz hattının Batılı yaptırımlar nedeniyle engellenmesini eleştiren Weidel, projeyi Almanya ve Rusya arasındaki ekonomik ilişkilerin güçlendirilmesi açısından kritik bir fırsat olarak değerlendirmektedir. Batı’nın anti-Rusya yaklaşımını ve bu doğrultuda uygulanan yaptırımları, Almanya’nın ekonomik çıkarlarına zarar veren bir tutum olarak görmektedir. Weidel’e göre, Almanya ve Rusya arasındaki iş birliği, ülkenin sanayi ve ekonomik refahı için son derece önemlidir.

Weidel, İsrail’in Filistinlilere karşı sürdürdüğü savaşı savunmaktadır. Ancak Weidel, bir röportajında Almanya’nın askeri yardımının gerekliliğine dair şüphelerini dile getirmiştir. Weidel, “İsrail’in güvenliği benim için Almanya’nın devlet çıkarlarının bir parçasıdır,” demiş, ancak bunun Almanya’nın askerlerini bölgeye göndermeyi gerektirmediğini vurgulamıştır. “İsrail’in varlık hakkı, her türlü diplomatik araçla savunulmalıdır. İsrail’in düşmanlarla çevrili olmasını büyük bir endişeyle gözlemliyorum.” şeklinde bir açıklama yapmıştır. Almanya’nın İsrail’e silah göndermeye devam etmesi gerektiği sorusuna ise, “Diplomatik çözümler geliştirilmelidir. Silahlar, sorunun çözülmesine katkı sağlamaz. Savunma amaçlı silahlar düşünülebilir, ancak yeni saldırılar için yapılan silah sevkiyatları, yalnızca karşı saldırıları tetikler. Bu, doğru bir yaklaşım değildir.” yanıtını vermiştir. Weidel ayrıca, İsrail Başbakanı Benjamin Netanjahu’nun sürekli olarak iki devletli çözüm önerisine karşı durduğuna dikkat çekerken, “İsrail hükümeti de eleştirilebilmeli.” ifadelerini kullanmıştır.

Weidel’in Türkiye’ye Yönelik Perspektifi

Weidel, Türkiye hakkında çok fazla açıklama yapmamış olsa da bazı durumlarda geçmişte sert ifadeler kullanmıştır. Weidel 2017 yılında, Türkiye’deki anayasa değişikliği referandumunun sonuçları üzerine yaptığı açıklamada, Almanya’da yaşayan ve “Evet” oyu kullanan Türk vatandaşı seçmenlerin Türkiye’ye geri dönmeleri gerektiğini belirtmiştir.

Weidel, Almanya’daki Türk seçmenlerin referandumda verdikleri “Evet” oylarının, bu bireylerin topluma uyum sağlama konusunda başarısız olduklarını vurgulamıştır. Weidel, “Erdoğan’ın beşinci kolu, belli ki daha fazla hoşlarına giden ve ait oldukları Türkiye’ye dönsünler.” diyerek, “Evet” oyu kullanan Türk vatandaşlarının Almanya’dan ayrılmalarını önermiştir.

Weidel’in Şubat 2020’de Suriye’deki mülteci kriziyle ilgili yaptığı açıklamalar, Almanya hükümetinin göçmenlik politikasına ve mülteci akışlarını yönetme biçimine yönelik sert bir eleştiri niteliğindedir. Özellikle de Türkiye’nin bu süreçteki rolüne dikkat çekmiştir. Weidel, Alman hükümetinin “mülteci anlaşması” olarak bilinen anlaşma ile Türkiye’ye Avrupa’daki göçmen akışını kontrol etme yetkisini vererek kendisini bir “tuzağa” düşürdüğünü iddia etmektedir. Ona göre, Türkiye bu kontrolü, Avrupa’yı, özellikle Almanya’yı, Suriye’deki çatışmada Ankara’nın çıkarlarına hizmet edecek şekilde davranmaya zorlamak için kullanmaktadır. Weidel, Türkiye’nin göçü bir siyasi baskı aracı olarak kullandığını ve özellikle Almanya’nın bu baskı ile, Türkiye’nin çıkarlarına hizmet edecek bir tavır sergilemeye zorlandığını savunmaktadır. Bu durumda Türkiye’nin amacı, Batılı hükümetleri, özellikle Almanya’yı, Suriye’deki savaşta Ankara’ya destek vermeye ikna etmektir. Weidel, Alman hükümetine, göçmen akışlarının sorumluluğunu bir yabancı hükümete, yani Türkiye’ye devretmekle, ulusal egemenliğinden feragat ettiğini öne sürmektedir.

Weidel’in Özel Hayatı ve Partisiyle Olan Çelişkileri

Weidel, AfD içinde geniş bir popülariteye sahip olsa da kişisel yaşam tarzı, parti ve destekçilerinin benimsediği değerlerden belirli açılardan farklılık göstermektedir.AfD, geleneksel aile yapısını, yani anne, baba ve çocuktan oluşan bir modeli savunurken, Weidel ise eşcinsel bir birliktelik içinde olup, partneriyle birlikte çocuk sahibi bir yaşam sürmektedir. Bunun yanı sıra, Anayasa Koruma Dairesi tarafından AfD’nin bazı bölümleri aşırı sağcı olarak sınıflandırılmaktadır. Anayasayı Koruma Dairesi, AfD’ye yakın “Junge Alternative” (AfD’nin gençlik teşkilatı) ve eski “Flügel” (AfD içindeki aşırı sağcı kanat) oluşumunu aşırı sağcı tehdit olarak izlemektedir. Ayrıca, bazı eyalet teşkilatları da gözetim altındadır. Bu değerlendirme, özellikle parti içindeki bazı ırkçı söylemlerle ilişkilendirilmiştir.

Weidel’in partnerinin Sri Lanka kökenli olması, kamuoyunda partinin ırkçı ve sol-liberal karşıtı politikalarıyla çelişen bir durum olarak değerlendirilmektedir. Özel hayatıyla ilgili sorular karşısında Weidel genellikle temkinli bir tutum sergilemektedir. Eşinin bir kadın olduğunu açıkça dile getirse de kendisini “queer” olarak tanımlamadığını özellikle vurgulamaktadır.

Yunus Mazı, Jean Monnet Bursu kapsamında Krems Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
Yunus Mazı
Yunus Mazı

Yunus Mazı, lisans eğitimini Bielefeld Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Felsefe alanlarında tamamladı. Bu süreçte Erasmus+ Programı kapsamında bir yılını Yıldız Teknik Üniversitesi’nde geçirdi. Ardından, Türk-Alman Üniversitesi’nde Avrupa ve Uluslararası İlişkiler alanında yüksek lisans yaptı. Şu anda Chemnitz Teknik Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler alanında doktora çalışmalarını sürdürmektedir. Kasım 2022’den bu yana TRT Deutsch’ta çalışmaktadır. Ayrıca, Jean Monnet Bursu kapsamında Krems Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışmalarını sürdürmektedir.

RELATED ARTICLES

Zohran Mamdani

Rob Jetten

Geert Wilders

Most Popular

Recent Comments